Bazı önemli anlar vardır. Bu anlarda insanlık sınavını veririr, şerefi tartılır haysiyetinin kalibresi ortaya çıkar. Mesela Sokrates, Hypatia, Bruno, Şeyh Bedrettin, Hallac-ı Mansur gibi önemli Şahısların dönem iktidarları tarafından ağır  bir cezayla katledilmeleri bizlere o dönemin özgürlüğe, insana, topluma ve kadına yaklaşım biçimlerini ortaya koyar. Örneğin sırf zevk uğruna kralın ve tayfasının kahkahası için Roma arenalarında aslanlarla birebir dövüştürülen insanlara baktığımızda vahşeti görürürüz. Ellerimizde olmadan ürpeririz. Onlar adına utanırız. Çünkü biyolojik olarak aynı ırka insan ırkına mensup olmuşuzdur.

Çok yakın günlerde insanlık yine önemli bir sınav verdi. Ama en büyük sınavı hükümetin, Devletin kendisi verdi. Yasaklar sürecinde hayatını kaybeden Hakan Arslan’ın cenazesi kemikleri yedi yıl aradan sonra ailesine bir TORBA içerisinde teslim edildi. Baba Ali Rıza Arslan’ın elinde torbayla yani doğurup büyüttüğü acısına sancısına gülüşüne bebekliğine şahit olduğu oğlunun kemiklerini kucağında taşıdığı  görüntüyü görüpte utanmayan, ürpermeyen, yüreği sızlamayan çok az insanın olduğuna eminim. Beden hele ki bir ölünün bedeni bütün inançlarda kutsaldır. Beden ölümden sonra her ne olursa olsun günahsızdır artık. Fakat Kürt ulusu bir sömürge olduğundan (daha doğrusu bir sömürge bile olmadığından) kendisine bu aşağılanma reva görülmektedir. Kürt sorunu dendiğinde ‘Ne kürt sorunu kardeşim’ derler. Kürt halkına uygulanan politika ve yaklaşım bilinci ‘Düşman’ mottosundan hareketle gerçekleşmektedir. İsmail Beşikçi ne de güzel söylemiş ‘Kürdistan Sömürge Bile Değil’ Kürt insanı öyle bir hale getirilmişki kendisine bir tabut bile çok görülmektedir. Düşünün hem evladınız ölüyor hem de size defin işlemleri için ne cenaze aracı ne de bir tabut veriliyor. 

Çok basit bir soru soralım Ermenistan, ya da herhangi bir ülke Türk askerinin ya da Türk olan olan birisinin cenazesini bir torba içerisinde ailesine teslim etseydi Türkiye kamuoyunun tepkisi devlet makamının duruşu ne olurdu? Deyim yerindeyse bir ‘infial’ olarak karşılanırdı en üst makamlardan ağır açıklamalar gelirdi. Bunu tahmin etmek zor değil. Hiç kimse tavuklarına kış diyemez. Ama onlar insanlığın haysiyetini bir torbaya attılar. (Sonrada ‘’Hepimiz kardeşiz, biriz, ayrım gayrım yok bunlar Amerikanın dış mihrakların oyunu navalları okurlar)


Melike Ana; ‘’Cansızda olsa oğlumun tabutuna sarılmak isterdim. Ancak bana kemiklerini bir torba içinde gönderdiler. Ben acımı nasıl tarif edebilirim size?’ dedi. Bundan daha acı bir durum olabilir mi? Bir anneye çocuklarının tabutuna sarılmak bile çok görülmemelidir.


Baba Ali Rıza Arslan ‘’Torbayı getirip önüme koydular’’ dedi. Düşünün bir cenazeniz var yıllardır bekliyorsunuz. Yüreğiniz yanıyor çünkü içinizden bir parçayı, bir ruhu söküp almışlar karşılığında Hoş geldiniz, başınız sağolsun demek yok. Karşılığında önünüze sizin için kutsal olan oğlunuzun kardeşinizin, dostunuzun en yakınınızın kemiklerini bir torba içerisinde yere bırakıyorlar. Nasıl hissedersiniz, nasıl hissederiz?  

Baba Ali Rıza ‘’Dolaptan bir kutu çıkarıp kucağıma verdiler o an Diyarbakır başıma yıkıldı’’ dediği anda aslında Türkiye toplumuda varolan bu duruma büyük bir tepki göstermeyerek sınavdan geçemedi. Tepki yerine insanlıktan nasiplenmemiş bir ‘’akademisyen’’ olan Yüksel Hoş  şu açıklamayı yaptı. ‘’Devletin merhametini bu yüzden anlamam. Çok mu zordu kremate edip toz etmek? Yarım litre gaz yağı ile bitecek bir işti oysa neden böyle dramlara imkan veririrz ki anlayamam. Üniversiteler kadavra bulamıyor biz bunları kargoyu da ödeyerek ailelere veririz. Düşman kazanıyoruz böyle?’’
Şimdi tek bir şey düşünelim Melike Ana’yı ve Ali Rıza Amca’yı… ve bu sözleri… Kürt olmak budur!