Gazete Emek- HDP Eski Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Haber Global’de yayınlanan Jülide Ateş’in 40 sorusunu yanıtladı. 

HDP’den istifa etme nedenini ve HDP’nin siyasal tavrını eleştiren Tan, Edirne Cezaevinde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’a yönelik tartışma yaratacak bir iddiada bulundu. 

Tan, Demirtaş'ın eş başkanlığı bırakmasından sonra kendisine yakın bütün çalışma arkadaşlarının da görevden alındığını iddia etti. 

Altan Tan’ın Jülide Ateş’in sorularına verdiği yanıtlar şu şekilde; 

ALTAN TAN HDP’Yİ ELEŞTİMEK İÇİN NEDEN DOĞU PERİNÇEK’İN GAZETESİNİ SEÇTİ? 

Şimdi aslında bu da tesadüftür. Sayın Ayhan Bilgen'in beyanları oldu. Biz birkaç gün önce de Ayhan Bilgen ve diğer arkadaşlarla beraberdik. Aynı gün birçok gazete arka arkaya Ayhan Bilgen’in beyanları ile ilgili görüşümü sordu. Mesela bir örnek vereyim. Hürriyet Gazetesi Ahmet Hakan düzgün bir şekilde bunları yazdı. Sabah Gazetesi ve Odatv beni aradı. Yine aynı şekilde Aydınlık Gazetesi beni aradı. Yani farklı farklı gazeteler ve dergilerden fikrim soruldu. Bunların hepsine de benzer cevapları verdim. HDP ile ilgili olarak, ‘Artık Türkiye’de bu şiddetin vesayeti üzerinden bir siyaset mümkün değil. HDP’nin mutlaka demokratik bir siyasetten yana olduğunu en açık bir şekilde söylemesi lazım. PKK ya da başka bir silahlı örgütlere ve gruplara da bu silahlı yolun yol olmadığını açıkça söylemesi ve ilan etmesi lazım. Türkiye partisi olabilmesi için Türkiye’nin bütün sorunları ile ilgilenmesi lazım. Yani sadece Kürt sorunu ile değil, ekonomiyle, üretimle, eğitimle, sağlıkla, dış politikayla, tarım ve hayvancılık ile ne varsa aklınıza gelen, bilişimle, bilgi çağıyla bunların hepsi ile ilgilenmesi lazım. Türkiye partisi olmak demek sadece marjinal sol ile bir ittifak kurmak değil, marjinal sola da karşı değilim. Sadece marjinal solu, Türkiye olarak anlamaya karşıyım.’ Söylediklerim bu üç maddedir. Bu üç maddeyi ben otuz yıldır her gün tekrarlıyorum.

HDP TÜRKİYE PARTİSİ OLABİLİR Mİ ? 

Tabi ki olabilir. Biz bunun örneğini 2015’te verdik. Türkiye toplumunu o kadar ikna ettik ki Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkması bile olabilirlik noktasına gelmişti ve ciddi oranda bu kamuoyunda tartışılıyordu. Halktan çok büyük bir tepki de yoktu. ‘Olmaz’, ‘olamaz’, ‘asla’ diye bir ibare de çok az bir kesimden çıkıyordu. Türkiye toplumunun genelinde bir kabul vardı. Mektubu Diyarbakır Newroz Meydanında 21 mart 2013’te okundu ve Türkiye öyle bir iklime girdi ki daha önce HDP çizgisindeki partilerin İstanbul’da oyu yüzde 5 civarındayken 2015 senesinde bu yüzde 12’leri buldu. 
11 milletvekili İstanbul’dan çıkarıldı. Türkiye geneli 80 milletvekili çıktı. 102 belediye başkanlığı kazanıldı. Tabi ki Türkiye partisi olabilir. Yani bunun örneğini ve bunu yaptığı vakit neler kazanabileceğini 2015 seçimlerinde HDP bütün Türkiye’ye gösterdi. Bundan sonra da olabilir ama şu an benim bu sözlerime karşı bir linç kampanyası başlatıyorlar. Tabi ben bu linç kampanyalarına çok alışığım. 2011’de o zamanki BDP’den bağımsız olarak girdik ve milletvekili olduğumuz zamanda benim içinde bulunduğum İslami gelenek ve muhafazakar kitle yıllarca beni linç kampanyasına tuttu. Ama Allah’a şükür halk nezdinde hepsinin önünde, hepsinin hesabını verebilecek ve hepsinin ağzının payını verebilecek noktaya geldim. Dolayısıyla peki şiddetle araya bir çizgi konulmasın, Türkiye partisi doğru düzgün olunmasın, sadece marjinal sol ile ilgilenilsin bunu mu demek istiyor bu terbiyesiz kesim. Ne istiyorlar o zaman savaş devam mı etsin? Benim söylediklerim çok açık ve net.

ALTAN TAN HDP’DEN NEDEN İSTİFA ETTİ?

Türkiye’deki İslami kesim hiçbir zaman kendini sağcı olarak tanımlamaz. Benim içinde bulunduğum örgüt, ki 18 yaşında o örgütten de atıldım. Mücadele Birliğinden örgüt mahkemesi kararıyla atıldım. Osman Baydemir’in bir sözü var, ‘nereye gitsen kendini attırmak için elinden geleni yapıyorsun. Sonra da beni attılar diyorsun’ çok da haksız değil. İtiraz ettiğiniz yerden atılırsınız. O örgütün çıkardığı dergide bir kapak, ‘Amerika - Rusya Yahudi’ye kukla!’ diye o günkü anlayışa göre böyle bir manşet atmışlar. Yani dünyanın tek bir merkezden yönetildiği ve tek bir küresel sistem olduğu ile ilgili o günkü dünyaya göre çok ileri bir bakış açısı… Dolayısıyla Türkiye’deki Demokrat Parti’den, Adalet Parti’ye kadar, birçok tarikat ve cemaate kadar Amerika’ya sempati ile bakarken bizim arkadaşlarımızın çizgisi bu kadar netti. Türkiye’deki İslami kesim, ‘İslamcılar’ hiçbir zaman kendilerini sağcı olarak tanımlamadılar. Biz ne klasik anlamda sağcıyız ne de klasik bir anlamda sol dünya görüşüne sahibiz. İslamın kendine özgü bir müstakil görüşü var. Bunun içindir ki benim özel olarak sol kesim ile bir sıkıntım yok. Ama bunları defalarca dile getirmemize rağmen ve ciddiye alınmadığından, mesafe kat edemediğimizden dolayı ben de HDP’de siyasi yaşantımı sonlandırdım. Son 40   yılda benim yazılarım, beyanatlarım, konuşmalarım ortaya çıktıktan bu yana kadar birbiriyle çelişen bir tek çizgi göremezler. Ama ben merak ediyorum, arkadaşlar neden rahatsızsınız? Yani silahlar sussun dediğimiz vakit susmasın mı? Savaş devam mı etsin? Bu kirli savaş bütün toplumu kirletsin mi ne istiyorsunuz? Bunu söylüyorum. Bu kadar açık. 

SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN ÜSTÜNÜ KİM ÇİZDİ ? 

Bu soruya cevap vermesi gereken şahıs Sayın Selahattin Demirtaş’tır. Benim onun adına bir şey söylemem veya onun tasnif etmediği açıklamadığı şeylerle itham etmem siyaseten doğru değildir. Ama Türkiye’de Sayın Selahattin Demirtaş’ın istifa ettiği dönemde peş peşe istifalar yaşadı. Mesela İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş istifa etti. Melih Gökçek istifa etti. Balıkesir Belediye Başkanı istifa etti ve Balıkesir’in AKP’li Belediye Başkanı istifa ederken de hüngür hüngür ağladı. Bütün kamuoyu, bunların söylediği bu gerekçelerin politik ifadeler olduğunu satın aldı, borsa tabiri ile kabul etti. Tartıştı, irdeledi ama bu insanların ağzından farklı bir şey çıkmayınca da sustu. Ben Sayın Demirtaş’ında istifasını bu şekilde yorumluyorum ama kendisi tıpkı Kadir Topbaş gibi, tıpkı Melih Gökçek gibi, tıpkı Balıkesir Belediye Başkanı gibi, bu işin esası ile ilgili bir şey söylemediği müddetçe bundan ilerisini söylemek bize düşmez. Ama şu var, bu çok açık Sayın Selahattin Demirtaş istifa ettikten sonra, partideki en yakın arkadaşları, şoförü ve danışmanı da dahil görevine son verildi. Bunları da açıklamak kendine düşer veya açıklamaz ama benim kendi yorumum bunu isteyerek yapmadığıdır.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ PKK’DEN EMİR ALDI MI? 

Ben bunun bizzat şahidi değilim, bizzat şahidi olmadığım konularda spekülatif iddialarda bulunmam doğru değildir. Benim burada dediğim alıyor veya almıyor değildir. Selahattin Bey’de dahil bir başkası da dahil, ben de dahil belli konularda zihninin net olması lazım. Mesela Mustafa Kemal, daha  Kurtuluş Savaşı yıllarında kafasında bir cumhuriyet kurma fikri var. Kurtuluş Savaşı sırasında yazdığı bütün mektuplarda, yaptığı bütün konuşmalarda amacının hilafeti kurtarmak, padişahı esaretten kurtarmak ve Osmanlının bütünlüğünü sağlamak olduğunu söylerken bile zihninde bir cumhuriyet kurma fikri var. Bu konularda kendi içinde olabildiğince net. Bunu yıllar sonra kendi arkadaşlarından, anılarından, bazılarını da kendi yazdığı nutuktan anlıyoruz. Benim söylediğim şu; bugün Kürt siyasetinde demokratik, legal, açık, şeffaf, projesi ve programı net bir siyasi temsilciye ihtiyacı var. Bunu kim yapacak olursa olsun, Selahattin Bey’de bunun en önemli adaylarından biridir. Yani geçmişteki gördüğü görevler itibariyle, yaşı itibariyle şu an ki konumu itibariyle, mağduriyeti itibariyle dört yıldır doğru düzgün bir esas büyük dosya ile ilgili iddianame yok. Kafamızın net olması lazım. Bu netlik de nasıl demokratik bir Kürt mücadelesi, nasıl bir Irak ve Suriye perspektifi, nasıl bir Türkiye geleceği ve şiddetle aralarındaki mesafe, yakınlık-uzaklık veya tavır… Bu konularda demokratik Kürt temsilini yapabilecek ya da buna talip olacak arkadaşların önce kendi zihninde netleşmesi lazım. Ondan sonra adım adım siyaseten bunu örmesi lazım.

HDP’Yİ KİM YÖNETİYOR?

 Bu konu ile ilgili defalarca konuştuk. Yıllardır Kürt siyasal temsili ilk olarak 1991 seçimleriyle parlamentoya girdi ama ondan önce de SYP’den seçilen bazı arkadaşların Paris Kürt Konferansı’na gidip geldikten sonra SYP’den ihraç edildikleri bir süreç var. Onu da katarsanız 30 yılın üzerinde bunlar tartışılıyor. Tartışılan ve artık suyu çıkarılmış olan bu mevzuları,  benim artık tekrar tekrar söylememin bir faydası yok. Bugün  geldiğimiz nokta kimin kimi tayin ettiği, nasıl tayin edildiği, nasıl yönetildiği, kimin kimden emir aldığı, bizim konuşmamız gereken şeyler değildir. Bunlar istihbaratın, savcıların görevidir. Bugün geldiğimiz noktada artık, bu Kürt siyasal temsili nasıl sıhhatli bir zemine oturur ve bu sıhhatli zeminde bundan sonrasına nasıl kazasız ve belasız gider, yani kapatılmadan tahribata uğramadan, üyelerinin başına bir şey gelmeden Kürtlerin demokratik kimlik hakları nasıl elde edilir bu saatten sonra konuşmamız ve takip etmemiz gereken budur.

HDP SEÇMENİ KİMİ LİDER OLARAK GÖRÜYOR? 

Şu an gelinen aşamada en fazla öne çıkan Sayın Selahattin Demirtaş’tır. Çünkü Kürt siyasal temsilinin ilk oluştuğu günden bu yana, yani Fehmi Işık’lardan, Hatip Dicle’den ve bugüne kadar şu an sayısını tam net hatırlamıyorum ama tahmin ediyorum, eş başkanlar ile beraber toplam 15 arkadaş genel başkanlık yaptı. Tabi genel başkanlık yapmak ayrı bir şey, mesela başbakanlık Türkiye’de öyle başbakanlarda oldu. O başbakanların adını saysak halkın büyük bir kısmı bunların adını bile hatırlamaz. Mesela Naim Talu, Nihat Erim, Sadi Irmak, Hasan Saka, Şemsettin Günaltay yani bunların büyük bir kısmı başbakanlık yapmasına rağmen hazırlanmıyor. Şimdi HDP’nin içerisinde çok sayıda arkadaş eş genel başkanlık yaptı ama bunların içerisinde en fazla öne çıkan Selahattin Bey oldu. Tabi bununda sebepleri var. Yaşı, gençliği, ağırbaşlı duruşu gibi… Ben şahıslar üzerine bir polemik yapmak yerine bir tarif yaptım. Kürtleri demokratik sahada temsil edecek, siyasi taleplerini kazasız belasız menzile ulaştıracak bir demokrat lidere ve demokratik sisteme ihtiyaçları var. Ondan sonra da bunun nasıl olması gerektiğini söyledim. Çerçevesini çizdim ve buna yüzde yüz uyan var mı yok mu buna halk karar verecek ama buna talip olanlarda kendilerini buna göre hazırlasınlar. 

HDP, PKK’DEN KORKUYOR MU? 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 15 Temmuz 2016 gecesine kadar askeri vesayetine devam etti. Süleyman Demirel altı sefer gitti, yedi sefer döndü.  Silah ile siyasetin ilişkisi sadece HDP ile, PKK ile, Hizbullah ile veya ÖSO ile alakalı değil. Dünya’nın her yerinde demokrasinin tam yerleşmediği devletlerde ve örgütlerde elinde silah olanın gölgesi daima siyasetin üzerinde olur. Türkiye buna en büyük örnektir. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında meclisin içinde milletvekilleri öldürüldü. Daha sonra sebepsiz bir Başbakan ve iki Bakan idam edildi. 12 Mart darbesi geldi, yasal Başbakan indirildi ve ara hükümetler kuruldu. 1980 darbesi geldi.  28 Şubat geldi ve Erbakan zorla istifa ettirildi. Kim yaptı bunları? Ellerinde silahı bulunduranlar yaptı. Dolayısıyla silah ve siyaset ilişkisi dünyanın her yerinde istisnasız sorunludur.

"AHLAKSIZLAR, ŞEREFSİZLER"


Son olarak Kürt meselesi ile alakalı söyleyeceğim. Hem çok rahatsızım hem de vız gelir tırıs gider diyorum. Bu her iki kesimin de trolleri, ahlaksızları, şerefsizleri yalan sözler ile Tweetler atıyorlar. İspat edecekleri hangi konu varsa ben linç edilmeye hazırım ama yalanların ve iftiraların da sonuna kadar karşısındayım. İstediğim tek bir şey var. Bu ülkenin en kısa zamanda demokratik bir hukuk devleti haline gelmesi, laik dindar yaşantısı ile Kürt meselesi ile, ekonomik üretim ve bölüşümü ile doğru düzgün bir ülke haline gelmesidir. Başka bir derdim yok. 

Editör: TE Bilişim