Herkes 24 Temmuz Basın bayramı nedeniyle kutlama mesajı atıyor. Normal'de şimdi Türkiye'de basının içinde bulunduğu durumu yazabilirdim ama yazmayacağım. Çok sayıda meslektaşım bu konuda detaylı yazılar yazdı. Basın alanının da temelini eğitim oluşturuyor. İyi bir eğitim almayan kişi iyi bir gazeteci de olamaz. Bu eğitimden kastım çok iyi bir üniversite falan değil. Neyse basın alanındaki eğitim eksikliğini bayram olmayan başka bir zamanda yazarım. Şimdi Asıl üzerinde durmak istediğim konu Türkiye'deki eğitim sistemi ve çocukların geleceğine vurulan darbeler.

Türkiye'de eğitim sistemi her dönem çok tartışılıyor. Her gelen Milli Eğitim Bakanı, önceki bakanların sistemlerini revize etmeye çalışıyor ve yeni bir sistem getireceğini iddia ediyor.

Her yıl binlerce okul yapılıyor. 

Türkiye'de resmi olarak 206 tane üniversite bulunuyor. Bunların 129'u devlet üniversiteleri diğerleri ise vakıf üniversiteleri…

8 milyonun üzerinde üniversite öğrencisi mevcut. Üniversitelerde toplam 160 binin üzerinde akademisyen görev yapıyor. Türkiye, üniversite sayısı bakımından Avrupa'da ikinci sırada yer alıyor.

Türkiye'deki her 4 işsizden biri de üniversite mezunu.

 Resmi verilere göre işsilerin sayısı 4 milyonun üzerinde. Resmi olmayan verilere göre ise bu sayı 10 milyonu geçiyor. Bu kişilerin neredeyse 4'te biri de üniversite mezunu. Dolayısıyla çok üniversite yapılması ile gururlanılması aslında işsizlik ve kalite düşüklüğü gerçekliğini de göz ardı etmektir. Eskiden dershaneler vardı. Şimdi ise çöplüğe dönen bir kolej çokluğu var. Baktığımız her yerde mutlaka bir kolej ya da özel okul görebiliyoruz.

Bu kadar çok taş duvarların inşa edilmesi eğitim sistemini güçlendiriyor mu? Hayır, tam tersi eğitim sistemi giderek betonlaşıyor, taş duvarlaşıyor. 

ÖSYM'nin son yaptığı Yüksek Öğretim Kurumları (YKS) sınavında 15 bin öğrenci sıfır çekti. Çocuklar artık birer yarış atı olarak görüldükleri için maalesef hem uzmanlar, hem de veliler tarafından sadece birer istatistiki veri olarak değerlendiriliyor

Türkiye'de, bir kişinin istediği mesleği yapabilmesi neredeyse imkansız görünüyor. Anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, yüksek lisans, ek bir üniversite daha, bunları yaparken ek işler...


Bu şekilde uzayıp giden bir kaos listesi var. Dolayısıyla bu kişilerin işsiz olarak kabul edilebilmeleri için, 20-25 yıllık bir eğitim sürecinden geçip ardından İŞKUR'a işsizlik kaydı yaptırmaları gerekir. Bu aşamaya kadar da devlet okullarında, özel okullarda, özel hocalardan ders almaları gerekiyor. Bu standartlarda bir öğrenciye yıllık en az 20 bin lira para harcanıyor. 

20 yıl bu şekilde devam ettiğini düşünürsek 20 yılın sonunda toplam harcadığı minimum para 400 bin lira. Bu para da en düşük ihtimaldir.

400 bin lirayı 'işsiz' kalmak için harcayan bu öğrenci ve veliler sonra bir de asgari ücrette bir iş bulabilmek için kapı kapı dolaşıyor. Bir yerlerde dayısı amcası, ya da iktidarda bulunan partilerde kendisini seven yakınları varsa belki biraz daha iyi bir iş bulabilir. Bu işleri bulabilmesi için de kendinden, ideolojisinden, vicdanından, ailesinden birçok fedakarlıkta bulunması gerekiyor. 

Tabi işi bulduğunda bu işte sürekli çalışabileceği de garanti değil. Her an ülkede bir şeyler olabilir ve ilk yayımlanan KHK ile ihraç edilebilir. Ülkedeki bütün çocuklar hayaller kuruyor yıllarca.

Herkes sevdiği işi yapabilmek için yüzbinlerce para, emek ve gençliğini veriyor. Ama son aşamada büyük bir kesimini karamsar bir tablo bekliyor. Bazıları ise daha yolun ortasında bunu fark ediyor ve başka alanlara yönleniyor. Bence en mantıklısını bu kesimler yapıyor. Çünkü eğitimli işsizler ordusunun boynu bükük, kalbi çok kırıktır. 

Yıllarca okuyup liyakat sahibi olup ama birileri iş versin diye el pençe divan duruyorlar ve defalarca gururları, onurları ayaklar altına alınıyor. Özgüvenleri yerle bir ediliyor. Kendilerini bir yatırım olarak görüp 200 bin liraya yakın para harcayan ailelerin de çok büyük bir beklentisi oluşuyor. Çünkü bir şekilde bu paraları geri alabilmeleri gerekiyor.

İşe girmiş biraz kazanan akranlarını örnek verip kendilerini rencide ediyorlar. Bu boynu bükük umutsuz kesim ilk işi bulduğunda ise işini kaybetmemek için gerekli her şeyi yapıyor ve bütün mobinglere razı oluyor. İşverenler bu tabloyu çok iyi bildikleri için istedikleri gibi gençleri sömürebiliyorlar. Kimse kusura bakmasın ama işçi ve memur sendikaları da buna ses çıkarmıyor ve bir uzlaşı içinde bunlar yapılıyor.  

Böyle oluşan bir toplumdan sağlıklı bir siyasi tercih beklemek, sağlıklı birer birey olmalarını beklemek aptallıktan başka bir şey değildir.

Bırakın çocuklar özgür büyüsün. Bırakın dersten kaçıp top oynasınlar. Bırakın yaramazlık yapsınlar, yatırımsal değeri daha düşük olan işleri de seçebilsinler. Bırakın bu saçma sapan sistemin hazırladığı saçma sapan soruları yapmasınlar sıfır çeksinler. Sıfır çektikleri için onları yadırgamayın leş gibi kokan bu sistemi yargılayın. Bu kadar çok para kaygınızı gören çocuklar sonra kolay yoldan para kazanmanın peşine düşüyor. İnternetten kumar, sanal oyunlar oynayarak para kazanmanın peşine düşüyor veya youtuber olmak istiyor.

Ders kitapları dışında doğru düzgün bir tane kitap okumadan işsizler ordusuna katılıyor. Yapmayın gözünüzü seveyim. Kolejlerin, özel okulların o janjanlı reklamlarına kanmayın. Bırakın çocuklarınız tembel olsun, bırakın çocuklarınız saçma sapan çarpıtılmış tarih derslerini öğrenmesin. Ama çocuklarınız kişilikli yetişsin. Kendileri olsun. Çocukluğunu yaşasın.