Gazete Emek- Gazeteci Yazar Faik Bulut'un Güvenli Bölge'ye ilişkin Duvar'a yazdığı yazı şu şekilde:

Mutabakat, gayet sancılı olacak; geri dönüşler veya ileri çıkışları içeren krizlere de gebedir. Yaşanacak bütün olumsuz gelişmelere rağmen görüşmelerin dolaylı muhatabı olan Kürt tarafının siyasi varlığı, Türkiye nezdinde siyasi varlığı kabul görmüş; adı konulmasa ve itiraf edilmese bile gelecekteki meşruiyetinin ilk adımı atılmış sayılır.

 
ABD ile Türkiye arasında silahlı Kürt birimlerinin egemen olduğu Kuzey Suriye-Türkiye sınırında “güvenli bölge” oluşturulması konusunda genel bir mutabakat çerçevesi oluşturulduğu varsayılıyor. Böyle bir bölgenin derinliği ve uzunluğu ile kim/kimler tarafından denetleneceği konusu henüz tartışmalıdır. Kesin sonuçlar alınmış değildir. Belirsizlikler ve çelişkilerle dolu başlamış görünen süreç hakkında 15 Ağustos tarihi itibariyle resmi demeçler verilmeye devam ediyor. Birkaç örnek verelim. ABD Savunma Bakanlığı/Pentagon Sözcüsü Sean Robertson, şu açıklamayı yapmış: “Şu an Türk askeri muhataplarımızla birlikte Ortak Koordinasyon Merkezi için seçenekleri gözden geçiriyoruz. ABD, Türkiye ile istişareler sürerken bazı eylemleri hızla başlatmaya hazırlanıyor… Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturmak üzere Türkiye ile varılan anlaşmanın aşamalı olarak hayata geçirilecektir.”

The National Interest dergisinde pazartesi günü bir makalesi yayınlanan ABD’nin Suriye’deki askeri güçlerinin (CENTCOM) eski komutanı Joseph Votel, güvenli bölgenin kontrolünün Ankara’ya verilmesine karşı çıkarak şunları söyledi: “Böyle bir güvenli bölgenin ilgili tüm taraflar için sorun oluşturacaktır. Güvenlikli alanlar genellikle çatışma bölgelerindeki halkı korumak için kurulur ve genellikle nötr olmak için, askerden arındırmak için ve insani hedeflere odaklı olarak tasarlanır. Fırat’ın doğusunda 30 kilometrelik güvenlikli alan dayatmak ters sonuç verir: Suriye Kürt nüfusunun yüzde 90’ından fazlasını göçertmek, zaten çok çetin olan insani durumu daha da ağırlaştırmak, uzatmalı askeri konumlandırma gerektirerek ağırlaşmış bir çatışma koşullarını oluşturmaktır.” (Nûpel.net sitesi,15 Ağustos 2019)


Türk yetkililer tarafından yapılan resmi açıklamalara bakalım: “Milli Savunma Bakanlığı’nın dün resmi Twitter hesabındaki paylaşımda “bölgede insansız hava araçlarımız (İHA) görev icra etmeye başlamıştır ” denildi… Türk İHA’ları daha önce söz konusu hattın Türkiye tarafı ile Suriye’de Rusya’nın izniyle kimi zaman İdlib’in yanı sıra TSK’nın denetiminde olan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekât bölgelerinde uçuyordu. Böylece Türk İHA’ları ilk kez Fırat’ın doğusunda Suriye tarafında da uçuş yapmaya başlamış oldu… Bu, ABD’nin kendi denetiminde olan Suriye’nin kuzeyindeki bölge üzerinde hava sahasını Türk İHA’larına açtığı anlamına geliyor. Türk İHA’ları, bölge üzerinde uçarak keşif yapıyor. Bu keşiflerle, terör örgütü PYD/YPG’nin bölgedeki konuşlanması, mevzi, beton blok ve tüneller gibi tahkimatı, hareketliliği, bölgeden geri çekilmeye başlayıp başlamadığı tespit ediliyor. ABD ile varılan mutabakat uyarınca, terör örgütünün tahkimatı ile birlikte ağır silahlarının da imha edilmesi gerekiyor. Kulislerde, ileri aşamada savaş uçaklarının da bölgede keşif yapabileceği iddiaları konuşuluyor. ‘ABD ile koordineli bir şekilde Suriye kuzeyinde tesis edilmesi planlanan güvenli bölge kapsamında Şanlıurfa’da kurulacak müşterek harekât merkezinin faaliyete geçirilmesine yönelik çalışmalara devam edildiği’ de vurgulandı. Şanlıurfa Akçakale’de 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı’nda yapılan toplantılara dün Diyarbakır’daki 7’nci Kolordu Komutanı Korgeneral Sinan Yayla ile üst düzey askeri yetkililerin de katıldığı öğrenildi. Aynı açıklamada, ‘Bugün, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Korgeneral Stephen Twitty başkanlığındaki ABD askeri heyeti, Genelkurmay Başkanlığını ziyareti müteakip, harekât merkezinin kurulumu ile ilgili  koordine faaliyetinde bulunmak üzere Şanlıurfa’ya intikal edecektir’ ifadeleri yer aldı.” (Uğur Ergan haberi, “İHA’lar Fırat’ın doğusuna geçti… ABD hava sahasını açtı”, Hürriyet gazetesi, 15 Ağustos 2019)

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da açıkladığı üzere hala belirsizlikler var. Yani mutabakat kesin sonuca bağlanmamış ve şeytanın gizli olduğu ayrıntılar henüz kesinleşmiş değil. Çavuşoğlu, 15 Ağustos tarihinde yayımlanan konuşmasında,  “Henüz detaylandırılması gereken birçok konu var” diyor. Suriye’deki genel gelişmeler ile Rojava’yı yakından izleyen, bir anlamda alan gazeteciliği yapan Fehim Taştekin, 15 Ağustos tarihli Gazete Duvar’daki değerlendirmesinde aynı noktaya işaret etmiş: “…Taraflar patinaja erken başladı. Tampon pazarlıklarıyla ilgili son yazımda, üç maddelik mutabakattaki muğlâklıkların üç tarafa da manevra alanı bıraktığını vurgulayıp, ‘Kendi içinde Kürtlerle barışı tesis etmediği sürece Türkiye sınırların altındaki savaşı öyle ya da böyle canlı tutacaktır’ demiştim… Mutabakat birinci haftasını doldurmadan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ‘Ağustos, tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Bu ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz’ diyerek suları köpürttü. Ardından Savunma Bakanı Hulusi Akar, ‘Koridorun derinliği 30-40 kilometre olmalı… B ve C planlarımız hazır, kendi faaliyetlerimiz de olacak’ dedi. Bunun üzerine Mezopotamya Ajansı, Ankara’daki toplantıda 5 kilometre derinlik, 100 kilometre genişlikte anlaşıldığını yazdı. Buna göre Tel Ebyad (Girê Spî) ile Ras el Ayn (Serekaniye) arasında 100 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre derinliğindeki alandan YPG çekilecek. Şehirlerin denetimi yerel askeri meclislere bırakılacak. Burada uluslararası koalisyonun denetiminde gözlem noktaları kurulacak. Ağır silahlar ise 20 kilometre aşağıya çekilecek. Şartları yerine getirirse Türkiye bu bölgede uçuş da yapabilecek. Bunlar, Kürtlerin ABD aracılığıyla Türkiye’ye sunduğu öneriyle de üç aşağı beş yukarı örtüşüyor….”

Sıra, farklı değerlendirmelerde: Bir dönem, TSK Genelkurmay’ına yakın tutum ve görüşleriyle tanınan Müyesser Yıldız, ABD-Türkiye anlaşmasının Türkiye’ye yaramadığını kesin bir ifadelerle belirtmiş: “Erdoğan 26 Temmuz’da Fırat’ın doğusunda terör koridorunun oluşmasına izin vermeyeceklerini tekrarlayıp, ‘ABD ile Suriye sınırları boyunca güvenli bölge oluşturmaya yönelik görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, Fırat’ın doğusundaki terör koridorunu paramparça etmekte kararlıyız’ deyince, herkes ‘bir gece ansızın’ Suriye’ye girilmesine ramak kaldığını düşündü. ABD’den ilk grup heyetler geldi. Görüşmeler yapıldı… Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 29 Temmuz’da ABD’nin yeni Savunma Bakanı Mark Esper’den tebrik telefonu açtı ve mevkidaşından şunları istedi: YPG/PKK’nın tüm silahlarının toplanması… Terör örgütünün güvenli bölgeden tamamen çıkarılması… Güvenli bölgenin 30-40 kilometre derinliğinde olması… YPG/PKK’nın bölgede yaptığı tüm tünel, mevzi ve tahkimatların imha edilmesi… Güvenli bölgenin ABD ile koordineli bir şekilde Türkiye tarafından kontrol edilmesi kriterlerine göre oluşturulması… İki ülke arasındaki bu ‘söz düellosu’ devam ederken, ABD’den Ankara’ya ikinci bir askeri heyet geldi. H. Akar, daha önce Esper’e ilettiği taleplerimizi tekrarladı. Ancak görüşmeler sonucunda bilindiği gibi, şu konularda uzlaşma sağlandığı açıklandı: Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi için alınacak ilk tedbirleri hızla uygulaması… Güvenli bölgenin tesisinin birlikte koordine edilmesi ve yönetilmesi amacıyla Türkiye’de ortak operasyon merkezinin mümkün olan en kısa sürede kurulması… Güvenli bölgenin bir barış koridoru olması ve yerlerinden edilmiş Suriyelilerin ülkelerine dönebilmeleri için her çabanın gösterilmesi. Türkiye’nin özellikle terör örgütüyle ilgili talepleri konusunda tek bir somut adım, söz var mı? Yok!..

Sahadaki bir komutandan, geçen hafta YAŞ toplantısında emekli edilmesi kararlaştırılan Müşterek Özel Görev Kuvvet Komutanı Tuğgeneral Erdal Şener’in, bugün Cumhuriyet gazetesinden Ali Açar’a yaptığı açıklamadan öğrenelim. Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon için ABD ile bir yıldır görüştüğünü vurgulayan Şener’in değerlendirmeleri özetle şöyle: ‘Amerika, PKK/PYD’ye 10-15 bin TIR silah, mühimmat ve askeri malzeme verdi. Onları orada bir ordu haline getirdi. Hem bizimle görüşüp, hem PKK/PYD’yi güçlendirdi. Bizimkiler ise ‘Askeri güçle ele geçirir, kendi kuyruğumuzu kendimiz keseriz’ diyerek bölgeye Türkiye tarafından 5-10 komando tugayı yığıldı. Karşı tarafa da ‘Ben hazırım’ mesajı verildi. Aralık ayından bu yana da yığınak yapıldı. Bu arada görüşmeler sürerken önceki gün güvenli bölge anlaşması yapıldı. Bu açıklamadan Türkiye’nin askeri harekât yapmasına izin verilmediğini anlıyoruz. Kamuoyunun tansiyonunu düşürmek için de böyle bir açıklama yapıldı. Askeri güç kullanmaya ABD müsaade etmedi, çünkü orada PKK/PYD üzerinden yürüttüğü varlığının yok edilmesini göze alamaz… Türkiye’nin orada askeri operasyon yapma yetkisi yok. Oyalama taktiği ile karargâh kurup, iş yapıyormuş gibi davranacaklar. Bu anlaşma Türkiye’nin değil, ABD’nin çıkarına oldu. Bekle gör politikası uygulanacak.’… Bu yeni süreçte yeni bir ‘Aldanma ve aldatılma’ yaşamayacağımızın garantisi var mı; Elbette ve maalesef yok!” (Odatv haber sitesi, 9 Ağustos 2019)


 
Bir değerlendirme de, sıkı ulusalcı görüşleriyle tanınan Deniz Kuvvetleri eski komutanı Türker Ertürk’ten: “En sonunda dağ fare doğurdu ve ABD’nin istediği oldu! Halbuki iktidar, tam bir yıldır Fırat’ın doğusuna harekât icra edeceğini söylüyor ama bir türlü gerçekleştiremiyordu. Çünkü ABD’den icazet bekleniyordu. İcazet yine gelmedi… ABD ile üzerinde anlaşıldığı söylenen Güvenlikli Bölge, ABD açısından nihai hedefe doğru ilerlerken bir oyalama ve kurbanı ürkütmeme hamlesidir. Nihai hedef ise Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli maddesi olan bölgede kurulmaya çalışılan Kürt Devleti’nin Suriye bacağını inşa etmektir…” (“ABD’nin kucağına atladılar”, Odatv sitesi, 14 Ağustos 2019)

Kürt sorununa ilişkin gelişmeleri yakından izleyen gazeteci Kadri Gürsel’in “güvenli bölge anlaşması”ndan ne anladığına bakalım: “Önümüzdeki günlerde Fırat’ın doğusunda bir şeyler olacak da, ne olacağını ‘oyun kurucular’ın dahi şimdilik tam olarak bildiğini zannetmiyorum… Önce, Türkiye’nin ordusunu Fırat’ın doğusuna sokmasının muhtemel değil mukadder olduğunun ilgili tüm taraflarca algılanması temin edildi… Bu tarihten sonra ‘aldım, verdim, ben seni yendim’ oyununun adımları hızlanıyor… Dikkat çekici olan, bu açıklamanın ‘güvenli bölge’nin uzunluğu ve derinliği konusunda herhangi bir ayrıntı içermemesiydi. Halbuki iki tarafın müşterek bir harekatı söz konusu olacaksa üzerinde öncelikle anlaşmaya varmaları gereken konu buydu. Net olan ise Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde tek taraflı bir harekâta şimdilik girişmeyeceği ve buna karşılık ABD’nin de bu bölgeyi PKK’dan arındırma taahhüdünde bulunduğuydu… ABD ve Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki ‘aldım-verdim’ oyununda birbirlerinin ‘ayağına basmamaya’ karar vermiş gibi göründüler. Sanki birbirlerine, ‘Ben seni yendim’ dememek üzere şimdilik mutabık kalmışlardı… ABD’nin önceliği ise müttefiki SDG-YPG’yi ve bundan dolayı da PKK’yı Türkiye’ye karşı korumak. ABD’nin anladığı ‘güvenli bölge’ aslında bir ‘tampon bölge’: Türk güvenlik güçleri ve PKK’nın birbirlerinden aralarında kurulacak bir tampon bölgeyle ayrılmasını hedefliyor… Suriye’nin kuzeyindeki ‘aldım-verdim’ oyununun sonunda taraflar birbirlerinin ayaklarına gerçekten basarlarsa… Türkiye’nin tek taraflı ve derinlere inen bir operasyonu sonucunda, Fırat’ın doğusundaki YPG-IŞİD denklemine dayanan Amerikan pozisyonu sarsılır ve hatta çökebilir. Bunun sonucunda Suriye’deki Rus-Amerikan dengesi Rusya’nın lehine bozulur. Kriz, Türk-Amerikan ilişkilerini kapsamlı, çok sancılı ve tarihsel bir kopuşa sürükleyerek iki tarafın da farklı türden ama kendince büyük zararlar görmesine yol açar.” (Kadri Gürsel, “Fırat’ın Doğusu: Kim ne aldı, ne verdi, kim kimi yendi?”, Diken haber sitesi, 15 Ağustos)

Eski diplomasi muhabiri Murat Yetkin, adına açtığı sitede 14 Ağustos tarihli değerlendirmesinde aşağıdaki sorularla anlaşmanın bilinmeyenleri ve muhtemel gelişmeler üzerinde fikir alıştırması yapmış: “Güvenli Bölge kurulması, Suriye sınırından gelen tehdidini önlerse Türkiye’deki terörizm, PKK ve nihayet Kürt sorununa çare bulunmuş mu olacak? Son yerel seçimlerde (Meclis’teki üçüncü büyük grup olan) HDP’nin kazandığı belediyeleri, kayyımlar yoluyla yeniden ellerinden alma hazırlığı, ABD’nin desteğiyle Suriye’de Güvenli Bölge kurma planıyla paralel mi düşünülüyor? Erdoğan, bu süreçte CHP ve İYİ Parti muhalefetinin mutedil tepkiler verip sorgulamakla yetinmesinden ama MHP ile HDP’nin ABD ile Güvenli Bölge sürecini desteklemesinden bir sonuç çıkarıyor mu? Bütün bu çabalara rağmen Güvenli Bölgenin ‘yine oyalama’ olduğu ortaya çıkarsa bunun bir yandan devam eden ‘ticaret hacmini 20 milyardan 100 milyar dolara çıkarma’ çalışmalarına da ciddi darbe vuracağı düşünülmüyor mu?.. Erdoğan ve AK Parti umudunu Trump, Bahçeli ve Öcalan’dan PKK’ya ‘silah bırak’ çağrısına bağlamışken Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bayram tatili sonrasında CHP Genel Merkezini daha gerçekçi ve yaratıcı öneriler üretmek için çalıştırmasında Türkiye’nin de yararı var. Çünkü hükümetin neredeyse her derde deva diye sunduğu Güvenli Bölge önerisi, yanıtlardan çok soruları artırmış durumda.”

Gelelim, mutabakatın direkt tarafı ama dolaylı muhatabı sayılan Rojava’daki Kürt hareketine. Onların görüşünü de SGD Genel Komutanı Mazlum Ebdî’nin ANHA haber ajansındaki açıklamasından özetleyebiliriz: “SDG ile Türkiye arasında dolaylı görüşmeler devam ediyor. ABD ile Türk devleti arasındaki görüşmelere, kendi önerilerini bir proje dâhilinde sunduk. Ancak nihai bir anlaşma, henüz sağlanmadı. Bize göre; Fırat ve Dicle suları arasında olacak bu bölgenin derinliği 5 km olmalı. Girê Spî ile Serêkaniyê arasındaki bazı yerlerde bu derinlik 9 km’yi bulmalı. Küçük bir alanda ise bu mesafe 14 km’ye ulaşmalı. Türk devletiyle varılacak bir anlaşma, hem Suriye’deki sorunların çözümüne hem de IŞİD’in tümden tasfiyesine çok olumlu bir katkı sunacaktır. Aksi durumda ise IŞİD, tüm dünya için eskisinden daha büyük bir tehlike oluşturacaktır. Böyle bir anlaşma, Suriye rejiminin de elini güçlendirecek, Suriye genelinde yaşanan krizin çözülmesine büyük olanak sağlayacaktır. Fakat Suriye yönetimi, gelişmeleri doğru okuyamadığı için, bu görüşmelere tepki gösteriyor.”

Çin haber ajansı Xinhua’da yayınlanan kimi uzman görüşlere bakılırsa, ABD’nin başını çektiği koalisyon tarafından bir Kürt devleti fiili olarak kurulmuştur. Uzmanların görüşlerini şöyle formüle etmek mümkün: “Suriye hükümetinin rızası ya da BM Güvenlik Konseyi’nden görev alma yetkisi olmadan, Türkiye’nin güvenli bir bölgeyi inşa etmesi zor olacak. Askeri müdahale yalnızca Suriye’deki koalisyon ortaklarını değil, aynı zamanda Rusya ve İran’dan gelen muhalif kesimi de devreye sokar.” (KRD News, 9 Ağubtos tarihli haber bülteni)

Hürriyet gazetesinde diplomasi konusunda yetkinliği ve serinkanlı değerlendirmeleriyle bilinen muhabiri Sedat Ergin, kendince bazı çıkarsamalar yapmayı sürdürüyor. Ona göre, bu mutabakat, aslında şimdiki niteliği ‘devletçik’ olan bir siyasi varlığın doğumuna götürebilir: “Mesele, kimin öyle bir doğuma ‘ebelik’ yapacağıdır. Türkiye ile ABD arasında Suriye’de Fırat’ın doğusunda kurulması tasarlanan ‘güvenli bölge’nin coğrafi olarak nasıl bir şekil alacağını, nasıl işleyeceğini, nasıl bir içerik kazanacağını ayrıntılarıyla müzakereler sonuçlandığında öğrenebileceğiz… Türkiye’nin sınırla ilgili güvenlik kaygılarına ve beklentilerine en ideal çözümün bulunduğu bir senaryoda bile güvenli bölge dışında Fırat’ın doğusunda yayılan bu coğrafyanın Suriye’nin geleceğinde nasıl bir statüye oturacağı bugün için bir büyük sorudur. International Crisis Group (ICG-Uluslararası Kriz Grubu) ‘Suriye’nin Kuzeydoğusunda İmkansızı Başarmaya Çalışmak’ başlıklı rapordaki en çarpıcı ifadelerden biri bu bölümde karşımıza çıkıyor: ‘ABD, Suriye’de YPG’nin yönettiği özerk bir devletçiğin kuruluşuna katkıda bulunmak gibi bir niyetle yola çıkmamış olabilir. Böyle de olsa, ABD, DEAŞ’a karşı yürüttüğü savaşın seyri içinde, alan olarak Lübnan’ın beş kat büyüklüğünde, üzerinde milyonlarca Suriyelinin yaşadığı ve çıkış yeri olan Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerden bugün çok daha geniş bir alana yayılan bir devletçiğin meydana gelmesini (midwifing: ebelik yapmak) sağlamıştır.’… ICG raporuna göre, PYD’nin (siyasi kanat) kontrolündeki ‘özerk yönetim’ YPG’nin yönettiği SDG bünyesindeki 60 bin ‘savaşçı’nın maaşını ödüyor. Rapor, özerk bölgedeki yönetimin bordrosunda olan polis gücünün sayısını 30 bin, diğer ‘kamu görevlileri’nin sayısını ise 140 bin şeklinde veriyor…Şimdi baştaki soruya dönelim. Suriye’ye bulunacak siyasi çözümde bu bölgenin statüsü ne olacaktır?” (Hürriyet, 15 Ağustos tarihli makale)
 
Sedat Ergin’in alıntı yaptığı Uluslararası Kriz Grubu (İCG), genelde günlük olaylardan azade bir biçimde ve uzun erimli raporlar hazırlamasıyla ünlüdür. Ergin’e göre ise “objektif tespit ve değerlendirmeleriyle nam salmıştır.” Nitekim Ergin, ICG’nin ana tespitini ön plana çıkarmış: Bir Kürt devletçiğinin doğum ebeliği yapılmaktadır. İngilizce, Arapça ve Türkçe yayınlanmış 31 Temmuz 2019 tarihli ve 204 sayılı raporun özgün başlığı şöyle: “Squaring the Circles in Syria’s North East.” Raporun Bu tespitlerden bazılarına yer verelim:

“ABD’nin Suriye politikasında çark etmesi, yani Başkan Donald Trump’ın Amerikan askerlerinin Suriye’den hemen çekileceğini duyurmasının ardından ülkenin kuzeydoğusunda belirsiz bir süre için sınırlı sayıda asker bulundurma kararı, bölgeyi daha fazla istikrara kavuşturma yolunda bir fırsat sunuyor. ABD’nin Suriye’den hızlı bir biçimde çıkması beraberinde önemli bir risk getirecekti: Suriye rejimi veya Türkiye ya da her ikisi birden, Türkiye ile uzun süredir çatışma halinde bulunan ve Türkiye, ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak tanınan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı Halk Koruma Birlikleri’ne (YPG) saldırarak bölgedeki menfaatlerini ilerletme çabasına girişeceklerdi. Bu politikanın tersine çevrilmesiyle ABD, kuzeydoğuda Amerikan askerleri çekildikten sonra dahi geçerliliğini sürdürebilecek bir anlaşmaya varılması için arabuluculuk yapabilme imkânına sahip. ABD buradaki nüfuzunu akıllıca kullanmalı. ABD’nin YPG’yi Türkiye’den gelebilecek olası bir askeri müdahaleye karşı koruması vaadi karşılığında YPG’ye yönetimdeki tekelini azaltması ve PKK ile bağlarını gevşetmesi yolunda baskı yapmalıdır. ABD ayrıca YPG’yi, Şam’la kuzeydoğunun ademi merkeziyetçi bir yönetim temelinde Suriye devletine tedricen yeniden entegre olmasını sağlayabilecek, Rusya destekli bir anlaşma yapmaktan caydırmaya çalışmaktan da vazgeçmelidir.  Bugüne kadar Washington yönetimi Türkiye ile YPG arasında ortak zemin bulmaya odaklandı. Ancak aradaki anlaşmazlık hala çok derin. Ankara, YPG’nin kuzeydoğudaki hâkimiyetini sınırlandırmak ve örgütü Türkiye sınırından uzak tutmak için Suriye’nin kuzeyinde sınırlı bir bölge üzerinde tam kontrole sahip olmayı talep ediyor. YPG ise hemen hemen aynı bölgeye denk gelen bir alanın uluslararası güvence altına alınmasını, Türkiye ordusunun oradan tamamen çekilmesini talep ederken, yalnızca sınırlı sayıda militanını bu alanın bazı kısımlarından çıkarabileceğini ifade ediyor.

Bu konuda bir uzlaşmaya varılmadığı sürece son beş yıldır süregelen ABD politikasının temel çelişkisi ortadan kalkmayacak; Washington ya YPG’yi koruyacak ya da Türkiye ile bağlarını güçlendirecek, ancak her ikisini birden yapamayacak. Eğer bunlardan ilkini bir öncelik olarak benimserse Ankara büyük bir olasılıkla YPG kontrolündeki bölgeye müdahale edecek ya da Suriye sınırı boyunca bir yıpratma savaşı yürütecektir. ABD eğer ikinci seçeneğe öncelik verecek olursa, IŞİD’e karşı savaşında önemli bir ortağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. YPG kendini tehdit altında hissederse büyük bir olasılıkla Deyrizor vilayetindeki Fırat vadisinden birliklerini çekip Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu kuzeydeki kasabalarına konuşlandıracaktır. Bu da ABD destekli SDG’nin 2019 başında IŞİD’den aldığı güneydeki bölgeleri IŞİD’in yeniden canlanması olasılığına karşı korumasız bırakacaktır.

İkilem yaşayan tek ülke ABD değil. Rusya da birbiriyle çelişen iki hedefi dengelemek zorunda: Bir yandan Şam’ın ülkenin tümünde egemenliğini yeniden tesis etmesine yardımcı olmak, öte yandan Ankara ile yakın ilişkilerin sürdürmek. Bugüne kadar Rusya’nın Ankara ile Şam arasında uzlaşma zemini oluşturma çabaları da YPG ile Şam arasında arabuluculuk gayretleri de boşa çıkmıştır. ABD askerlerinin kuzeydoğudan tamamen çekilmemesi de Rusya’nın elini zayıflatmaktadır…

Washington’ın kuzeydoğudaki askerlerin kalış süresini uzatma kararı sürdürülebilir bir çözüm değildir. Bu uzatmanın hukuki temelleri zayıftır ve Trump’ın takdirine bırakılmıştır, ancak er ya da geç bu bölgede ABD’nin askeri mevcudiyeti sona erecektir. Önemli olan Washington’ın askeri gücü halen orada mevcutken sürenin nasıl değerlendirileceğidir. Washington, Türkiye’yi kuzeydoğu Suriye’ye saldırmamaya, YPG’yi de Ankara’nın kaygılarını giderebilecek adımlar atmaya yönlendirmelidir. ABD’nin bölgeden eninde sonunda çekileceği gerçeği ışığında, YPG bölgede hakimiyetini azaltmalı ve PKK’nın kontrolünden sıyrılmalıdır. ABD, YPG üzerindeki nüfuzunu kullanarak Türkiye ile PKK arasındaki çatışmanın dindirilmesini de teşvik edebilir.

Suriye rejimi ile YPG’nin anlaşmaya varması bugünlerde imkan dâhilinde görünmüyor olsa da ABD anlaşmalarına engel olmaktan kaçınmalıdır… YPG’yi rejime karşı baskı unsuru olarak kullanmamalıdır; aksi halde Şam ile YPG arasında eninde sonunda çatışma yaşanması ihtimali artacaktır… YPG-Türkiye çıkmazında IŞİD’in de gözden kaçırılmaması gerekir… Suriye’nin kuzeydoğusunda istikrar bir ölçüde sağlanabilmiştir ancak bu bölge baş döndürücü sayıda yerel, bölgesel ve uluslararası aktöre ev sahipliği yapmaktadır. Bu aktörler arasındaki rekabet iyi yönetilemezse istikrar uzun ömürlü olmayacak, kaosun getireceği sonuçlar ise ölümcül olacaktır.”

Dikkat edilirse, bu yazı derin analizler yerine mutabakat çerçevesinde ne yaşandığına ve neler olabileceğine dair bilgilendirme ağırlıklıdır. O kadar alıntıdan sonra şimdilik şu belirlemeyi yapmakla yetinmek durumundayım. Mutabakat, gayet sancılı olacak; geri dönüşler veya ileri çıkışları içeren krizlere de gebedir. Yaşanacak bütün olumsuz gelişmelere rağmen görüşmelerin dolaylı muhatabı olan Kürt tarafının siyasi varlığı, Türkiye nezdinde siyasi varlığı kabul görmüş; adı konulmasa ve itiraf edilmese bile gelecekteki meşruiyetinin ilk adımı atılmış sayılır.

Editör: TE Bilişim