Karma ekonomik politikanın terk edildiği, devletin sadece savunma ve güvenlik konularıyla ilgilendiği dönem, Özal'ın ANAP hükümetiyle başlamıştı. 1980'den önce, Türkiye'de, toplumda yerli malı tüketelim kültürü genellikle hakimdi, dışarıya özenme pek yoktu. Çünkü günümüzle kıyasladığımızda alım gücü ve paranın belli bir değeri vardı. Yani 1980'den öncede, Türkiye, AB ve ABD'yle her konuda ilişkiliydi ama kısmende olsa kendine ait belli bir milli-yerli siyaseti vardı ve halkla, işçilerle, köylüyle ve çiftçiyle az buçuk ta, olsa ilgileniliyordu. 1960 anayasasının getirmiş olduğu kısmi haklar vardı ve hükümetler bunu uygulamakla yükümlüydüler. Yani devlet kurumları içinde belli bir sağ-sol dengesi hakimdi. Devletin politikası aşırı sol ile, aşırı sağ arasında duruyordu. Liberal diyebileceğimiz bir siyasetle yol alınıyordu. Ancak ülkedeki sağ kesimler bu gidişattan bile memnun değillerdi ve devleti tümden ele geçirmenin hesaplarını yapıyorlardı. Çünkü 1968 devrimci gençliği, sağın ve sermaye sınıfının korkulu rüyası olmuştu. 

***

Sağ siyasi ve sermaye çevreleri, ellerini çabuk tutmazlarsa, egemenliklerini kaybedebileceklerini düşünüyorlardı. 1980 öncesi, Türkiye burjuvazisi palazlanma dönemine girmişti ama tam olarak gelişim gösterememiş, devletin her tarafına girememişti. Çünkü devletinde bazı ekonomik dallarda sözü ve etkisi vardı. 1980 darbesi, işte devletin, sağ kesimlerin tam denetimine girmesini sağlayacaktı. Bunun yapılabilmesi için, sol kesimlerin, devrimci, demokrat kesimlerin tümden etkisizleştirilmesi, belinin kırılması ve bir daha mücadele edemez duruma gelmeleri gerekiyordu. Darbe hem solu ezdi, hem devleti tümden  sağa teslim etti, hem de, devletin bazı ekonomik etkinliklerine son verdi ve sınırsız bir özelleştirmenin önünü açtı. Yani Türkiye tam bir çıkmaza sokuldu. Özal hükümetiyle zamlı döneme geçildi. Faizler fırladı, döviz yükselmeye başladı, hayat pahalılığı mantar gibi her tarafı felç etmeye başladı ve tl'nin değeri, günümüze kadar düşmeye devam etti. Halk zamlara, hayat pahalılığına ne itiraz etti ne de karşı çıktılar, sadece alıştık alıştık dediler. 12 Eylül darbesi, toplumu fena korkutmuş, seslerini kesmişti, halk adeta korkudan lal olmuştu. Toplum, hakkını arayamaz duruma getirilmişti, mitingler, yürüyüşler yasaklanmış, işçilerin hakları budanmıştı. 

***

Darbe ve 24 Ocak kararları, Özal hükümetiyle yavaş yavaş devreye giriyordu, yoksulluk günden güne toplumu kasıp kavuruyordu ve bu gün bunun acıları daha iyi anlaşılıyor. Global sermaye güçleri, TÜSİAD ile birlikte, Türkiye'yi, bir cehenneme çevirmek için kolları sıvamışlardı. Emperyalizm adeta bir ahtapot gibi, Türkiye'ye ellerini dolamıştı. Türkiye, sömürünün her türlüsüne kapı açmıştı. Özel okullar, özel hastaneler, özel dershaneler açılmaya başlanmıştı. Kamuya ait mülkler günümüze kadar tek tek satıldı, paralar ortadan kaybedildi. Türkiye, büyük hırsızların, hayali ihracatçıların, devlet arpalığından beslenenkerin devletin parasıyla zengin olanların cenneti haline getirildi. Devletin rengi ve tonu değiştirilmişti. Bazıları, Özal'ın, Türkiye'yi geliştirdiğini, zenginleştirdiğini konuşuyorlardı. Betonlaşmanın zenginleşme olmadığını insanlar, şimdi, sofralarındaki ekmeğin, mutfaklarındaki yağın azalmasında anlamaya başladılar. Yollar, barajlar, elektrik santralleri, tüneller halka hizmetten çok, kapitalizmin gelişimine hizmet eder. Elektrik olmazsa, yeterli sayıda yollar yapılmazsa teknoloji her yere giremez. Türkiye'de elektriksiz ve yolsuz köy kalmadı artık. 

***

Sular bile köylerde evlere çekildi ve su şimdi, köylerde faturalıdır. Eskide köylerde köylüler, köy çeşmesinde suyu ücretsiz kullanırlardı ama evlere çekilince faturalı oldu. Yani köylülerin suya bile fatura ödemeleri gelişmişlik mi oluyor? Yol ve köprü yapılmasını gelişmişlik olarak görenler, paralı geçişlerden şikayetçi olmasınlar ama paralı geçişlere de, her gün zam yapılıyor. Son kırk yılda Türkiye'de korkunç bir zengin sınıfı türedi ve daha önce zengin olanların sermayeleri belki on misli çoğaldı. Dünyanın hiçbir ülkesinde insanlar zamlara alıştık demezler ama Türkiye'de, zamlara alıştık demek, bir tükenişin ifadesidir. Fransa'da, mazota yüzde üç oranında zamın olması, SARI YELEKLİLERİN, günlerce süren direnişine çarptı ve geri almak zorunda kaldılar ve bu direniş, hükümete iyi bir ders verdi. Zamlı Türkiye, daha yeni başlıyor, Özal dönemi bir başlangıçtı. Türkiye'de halk, asıl şimdi yoksulluğun katmerlisini yaşıyor, yaşayacak. Siz, zamlara alıştık derseniz, sizi daha çok şeye alıştırırlar. Türkiye, darbelerden uzak dursaydı, 1980 öncesi, 1960 anayasasının getirmiş olduğu siyasetle yoluna devam etseydi, yerli malını kullansaydı, kendi sanayisini biraz geliştirebilseydi ve tabi Kürtlere de, kültürel-kimliksel özerklik verseydi, günümüzde bu ekonomik-siyasi krizi yaşamıyor olacaktı. 

***

Türkiye, her konuda, TÜSİAD ile işbirliği içinde olan global sermaye güçlerine teslim edildi. Yani Türkiye vahşi bir kapitalizme teslim edildi. Bunca yoksulluğun ve hayat pahalılığın, ardı arkası kesilmeyen zamların sebebi bunlardır. Türkiye, özellikle son kırk iki yılda, çok değer kaybetti. Fakirliği kader olarak gören, yoksulluğa '' ŞÜKREDEN '' bir toplum oluştu. Düşünemeyen, yönlendirilen, hiçbir kötülüğe itiraz etmeyen bir toplum, kapitalizmin istediği toplum tipidir. işte Türkiye'de, böyle bir toplum yaratıldı. Bilinçli ve akıllı toplum-lar, zamlara alıştık demez-ler ve durumlarından sadece şikayetçi olmaz-lar, hakkını arar-lar. Şikayetçi olmakla da, sorunlar çözülmez. Şikayetçi olmak, sızlanmak, sorunları sadece dile getirmek, yakınmak tembellerin ve hayatında bıkmış olanları işidir. Madem yaşıyorsunuz, direnmekten başka bir seçeneğiniz yoktur. Yasal ve kanuni haklar çerçevesinde direnme hakkınızı kullanacaksınız. Türkiye'de, son kırk iki yıldır hükümet olanların hepsi de, vahşi kapitalizmin hizmetindeler ve böyle devam ederse, emin olun çok daha kötü günler halkı bekliyor. Öyle günler gelir ki, bu günü bile mumla ararsınız. Beterin beteri vardır. 1. dünya savaşı sonrası, Almanya'da, enflasyon yüzde binlere varmış, bir işçi bir günlük ücretiyle ancak bir ekmek alabiliyordu. 

***

Türkiye, şimdi o durumda değil ama eğer bu kötü gidişatın önüne geçilmezse, böyle bir akıbet, Türkiye'yi bekliyor. Halktan alan ve bir avuç zengine veren bu sömürü sistemine daha ne kadar tahammül edilecek? Kapitalist düzen partilerinin yıllardır argüman olarak kullandıkları '' AZİZ MİLLETİMİZ '' söylemlerine artık inanmayın. Kapitalizmin ne olduğunu öğrenirseniz, sizi sömurenlerin de kim-ler olduğunu göreceksiniz. Çünkü kapitalizmde sahte vatanseverlik, milliyetçilik, dindarlık ve bu gibi argümanlar, sermaye sisteminin kirli yüzünü örten siyasi argümanlar olup, bu argümanlarla, kapitalizm kendisini toplum nezdinde meşrulaştırır ve milli bir düzen olarak gösterir ve halkı sömürürler. Emek ve sınıf bilincine sahip olmak, kapitalizmin kirli yüzünü görmek için olmazsa olmazdır. Türkiye'de, toplumda emek ve sınıf bilinci çok zayıf olduğu için, kapitalist düzen partileri, toplumu bazı sahteliklerle etkileyebiliyor. Bunu kırmak ta, sol siyasetçilere düşüyor. Solun, görevini yapması ve Türkiye'yi, vahşi kapitalizmden kurtarması gerekiyor. Sol, şimdi mücadele etmeyecekte, halkı bilinçlendirmeyecekte, ne zaman yapacak? Türkiye'nin, sol siyasete ama radikal bir sol siyasete şimdi acilen ihtiyacı var. Çünkü Türkiye, özellikle, son kırk iki yıldır halk karşıtı sağ bir zihniyetle yönetiliyor. Yani bu sağ, öyle normal liberal bir sağ değil, şeytana bile pabucu ters giydiren, halka düşmanlık yapan türden bir sağ zihniyettir... 




 

Editör: TE Bilişim