Devletin tarihsel ve güncel icraatları dikkate alındığında, toplumun devletten bir şey beklemeleri toplumu devlete muhtaç hale getirip kullaştırıyor. Bütün devletler yapısal olarak aynı karaktere sahiptir. Bazılarının, demokratik mücadeleler sonucu, toplum üzerindeki etkilerinde biraz kırılma olsada, sonuç devletin toplum üzerinde bir egemenlik aracı olduğu gerçekliğidir. Devletin toplum üzerindeki egemenliğinin kırılması toplumun demokratik mücadelesiyle olur. Hiçbir devlet kendiğinden toplum üzerinde uyguladığı egemenliği sonlandırmaz. Yakın geçmişe kadar, dağlık bölgelerde kısmende olsa komünal hayatı yaşayan, devletten ve hiyerarşik ilişkilerden uzak duran toplumlar devletin iç yüzünü ve karakterini çok daha iyi tanırlar ve günümüzde bile, devleten uzak bir yaşamı tercih ederler ve bunun çabasını gösterirler. Bazı çevreler, devlet olmadan yaşanılamayacağını, kendilerini savunamayacaklarını düşünüyorlar. Bu zihniyet, devletin binlerce yıldır toplum ve birey üzerinde bıraktığı derin etkinin bir sonucudur. 


 

Kendi kendisini yönetmeyi bilenler için, devlet sadece bir ağırlıktır, yüktür ve bir beladır aslında. Devletin ilk oluşumu derme çatma bir savunma aracı şeklinde olsada, sonradan toplum üzerinde bir egemenlik aracı haline gelip toplumu kullaştırması, toplumdan uzaklaşması, bir elitin, toplumu köleleştiren bir araca dönüşmesi, binlerce yıl boyunca toplumun kendi doğal yaşamsal gerçekliğinden uzaklaşmasına yol açmıştır. Devletle derinliğine haşir neşir olan toplumların, demokratikleşmesi, devletsiz bir yaşamı inşa edebilmeleri oldukça zordur. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu toplumları, devletin tarihsel ve güncel kültürünü derinliğine ve kapsamlıca yaşıyorlar. Bu olumsuz etkiden dolayı, devlet, baba olarak biliniyor ve devletin her yaptığı kadermiş ve bir kutsal görevmiş gibi kabul edilir. Bu adı geçen ülkelerde, devletin varlığı ve bekası milletin bekası ve yaşam garantisi olarak bilinir. Bundan dolayı, kendisini devlete kurban eden, etmek isteyen insanlara bolca rastlanılır. 


 

Devlet, bu tür-tip bir toplum ve birey üzerinde yarattığı çok boyutlu etkiyle varlığını devam ettirir. Yani köle, kölelikten memnunsa efendiler var olmaya devam ederler. Devlet, efendilerin toplum üzerinde kurduğu bir denetleme ve egemenlik aracıdır ve topluma hizmet gibi bir amacı ve faaliyeti olmaz. Esasen, toplum devlete hizmet eder ve her şeyi verir. Çalışan, üreten toplumdur. Her türlü faaliyetin sahibi toplum olduğuna göre, devletin varlık sebebi nedir acaba? Bir işçi 5500 lira maaş alıyorsa, bir vali-bürokrat, 30000 lira, milletvekili ise 40000 lira maaş alıyorsa, orada devletin halka hizmet etmesi büyük bir yalandır. Cumhurbaşkanı, 100.000 lira maaş alıyor. Cumhuriyet ve demokrasi maskesi altında, toplumlar devlet denilen egemenlik aracına hizmet ediyorlar. Köleci ve feodal sistemlerde halk, bir tas çorba karşılığında sistemin kölesiydi ve sadece sistemin hizmetindeydi. Halbuki çalışan ve her şeyin üreticisi toplumun kendisidir ama yediği bir tas çorba için devletin kulu-kölesi oluyor.


 

Günümüzde de, Allah devletimize zeval vermesin, çünkü devlet bize makarna veriyor, kömür veriyor, çorba veriyor diyen bir toplumsal realite var. Pekala, devlet bütün bu maddi imkanları nereden getiriyor? Bütün sistemlerde bütün maddi imkanların üreticisi toplumdur ama toplumda emek bilinci ve kendi kendini yönetme zihniyeti olmadığı için, her şeyin sahibi devlettir diyor. Halbuki her şeyin sahibi üretenlerdir, yönetenler değil. Toplum ve toplumsal emek olmadan, devlet ne yapabilir, nasıl kendisini yaşatabilir? Toplum olmadan devlet yaşayamaz ama devlet olmadan toplum yaşayabilir hem de özgürce yaşayabilir. Gerçek yaşam, devletin olmadığı sosyo-ekonomik koşullarda olur. Toplumun doğrudan kendisini yönettiği bir toplumsal sistem olmalıdır. Biz, devlet olmasın derken, toplumun tepesine çöreklenen, toplumu kendisine kullaştıran, toplumun emeği üzerine saltanat sürdüren bir baskı aracından bahsediyoruz. 


 

Toplum-lar yönetimsiz olmaz tabiki ama toplum için en doğrusu, doğrudan toplumdan oluşan bir ayrıcalıksız ve sınıfsız toplumsal bir sistemin olmasıdır. Bütün sınıflı sistemler halkın düşmanıdır ve halktan alır, halkı ezer, yaşamı cehenneme çevirir. Devlet, son yüzyıllarda, ulusçuluk maskesiyle toplum üzerinde egemenlik kurmuş, bu yolla varlığını sürdürüyor. Bütün ekonomik, sosyal, kültürel değerlerin yaratıcısı halkın kendisidir. Halklar, devletin toplum üzerinde yarattığı, her şeyin sahibi devlettir zihniyetinden dolayı, politikayı sadece devletin ve meclistekilerin yapabileceğini düşünüyorlar ve siyasetle pek ilgilenmiyorlar ama diğer taraftan da ekonomik olarak posaları çıkıncaya kadar çalışıyorlar. Siyasetle ilgilenmeyen bir toplum ekonomiyle ilgileniyor ve üretiyor. Halbuki ekonomisiz bir siyaset olmaz, siyasetsiz de bir ekonomi olmaz. Bundan dolayı ekonomi-politik diyoruz. Şimdiki klasik toplumsal anlaşıya göre yönetmek devletin işi, çalışmak ve üretmekte halkın işidir, anlayışı var. Bizim görevimiz çalışmak ve üretmektir ama devletin görevide yönetmektir anlayışı köleci bir anlayıştır ve bu anlayışta kesinlikle özgürlük yoktur. Sınıflı sistemlerde devlet aslında toplumsal emeği ve toplumsal değerleri gasp etme aracıdır. Bundan dolayı, devletten ne kadar uzaklaşılırsa, özgürlüğe o denli yaklaşılır. Yani sınıfsız ve ayrıcalıkların olmadığı ve doğrudan halkın katılımıyla oluşan bir toplumsal yönetimle ancak toplumun özgürlüğü sağlanır. Devletin  ve sınıfların, ayrıcalıkların olduğu bütün sistemler kölelik kokar…