Gazete Emek-Bu soruyu soran, İkinci Dünya Savaşı'ndaki soykırımdan kurtulan 83 yaşındaki Roman Hinta Gheroghe.

Gheroghe, İkinci Dünya Savaşı sırasında, henüz iki yaşındayken Dinyester ve Bug nehirleri arasındaki Transdinyester bölgesindeki bir toplama kampına götürülmüştü.

BBC'ye yeğeninin kızı İzabela Tiberiade aracılığıyla konuşan Gheroghe, "Varlığımın tamamını lekeleyen o yolculuğu pek hatırlamıyorum" diye hikayesini anlatmaya başlıyor.

Nazi rejiminin, soykırım politikası nedeniyle yaklaşık 11 milyon insanı öldürdüğü düşünülüyor.

Öldürülenlerin neredeyse 5 milyonu Yahudi kökenli değildi.

Tarihçiler, bu dönemde 250-500 bin arasında Roman ve Sinti kökenli kişinin öldürüldüğünü tahmin ediyor.

Ancak bu insanların hikayesi günümüzde pek bilinmiyor.

Naziler, Almanların Aryan ve dolayısıyla "Üstün Irk" olduğuna inanıyordu.

Bu inanca göre bazı insanlar genetik veya kültürel kökenleri veya sağlık durumları nedeniyle Nazi standartlarına göre "istenmeyen kişilerdi".

Yahudiler, Çingeneler, Polonyalılar ve diğer Slavlar ve fiziksel veya zihinsel engelliler bunların sadece bir kısmıydı.

Yehova'nın Şahitleri, eşcinseller, muhalif din görevlileri, komünistler, sosyalister, "asosyeller" (Naziler tarafından sosyal normlara uymayan bir grup insanı kategorize etmek için kullanılan bir terim) ve diğer siyasi düşmanlar da "istenmeyenler" arasındaydı.

Ölüm kampları

Gheroghe, hikayesini anlatmaya devam ediyor, kampa götürülen çok sayıda kişinin yolculuk esnasında öldüğünü söylüyor:

"Annem, sığır taşıyan trenlerde yolculuk yaparken bazı çocuklarını kaybetti ve sanırım onun bir parçası, uzun yıllar sonra, her şey sadece bir anıyken bile sonsuza dek o trende kaldı.

"Daha varmadan kampta neler olacağını anlamıştık. Bir kısmımız yolda öldü. Sığır taşımacılığı için tasarlanmış küçücük trenlerin içine çok fazla insan doldurulmuştu."

Haziran 1936'da Naziler, 'Çingene Belasıyla Mücadele' adıyla bir araya getirilen grubun merkez ofisini kurdu.

Münih'teki ofis, Sinti ve Romanlar üzerine yapılan "ırksal-biyolojik araştırmaların bulgularını değerlendirmek" ile görevlendirildi.

1938 yılına kadar Sinti ve Roman insanlar toplama kamplarına gönderilmeye başlanmıştı.

Bu dönemde Yahudiler gibi onlar Romanlar da temel insan haklarından mahrum bırakıldı.

Roman ve Sinti çocukların devlet okullarına girmeleri yasaklandı ve yetişkinler iş bulmakta giderek zorlandı.

Aslen kuzeybatı Hindistan'dan geldiğine inanılan, göçebe bir halk olan Romanlar, birkaç kabile veya ulustan oluşuyordu.

Almanya'ya yerleşen Romanların büyük kısmı Sinti ulusundandı ve yüzyıllarca zulüm görmüştü.

Nazi rejimi de Romanları hem sosyal hem de ırksal olarak Almanlardan aşağı görerek bu zulme devam etti.

Gheorghe, "Kimse bizi sevmiyordu, onlar bizden çok nefret ediyordu" diyor.

Auschwitz'teki çingene kampı
1943 yılına kadar Auschwitz-Birkenau kampının içindeki çok büyük bir bölüm Sinti ve Roman halkına ayrılmıştı.

Kampta 23 bin kişinin kaldığı tahmin ediliyor.

Bunların büyük bir kısmı tıbbi deneylerin kurbanı oldu, diğerleri yorgunluktan öldü veya gaz odalarında öldürüldü.

Kamp, Ağustos 1944'te kapatıldı.

Hala orada olan mahkumlar ya öldürüldü ya da başka kamplara transfer edildi.

Bu sürecin sonunda neredeyse 21 bin erkek, kadın ve çocuk öldürüldü.

Hinta Gheorghe ve ailesinden hayatta kalanlar, üç yıllık sürenin sonunda kaldıkları kamptan Romanya'ya döndüklerinde evleri yıkılmış veya bir başkası tarafından ele geçirilmişti.

Gheorghe, "Bizi insanlıktan uzaklaştırdılar ve en kötüsü de bizi hala tarihimizden mahrum bırakıyorlar. Günümüzün çocukları ne olduğunu hiç bilmiyor ve sadece büyük aile üyelerinin ağıtlarını duyuyor ve onların ağladığını görüyor" diyor ve sözlerine devam ediyor:

"Şarkılarımız, kamptaki yıkıcı ve dayanılmaz acıları taşıyor. Pislik, kıtlık, soğuk, uygun olmayan barınaklar... yavaş ve ağrılı hastalıklara yol açan aşırı kalabalık..."

Yerleşik önyargılar
Londra'da bulunan Wiener Soykırım Kütüphanesi'nde küratör olan Barbara Warnock, Alman toplumunda o dönemde mevcut sosyal dışlanma ve yasallaştırılmış ayrımcılığın Nazilerin Roman topluluğunu hedef almasını kolaylaştırdığını düşünüyor.

fotoğraf

Warnock, "Bu hedef alma ilk başta zaten var olan, önyargıya dayalı tutumların bir nevi devamı olarak başladı. Naziler, davranışlarını mevcut yasalara dayandırıyordu. Romanlar, Almanya'da oldukça marjinal bir gruptu" diyor.

Warnock, İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanlar hakkında resmi kayıtların bulunmadığına da dikkat çekiyor.

"Sayılar konusunda şüpheler var. Bazı Romanların kamplarda, bazılarının ise özellikle Sovyet bölgelerindeki kitlesel saldırılarda öldürüldüğü düşünülüyor. Alman Ordusu'nu takip eden Einsatzgruppen (Nazi Almanyası'nın paramiliter örgütleri) ve yerel işbirlikçiler toplu katliamlara karışmaya başladı."

Savaştan hemen sonra, çok sayıda üst düzey Nazi yetkilisi yakalandı ve askeri mahkemelerde yargılandı.

Bu davalarda hiçbir yetkili Romanları öldürmekle suçlanmadı.

Naziler, "tutukladıkları Romanların suçlu olduğunu" iddia etti.

Yenilenen korkular
Gheorghe, kendisinin ve Roman topluluğunun "yabancılar" olarak maruz kaldığı ayrımcılığın sadece Nazi rejimiyle sınırlı olmadığını söylüyor.

Sovyet Birliği'nin çöküşünden sonra Gheorghe, Romanya'dan ayrıldı ve Almanya'ya gitti.

Ancak birkaç ay sonra, Ağustos 1992'de, Rostock-Lichtenhagen isyanları olarak bilinen, acımasız bir yabancı düşmanı saldırıya yakalandı.

Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da yaşanan en kötü sağcı saldırıydı.

Saldırı sırasında aşırılık yanlıları, sığınmacıların yaşadığı bir apartmana taş ve molotof kokteyli fırlattı. .

Gheorghe, "İnsanların acıyla dolu bu mirası sürdürmesi çok üzücüydü. Çocuklarımız nefret ve öfkeden daha iyisini hak ediyor" ifadeleriyle bu dönemi anlatıyor.

Yeni nesil
Soykırımın unutulan kurbanlarının soyundan gelen yeni nesil tarihlerine ilgi duymaya başladı.

İzabela Tiberiade, neo-Nazi ideolojisiyle tetiklenen Rostock-Lichtenhagen saldırıları meydana geldiğinde henüz doğmamıştı.

Okuldaki derslerinde İkinci Dünya Savaşı ve Holokost dönemini öğrenirken Romanların çektiği acının tamamen atlandığını söyleyen İzabela, Romanya'ya gittiğinde bu konuyu incelemeye başladığını anlatıyor.

Adaleti aramaya kararlı olan İzabela, İnsan Hakları ve Uluslararası Hukuk okumaya karar verdi.

BBC'ye konuşan İzabela, "Ailelerimiz yeni nesillerin bir türlü anlayamadığı hikayeler anlatırdı. Bir zaman sonra büyükanne ve büyükbabalarımın, amca ve dayılarımın ve ailemden birçok kişinin deneyimlerinin aynı olduğunu anladım. Sadece Roman oldukları için ölüm kamplarına gönderildiler" diyor ve devam ediyor:

"Yeni kuşakların bu bilgiye erişimi yok ve gençler nadiren geçmişlerini merak ediyor ve bağlantı kuruyorlar. Hatta bazıları Roman olmanın yanlış olduğunu bile düşünüyor."

İzabela bugünlerde, Dikh he na bsiter (Gör ve unutma) adlı bir Roman gençlik topluluğu için çalışıyor.

Bu topluluk, soykırım sırasında Romanlara olanlar hakkında bilgi yaymayı ve ölen kişileri anmayı hedefliyor.

Izabela, soykırımın unutulan kurbanlarından daha fazla insanın haberdar edilmesi durumunda "Romanlara karşı daha fazla empati kurulacağına inanıyor."

Romanların geçmişini anmak ve günümüzdeki yaşadıkları ayrımcılığı benimsemek yönünde uluslararası çalışmalar da yapılıyor.

2015'te hazırlanan bir Birleşmiş Milletler raporu, Romanların haklarını ihlal etmeye devam eden önyargı ve ayrımcılıkla mücadele etmek için güçlü ve somut siyasi kararlılık çağrısında bulunmuştu.

Avrupa Parlamentosu da 2015'te Avrupa Roman Soykırımı'nı Anma Günü'nü izleme kararı aldı.

İzabela, "Bir günde her şeyi değiştirmemiz mümkün değil. Zaman, kararlılık ve yoğun çaba gerekiyor. Birbirimizin kültürünü, tarihini ve dilini bir arada kutlamamız gerekiyor. Birbirimiz hakkında konuşmayı bırakıp birbirimizle birlikte konuşmaya başlamamız gerekiyor" diyor.

Hinta Gheorghe ise bugünlerde Romanya'nın Krayova şehrinde yaşıyor.

Gheorghe'nin Roman halkı için bir isteği var, o da "Tüm Roman gençlerin okula gitmeleri ve bizim yapamadıklarımızı yaparak her şeyi öğrenip başarmaları."

Editör: TE Bilişim