Ortadoğu'ya ilişkin çarpıcı yazıları ile bilinen yazar Fehim Taştekin, son dönemde ABD ve Kürtler arasında yaşananları kaleme aldı. Duvar ve Al-Monitor yazarı Taştekin, "ABD Kürtlerden vazgeçti mi?" başlıklı yazısında şunları belirtti:

ABD, Irak’ı tamamen İran ve Rusya’ya kaptırma pahasına Kürdistan’a sonuna kadar kalkan olmayacağını ortaya koydu. Bu durum Suriyeli Kürtler için de ABD ile yolculuğun güvenilirliğine dair önemli bir sinyal.


Irak ve Suriye’yi yakıp kavuran ortak cephede biri beklenen, diğeri beklenmeyen iki kritik gelişme dengeleri yeniden değiştirdi. ABD’nin desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) uzun soluklu bir savaşın ardından geçen hafta Rakka’yı IŞİD’den temizledi. Bu zafer Rusya ve İran’ın yardımıyla doğu ve kuzey istikametinde hızla ilerleyen Suriye ordusuyla bayrak yarışına tutuşmuş olan ABD ve yereldeki ortaklarının konumunu güçlendirdi. Yarış Deyr el Zor ve El Bu Kemal istikametinde sürüyor.

Irak’ta ise ABD’yi hayli tuhaf bir pozisyona sokan trajik gelişmeler sahnelendi. Türkiye’nin baskı mekanizmalarını devreye soktuğu, İran’ın fazladan sahada durumu maniple ettiği, ABD’nin de izlemeye çekildiği bir süreçte Irak ordusu ve Haşd el Şaabi güçleri Kürdistan’daki referandumu fırsata çevirip tartışmalı bölgelerin kontrolünü geri aldı. Uluslararası güçlerin, Kerkük’te Irak’ın askeri bir operasyona kalkışmasına izin vermeyeceği hesabıyla risk alan Barzani yönetimi en başta Washington’ın ihanet ettiğini düşünüyor. Kürdistan’ın ABD’deki dostları ise Trump yönetimini İran’ı önleyeceğim derken Irak’ı tamamen Tahran’ın oyun sahasına çevirmekle suçluyor.

***

ABD’nin tutumunu, İran-Irak arasındaki Cezayir Anlaşması’ndan sonra ABD’nin Kürtleri yüzüstü bıraktığı 1975’deki hezimetin tekerrürü olarak görenler var. Paralellikler olsa da olayın boyutları farklı.


 
Dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger 31 Mayıs 1972’deki Tahran ziyareti sırasında Şah Muhammed Rıza Pehlevi ile ‘ortak düşman’ Saddam Hüseyin’e karşı isyan eden Kürtlerin silahlandırılması konusunda anlaşmıştı. 16 milyon dolarlık bir yardım paketiyle İsrail’in temin ettiği Sovyet silahları Kürtlere verilmişti. Operasyonu İran gizli servisi Savak’la birlikte CIA yürütüyordu. Araplarla savaşta olan İsrail, Irak’ta Kürtler üzerinden başlatılacak bir çatışmadan medet umuyordu.

Bir yıl sonra Dışişleri koltuğuna geçen Kissinger, Kürtlerin sevgisini kazanmıştı. Öyle ki Mele Mustafa Barzani 1974’teki isyan sırasında silah yardımının sürmesi için Amerikan siyasetini de karıştıracak bir jestte bulunmuştu. Kürt lider, Nancy Sharon’la nikâhlanan Kissinger’a düğün hediyesi olarak üç değerli kilim ve bir inci kolye göndermişti. CIA’in gizli operasyonları ifşa olacak diye hediyeler gizli tutulmuş, bu yüzden de Kongre’de Kissinger aleyhine soruşturma açılmıştı. Bu arada Şatt’ül Arap’la ilgili pazarlıklar sürerken Kürtler, Saddam’a karşı Şah’ın elinde bir karta dönüşmüş ve nihayetinde iki ülke Cezayir’de anlaşma sağlamıştı. Bu anlaşma üzerine Kürtlere yardım kesilmişti. Basitçe Kürtler satılmıştı. Hezimete uğrayan Kürtler İran’a sığınmak zorunda kalmıştı.

CIA’in yaptığı son iyilik kansere yakalanan Mele Mustafa Barzani’nin Minnesota’daki Mayo Clinic’te tedavi görmesini sağlamaktı. Bunun da şartı ABD aleyhine laf etmemesiydi. Devran değişti; İran düşman, Saddam dost; sonra Saddam düşman Kürtler dost oldu vs.

***


 
Peki, ABD şimdi Irak’ta ne yapıyor? Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Kissinger’ın ayak izlerinden mi gidiyor?

Irak güçleri Kerkük’e girerken “Koordinasyon içinde çekilme var, olan sınırlı çatışma da yanlış anlamadan kaynaklandı” diyen Amerikan yönetimi şimdi ufaktan Bağdat’a fren yaptırmaya çalışıyor.

Barzani’nin referandumda ısrar etmesinden dolayı kızgın olsalar da Amerikalıların Kürtleri tamamen bırakması bölgesel çıkarları açısından mantıklı değil. Yine de ortaya çıkan durum, ABD’ye sırtını dayayarak kendi geleceklerini inşa edebileceklerini düşünen kimi Kürtlerin iyimserliğini yerle yeksan etti.

Elbette bu süreçte en fazla şaşırtan şey Amerikan eylemsizliği oldu. Malum Trump yönetimi hem Suriye hem Irak siyasetini İran’ı bloke etme ve nüfuzunu geriletme hedefine endeksledi. Irak’ta güdülen mantık şuydu:

2018’deki seçimlerde İran’la dirsek teması olan Şii liderlerin iktidara gelmesini önlemek için Başbakan Haydar el Abadi’nin elinin güçlü olması lazım. Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu en başta Abadi’yi zayıflatır. Bu yüzden referandum 2 yıl ertelenmeli.

Yine de referandum yapıldı ve Abadi kimsenin beklemediği şekilde Kerkük’e operasyon emrini vererek elini güçlendirdi. İlk etapta belki ABD’nin işine gelen bir hesap. Fakat Abadi güçlenirken İran gerilemedi. Tam tersine kritik bir operasyonda orkestra şefliği yapacak kadar derin nüfuzunu koruduğunu ortaya koydu.

Bu saatten sonra ABD’nin ‘İran’ı geriletme’ siyaseti işe yarar mı? İlk deneme ters tepti. Tillerson büyük bir gafletle, “Artık IŞİD’le mücadelede sona gelinirken, Irak’ta bulunan İranlı milislerin evlerine dönmesi gerekiyor” dedi. Aynı cümleyi Iraklılar ve Suriyelilerin de Amerikalılar için kurabileceğini hesaba katmadı. İranlı milisler dediği Iraklılardan oluşan, meclis kararıyla yasalaşmış, devletten maaş alan Haşd el Şaabi. Tillerson bu saha bilgisiyle bizzat Abadi tarafından terslendi.

“Haşdi Şabi savaşçıları, Iraklı ve ulusaldır. Ülkesini korumak adına bedel ödemiştir. Onlar Irak meclisinin kararı gereği Savunma Bakanlığı’na bağlıdır.”

Dahası Haşd el Şaabi liderlerinden Kais el Hazali çok yaygın olan bir hissiyatı dillendirdi:

“Sizin silahlı güçleriniz, IŞİD varlığının yol açtığı bahane ortadan kalktıktan sonra vatanımızı gecikmeden terk etmek için hazırlıklara hemen şimdi başlamalı.”

Epey zamandan beri Bağdat’ta siyasi partiler ve gruplar arasında artan eğilim bir an önce ABD’nin Irak’tan elini eteğini çekmesi ve Rusya ile ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde.

İçinde farklı eğilimler ve ilintiler barındıran Haşd el Şaabi adanmış bir mobilize güç olarak Irak’ta siyasete de yön verebilecek noktaya ulaştı. Şu aşamada ABD istedi diye kimse Haşd el Şaabi’yi dağıtmaya kalkmaz. Bu güç ya paralel ordu gibi kalır (ki İran buna bayılır) ya da ordu ve polise entegre olur. Dağılması siyasi liderlerin değil onun oluşumunu sağlayan dini mercieyyenin güçlü bir çağrısıyla mümkün olabilir. Ki Ayetullah Sistani’nin bunu mevcut koşullarda yapacağını zannetmiyorum.

***

Tartışma Haşd üzerinde yoğunlaşsa da siyasi alanda çok daha önemli bir çaba var: ABD bölgede eksen kaydırma operasyonuyla meşgul. Asıl üzerinde durulması gereken de bu. Tillerson Iraklıları ifrit eden bu çıkışı Suudi Arabistan’da yaptı.

Suud-Irak yakınlaşması ABD’nin İran’a karşı geliştirdiği stratejinin önemli bir ayağını teşkil ediyor. Pragmatist bir yaklaşımla Bağdat’ın da buna ihtiyacı var. İran etkisinden rahatsız olan bazı Şii liderler Tahran’ı dengeleyecek ittifaklar istiyor. Mehdi Hareketi’nin lideri Mukteda Sadr’ın Suudi Arabistan’dan sonra önceki gün Ürdün Kralı Abdullah’ı ziyaret etmesi bu kesimlerdeki eğilimi temsil ediyor.


 
Bir ara hem Bağdat hem Ankara hem Şam’ı köşeye sıkıştırmak için Suudiler Kürtlere yanaştı. Bu yanaşma hali Suriye’de hala devam ediyor. Irak’ta ise Suudiler Kürtleri desteklerken hem Şii cepheyi köşeye sıkıştırmak hem de Sünni Arapların federal bölge kurmasının yolunu açmak istiyordu. Son zamanlarda Bağdat-Riyad arasında yeni bir diyalog zemini oluşunca Kürtlere ilgi görünür olmaktan çıktı ve Suudiler ikili oynamaya başladı. Ancak 15 Ekim’de bir gecede her şey değişince Irak’ın bütünlüğünü koruduğu gerekçesiyle Abadi’yi ilk tebrik edenlerden biri Suudi Kralı Selman oldu.

***

Irak’ı Sünni Arap dünyasına çekerek İran’dan uzaklaştırma hedefi Amerikan siyasetinin odağındaysa Kürtler ne olacak? Washington’ın bütün yumurtaları Bağdat’ın sepetine koyduğu söylenemese de bundan sonra ne yapacağına dair ciddi belirsizlikler var. Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeler Kürdistan’ın kontrolünden çıktıktan sonra kritik bir plan daha gündemde. O da Musul’un kuzeyinden Dicle hattını takip ederek Türkiye’ye çıkan güzergâhın Irak’ın kontrolüne geçirilmesi. Bunu, Kerkük-Ceyhan boru hattını yeniden devreye sokmak ve Habur Sınır Kapısı’na alternatif olarak Ovaköy’den kapı açmak için yapacaklarını söylüyorlar. Kürdistan yönetimine ağır bir darbe anlamına gelen bu hamle ayrıca Kürdistan’ın iki yakasını da hedef alıyor. Yani bu planla Rojava ile Başur (Güney Kürdistan) arasına bir tampon girmiş olacak. Tam da Ankara’nın Irak ve Suriye’ye yönelik müdahaleci politikalarına gerekçe yaptığı “Kürt koridorunu önleme” siyasetine uygun bir hamle. Bu hamleye karşı da ABD’nin tutumu belli değil.

Özetle ABD, Irak’ı tamamen İran ve Rusya’ya kaptırma pahasına Kürdistan’a sonuna kadar kalkan olmayacağını ortaya koydu. Bu durum Suriyeli Kürtler için de ABD ile yolculuğun güvenilirliğine dair önemli bir sinyal. Elbette Kürtlerin tamamen bu ortaklığa bel bağladığı söylenemez. Yarın Şam’la müzakere seçeneğine açık pozisyonda durmalarının bir nedeni de ABD’nin yarın ne yapacağının bilinmemesi. ABD sonsuza kadar Suriye’de kalamaz. Iraklılar gibi Suriyelilerin de ABD’ye “IŞİD ile savaş bitti, artık gidin” diyeceği günler çok uzak değil.

Fehim Taştekin kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.