Türkiye konteksinde dün ile bugün arasında ki mesafe gün geçtikçe daha da uzuyor. Berhava ediliyor. Ve bu artık her anlamda geçerli oldu. Ötekileştirme, ayrıştırma, geçiştirme vb kelimeler ülkenin bedeninde pelesenk olmuş durumda. Yıllarca doktor mesleğini icra edip ve muhafazakar bir şekilde mazlumların hakkını savunup yüzlerce insanın hakkını koruyup kollayan kişi gün geliyor, vatan haini ilan ediliyor, terörist damgası yiyor. Ve yine gün geliyor hakkını savunduğu adamın kuzeni, ona irticacı diyor. Tedavisini edip tüm masraflarını üstlendiği kişinin torunu çıkıp ona, gerici ve terörist diyor. Yıllarca proleterlerin hakkını savunan kişi, gün geliyor binlerce insanın onayını almasına rağmen yerinden ediliyor. İcralık bir dava yıllarca sürerken, teröristlerin davaları yıllarca bekletilirken, niçin ve nasıl bu gibi durumlarda ise dava hemen sonuçlanıyor. Sanılmasın ki tüm bunları sadece bir kişinin nezdinde değerlendirmiyorum. Bu olağan durumlar son yıllarda epeyce filizlenmiştir. Ama bakıldığı zaman bu mücadelede berhava edilen kişiler aslında aynıdır. Hiç bir değişkenlik göstermemişlerdir.

Aksine daha çok fazla ter döküp, liyakat ile düzen kurmaya çalışmışlardır. Faaliyet alanları gerçek anlamda gözle görülür bir şekilde genişlemiştir. Bir Sabah. Sadece bir sabah uyanıldığında koca ülkenin durumu karma karışık hâle geliniyor. İstanbul Sözleşmesi, parti kapatılma uğraşı, vekilliğin düşürülmesi, puantajın yükselmesi ve Merkez Bankasının başkanının zorunlu değişkenlik göstermesi, hem Pandemi yi ve hem de yoksulluğu unutturdu desem, yeridir. Ama elbette şu da unutulmamalıdır ki bu durumların oluşmasında hepimizin birer tuğlaları da yok değildir. Şöyle ki bugün birilerine haksızlık ediliyor ve bu zorumuza gidiyorsa eğer, vaktinde otobüste yaşlıya veremediğimiz içindir ve yaşlıya yerinin verilmesinin gerekliliğinin öğretilmesidir. “

Benim ekonomik durumun gayet iyi, marketler zincirimiz var, ya da memurum eşimde memur veya Babam’ zengin, bir şekilde zenginim işte karıştırma orasını”. Ama çocukluk arkadaşım öldürüldü. Mahallenin abisi olacak çocuk öldü, çocuk yaşta. Komşumuz öldürüldü. Tanımadıysak ta, aynı ortama girdiğimiz mangal yürekli kardeşlerimiz şehit oldu. Lise de ki sınıf arkadaşımız iş çıkışı taciz ve ya tecavüze uğradı. Tuttuğumuz takımların otobüsleri taşlandı, kurşunlandı. Halay çeken okuldaşlarımızın bedeni paramparça servis edildi, annelerine. Katırla ekmek taşıyan komşu şehrimizin insanları öldü. Yaşamdan ötürü, yaşına bakmadan ele güne çalışmaya giden komşu köyün mevsimlik işçilerine destek ve ses olamadığımız için elbette bizim de çok denecek kadar suçumuz mevcuttur. Bu bağlamda ben artık birilerini suçlamaktan usandım. Vakti hâlinde ve gününde herkese karşı körleşen biz, zamanla kendi kaderine terk edilen bir ülkenin mihenk taşları olmak zorundayız. Bu sonu biz yıllar evvel mücevherler takdim ederek, hazırladık. İşte bundan ötürü birileri kazandı, asli gücümüzü onlar değil, biz verdik onlara. Ve ne yazık ki bu olağan dışı durumlar artık, meşrulaşmıştır. Nitekim tüm bu olağan üstü ve elzem olaylara öyle güzel bir şekilde alıştık ki, her şey normalleşti bizim inimizde. Ve artık hiç kimse sudan çıkmış balık değil. Çünkü sudan çıkan balık biraz ürker, alışık değildir başka dünyaya. Karaya ayak uyduramaz. İsyan eder, çırpınır. Biz o sudan çoktan çıktı, güneşe de alıştık, toprağa da betona da.