Gazete Emek- Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde basın müşavirliğini yapan Mehmet Bican, Halk TV'den İpek Özbey'in sorularını yanıtladı. Bican söylediklerinin bir kısmı şöyle:

 

 

Sayın Bican, yıllar sonra Tansu Çiller’in siyasete döneceğini konuşuyoruz, ne dersiniz?

 

Şunu derim: Acaba milletin karşısına nasıl çıkacak, nasıl girecek aralarına “Partime oy istiyorum!” diye? İktidara geldiği 1993 yılından sonraki ekonomik ve sosyal bunalımları; geçmişte yaşadıkları, yaşattıkları; partisini sıfırlayıp tarihin karanlıklarına gömdüğü gerçeğini unutmadık. Yakın dostlarını, beraber çalıştığı arkadaşlarını; terörle mücadeleyi birlikte yürüttüğü komutanları nasıl harcadığını; Türkiye’yi karanlıklara gömme yolundaki çabalara, tarikatlara, gerici güruha verdiği desteğini hep hatırlıyoruz. Mal varlığını tartışmayan mı kaldı şu ülkede? Ama öyle olaylar var ki bunları birkaç kişinin dışında hiç kimse bilmez. O birkaç olayın yıllar sonra bugün bilinmesi sanıyorum sorunuza cevap niteliği taşıyacak.

 

O kişilerden biri de sizsiniz, değil mi?

 

İki yaşanmış olayı ilk kez size anlatıyorum: Hani bugünlerde hep tartışılıp durdu ya... Kayıp 128 milyar dolar... Merkez Bankası’nın arka kapısından satılan dolarların birilerine peşkeş çekilmesi, o dolarları satın alanların köşeyi nasıl döndükleri rakamlarla iddia edildi ya hep... Böylesi olayın bir benzerinin, Sayın Çiller’in başbakanlığı döneminde yaşandığını ve sonuçlarının ne olduğunu açıklayacağım. Olay tarihini, o olayların kahramanlarının kimliklerini, olaydaki rollerini bir bir bilmemiz gerekir. Ünlü 5 Nisan kararlarından önce. DYP-SHP Koalisyonu...

 

Başbakan Çiller, Başbakan Yardımcısı ise SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın. Türkiye ekonomide bugüne benzer bunalım yaşıyor. Enflasyon yüzde 100’ü geçmiş. Bütçe açığı rekor seviyede, iç ve dış borç yükü artmış, üretim ülke çapında yarı yarıya azalmış, işsizlik tepe noktalarda, faizler fırlamış, batan bankalar var, TL yüzde 160 değer kaybetmiş. Merkez Bankası, dövizde görülen yüzde 100’ün üzerindeki artışı piyasaya müdahaleye rağmen önleyememiş... İşte böyle bir dönem yaşıyor Türk ekonomisi... Türk insanı... Döviz kurunun bir günde yüzde 15 artmasına rağmen tırmanışın sürmesi Başbakan Çiller’i yeni arayışlara, devalüasyona yöneltiyor. Tarih 26 Ocak 1994...

 

O gün ne oldu?

 

Başbakanlık Konutu öğle saatlerinden itibaren yoğun bir trafiğe sahne oluyor. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Şevki Erek, Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin, Hazine ve Dış Ticaret, DPT ve Maliye müsteşarları, kamu bankaları genel müdürleri... Hepsi, döviz kurunun olağanüstü artması karşısında bir deprem yaşayan ekonominin son durumunu ve alınacak önlemleri tartışıyorlar. Tansu Çiller’in başkanlığında yapılan toplantıda koalisyon ortağı Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın yok ama Tansu Hanım’ın eşi Özer Bey var! Çok ilginç... Özer Çiller toplantı salonuna girip çıkıyor.

 

Siz neredesiniz?

 

Toplantının yapıldığı salonun kapısındaki koltuklarda dördümüz oturuyoruz. Başbakan’ın Baş Müşaviri Nâlân Kozan, Özel Kalem Müdürü Akın İstanbullu, ben ve Koruma Müdürü Resul Kalkan...

 

Merkez Bankası Başkanı Gültekin bir ara toplantıyı terk ederek, dışarıya, bizim bulunduğumuz bölüme çıkıyor. Ceketsiz... Dış kapıya doğru hırsla yönelirken, “Toplantıda Özer Bey’in ne işi var!” diye kendi kendine konuşuyor. Kendi kendine mi konuşuyor, yoksa biz duyalım diye yüksek perdeden mi? Galiba, ikincisi doğru. Sinirli ve canı sıkkın. Yaktığı sigarasından iki-üç nefes aldıktan sonra söndürerek, yeniden giriyor toplantıya. Bir ara toplantıya ben de çağrılıyorum. Salondaki büyük dikdörtgen masanın çevresindekilerin yorgunluktan bittikleri her hallerinden belli. Her kafadan bir ses çıkıyor.

 

Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin, sıkıntıda. Suratı asık. Devalüasyonun yüksek tutulması gerektiğini, ancak devalüasyonla birlikte “Stabilizasyon Paketi”nin de uygulamaya konulmasını istiyor. Gültekin, yüzde 18’in üzerinde belirlenecek bir devalüasyonu işaret ediyor. Ekonomi kurmaylarıyla daha önce yaptığı toplantıda, yüzde 5 devalüasyonun uygun olacağını belirten Tansu Çiller, bu görüşünü bu toplantıda değiştiriyor. Kur ayarlaması gecesine ilişkin anlatacaklarım bitmedi. Hani, gazeteci olarak sizin bile bilmediğiniz bir olaya tanıklığımı anlatacağım dedim ya…

 

Şimdi sıra o çok önemli olayda: O gece Başbakanlık Konutu’ndaki çalışmalar sürerken Tansu Çiller bir ara toplantıdan çıkıyor ve kapı önünde bekleyen Nalan Kozan’a, “Bana Akın Bey’i bağlayın!” diyor. Talimat hemen yerine getiriliyor ve Başbakan telefonla konuşuyor Akın Bey’le. Akın Bey, bir özel bankanın genel müdürü!

 

Siz tüm bu konuşmaları duyuyorsunuz…

 

Tabii, hepimiz duyuyoruz: Ben, Akın İstanbullu, Nalan Kozan, Resul Kalkan. Hepimiz konuşmalarına tanığız! Başbakan, bu özel bankanın genel müdürünü herhalde hal-hatır sormak için aramıyor. Şaşırtıcı bir olay değil mi İpek Hanım! O gece yarısı, Türk Lirası'nın Amerikan doları karşısındaki yeni fiyatı 17 bin 250 lira olarak belirleniyor. Bu, yüzde 13 devalüasyon demek... Ama hatırlıyorsunuzdur sanırım.

 

Dolar serbest piyasada birkaç gün içinde belirlenen bu rakamı aşarak 40 TL’ye yükselecektir. O saatte televizyonlar canlı yayında. Başlıklar, “bu karardan kimin, ne kadar para kazandığı ve Türkiye’nin ne kaybettiği” yolunda odaklanıyor ve ertesi günü Özal’ın Türkiye’ye kazandırdığı prenslerden sayılan Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin istifa ediyor. Bu anlattığım olay, birinci bilinmeyen... Tarih, isimler, eylemler, her şey ortada ve gerçek. Hangi özel banka, o bankanın o tarihte genel müdürü kimdi, Merkez Bankası Başkanı bu yüzden mi istifa etti diye sorarsanız, bu sorulara cevap çok kolay. Kısa bir araştırma, ilgilenenleri bu soruların cevabına götürecektir.

 

İkinci bilinmedik olay nedir?

 

Yalova’daki Çiftlikköy’de deniz kenarındaki bir yakınımın evinde birkaç günlüğüne misafiriz. Silahlı kuvvetlerdeki görevinden ayrıldıktan sonra Sema Sitesi’ne yerleşen Fikret abiyle sahil boyunca yürürken, bir villanın bahçesindeki balkondan bize seslenildiğini fark ediyorum. Seslenen kişi, ayağa kalkmış, “Mehmet gelsene! gel gel!” diye el ediyor. Bu yakından tanıdığım ve adını hep saygıyla andığım, bir zamanlar Çillerlerin yakın dostu bir bakan. Villanın giriş katındaki balkonda oturmuş geçmişten, gelecekten sohbet ederken bir ara söz, İzmit-Yalova arasına kurulması planlanan Türkiye’nin en uzun köprüsünden açılıyor.

 

Bu projeye yabancı değilim. Çiller’in başbakanlığı döneminde gündeme gelmiş, tüm hazırlıkları yapılmış, hatta bugünkü köprü ve Yalova geçişi ihalesi yapılmıştı. Ama nedense ihale iptal edilmişti. İçinde birçok soruları barındıran bir iptaldi bu. İhaleyi alan firma tüm gerekleri yerine getirmiş olmasına rağmen bu işten vazgeçtiğini tam sayfa ilanlarla gazetelerde açıklamıştı. Ancak, o açıklamada benim anlatacağım gerçek saklanmıştı. O tarihte yalısında sohbet ettiğimiz eski bakana, “Peki” diye sormuştum, “Böyle güzel bir projeden neden vaz geçildi? Siz de o tarihte bakandınız!” Cevap: “İhaleyi kazananlar, bu işi gerçekleştirmek için gerekli parayı bulmuşlardı ancak başbakana yakın birisinin istediği parayı bulamadıkları için bu işten vazgeçtiler!”

 

Başbakana yakın o “birisi” kimdi?

 

Saygın bir gazeteci dostun bana anlattıkları geliyor aklıma şimdi. Gerilere dönüp o olayı, Tansu Çiller’in yakın dostu Güneri Cıvaoğlu’ndan söz etmeliyim: 1994’ün Çillerler için en sıkıntılı günlerinden biri… O günlerde, Türkiye gündeminde başbakanın eşiyle ilgili çeşitli iddialar dolaşıyor. Cıvaoğlu o tarihte Çillerlere en sert muhalefeti yapan gazete Milliyet’te yazıyor. Tüm yazılı ve görsel basın, Çiller’in yurt dışında edindiği mal varlığının peşinde. Öteki köşe yazarları gibi, Cıvaoğlu da Çillerlerin yurt dışındaki mallarını satıp Türkiye’ye getirmesini istiyorlar.

 

Tansu Çiller, bu rüzgâra kendisini kaptırdığı için Cıvaoğlu’na bozuluyor. Cıvaoğlu Çiller’le yaptığı konuşmayı bir uçak yolculuğunda anlatıyor bana. Çiller’e telefonda, “Sizi başbakanlıktan hiç bir gücün indirebileceğine inanmıyorum” diyor Cıvaoğlu. Tansu Hanım, bu güzel sözün arkasından ne geleceğini kestirebilmiş değil. Cıvaoğlu devam ediyor: “Ama bir tek kişi yüzünden yok olacaksınız… O kişi, eşiniz Özer Çiller’dir!” Güneri abim bu olayı bana anlatırken, “Telefonda önce bir sessizlik oldu. Sonra, Tansu’nun hıçkırıkları duyulmaya başladı.

 

Çiller hıçkırarak ağlıyordu” diyor. Cıvaoğlu anlatmayı sürdürüyor: “Tansu, hıçkırıklar arasında bana, ‘Benim kocam çok namusludur. Bugünlere geldiysem hep onun yardımıyla geldim. Özer’e iftira atıyorlar. Senin bildiğin bir şey varsa bana söylemelisin" diyor. Cıvaoğlu, “Bazı şeyler hissedilir, ispatlanamaz” cevabını veriyor. Ve devam ediyor: “Özer’in pis işlere bulaştığını hissediyorum!” Anlattığım bu olayların tanığı olan ben, şimdi başka ne diyeyim İpek Hanım? Bu olaylarda geçen isimlere ilişkin ipuçları verdim. Dileyen o isimlerin kimler olduğunu kolayca bulabilirler.

 

Peki Çiller’in AKP’ye desteğini nasıl açıklarsınız?

 

Sayın Çiller’in AKP’ye veya Cumhur İttifakı’na destek vermesinin sadece ittifaka, Sayın Erdoğan’a veya Bahçeli’ye değil, kör-topal yürüyen demokrasimize, siyaset hayatımıza da büyük zarar vereceği kanaatindeyim. Zaten, Çiller’in hayali olan yeniden siyasete dönme düşüncesinin hayata geçirileceğini sanmıyorum. Büyük bir yanılgı içinde o. Önceleri, onun aydın bir cumhuriyet kadını olduğu söylemlerinin peşinde koşmuştu kadınlarımız. Aydın kişiliğiyle, çağdaş görüntüsü ile umut kaynağıydı o, hatırlayınız. Ama sonra herkes gibi kadınlar da hayal kırıklığına uğradılar.

 

Tansu Hanım’ın iktidarı boyunca hep inkârcı bir politika izlediği biliniyor. Dün ne yaptığını, ne söylediğini hep unutmuş, gelişen şartlara göre yeni stratejiler, yeni söylemler geliştirmiş ve büyük bir cesaretle hiç kimsenin kabul edemeyeceği bu yolu benimsemiştir. Örnek mi? Önce 28 Şubat’a sahip çıktığını hatırlayın lütfen. O meşhur MGK bildirisini imzalarken, “Burada sıralanan hususlar bizim partimizin ilkeleri arasındadır” demiş, ama sonra 16 yıl hapse mahkûm FETÖ Savcısı Mustafa Bilgili’nin kendisine gösterdiği gazete kupürlerine kanıp, “28 Şubat darbedir!” diyerek yol değiştirmiştir. Terörle birlikte mücadele verdiği generaller onun yüzünden bugün hapiste çürümektedirler. Başbakanlık koltuğunda otururken Refah lideri Erbakan’a herkesten fazla yüklenmiş, onun cumhuriyet düşmanı olduğunu seslendirerek Refah’a savaş açmış; sonra dinci bir siyaset özlemi içinde bulunan Erbakan’la koalisyon hükümeti kurarak bir süre mutlu-mesut yaşamayı seçmiştir.


 

Kaynak: Artı Gerçek 

Editör: TE Bilişim