Gazete Emek- Bayram nedeniyle binlerce insan cezaevindeki yakınlarını ziyaret edebilmek, “açık görüş” hakkından yararlanmak için cezaevleri yolunda. Bu insanlardan biri de tutuklu bulunan siyasetçi Gülten Kışanak'ın kızı E. Jiyan Kışanak olacaktı. Ancak, o, annesinin tutulduğu Kandıra F Tipi Cezaevi’ndeki gardiyanların "tatilde olduğu" açıklamasıyla karşılaştı ve  bu bayram açık görüşe gidemedi. Annesi Diyarbakır Büyükşehir Eş Belediye Başkanı iken görevden alınarak yerine kayyum atanan Gültan Kışanak, 25 Ekim 2016’da gözaltına alındığından beri özgürlüğünden mahrum.

Bu Bayram annesinin 'açık görüşüne' gidemeyen Jiyan Kışanak Bianet'ten Evrim Kepenek'in sorularını cevapladı. 

E. Jiyan Kışanak: “Annem Diyarbakır Cezaevi'nden çıkıp gülümseyerek mücadele etmeye devam ettiyse, barışı ve eşitliği savunduğu için bir kez daha cezaevine konulduysa ve hala barışa olan inancı hiç eksilmediyse ben umutsuz olamam.”

Politik bir annenin kızı olmak sizi nasıl etkiledi?

Bu çok zor bir soru (gülümsüyor). Her anne ve baba her çocuk için rol modeldir. Onlardan etkilenirsiniz ya onlara benzersiniz ya da ters yönde ilerlersiniz.

Benim için ise durum şöyle gelişti. Annemin bu kadar mücadeleci olması bana hep güç veren bir şey oldu. Çocukluğumda, annemin yaşadıkları benim çok anladığım bir durum değildi. İşkence görmesi, cezaevinde kalması gibi… Yaşım pek ileri değil henüz ama şu zamana kadar dönüp geçmişime baktığımda en büyük üzüntüm daha altı yaşında bir çocukken ısrarla annemin kolundaki izlerin ne olduğunu, neden olduğunu sormamdı.

Şimdi genç bir kadın olarak dönüp baktığımda, genç bir annenin küçük çocuğundan böyle bir soru duymasının ne denli güç olabileceğini ancak hayal edebiliyorum..

 Fakat zaman ilerledikçe annemin konuşulmayan/konuşmadığımız hikayesini farklı aile bireylerine sorarak öğrendim.

Öte yandan evde, bir kadının figürünün sürekli kendi kararlarını vermesi çok güç veren bir duruma dönüşüyor yetişirken. Annemle feminist bir ilişki kurduk ve öyle de devam ettik.

Nasıl bir ilişkiniz vardı ki?

Özlem vardı mesela. Sürekli olarak annemi özlüyordum. Annem Kürtçe bilmiyordu. Ben de nenelerimle, halalarımla daha çok vakit geçirdiğim için Kürtçe konuşuyordum ve Türkçe bilmiyordum. Öyle bir anne çocuk ilişkimiz vardı.

Dilimizin dahi kesişemediği bir ilişki. Ama yine de muazzam duygu gücü ve bağımız vardı her zaman.

“Çocukluğum Özgür Gündem’in koridorlarında geçti”

Sizin çocukluğunuz nasıl geçti?

Annem ve babam gazeteciydi. Her ikisi de Özgür Gündem gazetesinin geleneğinden geliyorlardı. Çocukluğum Özgür Gündem gazetesinin koltuklarında, koridorlarında geçti. Oralarda uyurdum. Gazetenin çocuğu gibiydim. Gazetede sevimli abiler ablalar çalışırlardı. Sonra birden gelmemeye başlarlardı. Abilerin ablaların fotoğraflarını zaman içinde duvarlarda görürdüm. “Bir gün ya benim annem ve babam da gelmezse” diye düşünürdüm. Bu endişelerle çocukluğum geçti.

90’larda bunlara tanık olmuştum. Bu da bana muazzam güç verdi sonrasında. “Çocuksun anlamazsın diyorlar” ama öyle değildi, anlıyordum, her çocuk her şeyi anlar.

Hep İstanbul’da mı yaşadınız?

 Hep İstanbul’da değildik. Bir süre sonra Diyarbakır’a taşındık. Diyarbakır’da yaşam güzeldi. İstanbul’da eşit ve özgür hissetmiyordum. Adım, Evin Jiyan. Mesela sokakta birileri “Adın ne?” diye sorduğunda cevap vermiyordum. Kimse bana bir şey söylememişti. Ama çocuk aklıyla kendini koruyordum sanırım. Hala zaman zaman adımı duyana kadar gülümseyen suratların düştüğüne şahit oluyorum.

“Görüşe gitmek benim için direniş hali”

Annenizle en çok neler yapardınız?

Bu benim için çok hüzünlü bir soru. Biz annemle çok baş başa zaman geçiren anne kız halini yaşamadık. Bazen bir mağazada genç bir kadın annesini arayıp “Anne elbisenin kırmızısını mı yoksa siyahını mı alsam?” diye sorduğunda kıskanıyorum sanırım. Bizim annemle böyle bir diyaloğumuz hiç olmadı.

Herkes çok kötü şeyler yaşıyor. Bu benim anlattığım çok basit bir örnek olabilir ancak biz bunu, en basit anne kız diyaloglarını dahi hiç yaşamadık. Özellikle BDP [Barış ve Demokrasi Partisi] eş başkanıyken çok yoğundu, sabah başka, öğlen başka yerlere olurdu.

Küçük bir itiraf, bazen iki gün telefonu kapatıp evde benle zaman geçirdiği de oldu tabii. Çok da güzeldi yemek yapardı. Fal bakardık birbirimize hayaller kurardık. Balkonda uzun sohbetler ederdik. Şimdi onu bekliyorum çıkacak, yine balkonumuzda oturup kahvemizi içeceğiz.

Anneniz daha önce de tutuklanmıştı..

Annemin dördüncü tutuklanışı. İlk 19 yaşındayken tutuklanmış, orada ben yokum. Annemin üniversite öğrencisi olduğu dönem. Diyarbakır Cezaevi’nde korkunç işkencelere maruz kalmış. Oradan çıktıktan bir sonra da “Hakikati yazmak, gazeteci olmak istiyorum” demiş ve İzmir’de gazetecilik okurken bir daha tutuklanıyor. Bu sefer de Saddam Hüseyin’in Halepçe’deki katliamını protesto ettiği için tutuklanıyor. Bir kere daha tutuklanıyor. Bir de şimdi tutuklandı.

Annem ben bebekken tutuklandığı dönemini büyüdüğümde bana şöyle anlatmıştı: “Çıktığımda ben seni kucaklamak istedim. Yanıma gelmedin.” Geçen Ayşe Öğretmen [Çelik] de kendi çocuğuyla ilgili benzer bir durum anlattı. 30 yılda ülkede hiç mi bir şey değişmez?

“Görüşlerimiz parti kongresi gibi oluyor”

Her hafta görüşe gidiyor musunuz?

Her hafta gidiyorum. Bu benim için bir direniş hali. Çünkü annemi Diyarbakır’da tutukladılar, dosyasını Malatya’ya gönderdiler. Kendisini Kandıra’ya hapsettiler. Adını dahi bilmediğim bir yerdi. Annem orada olmasa hayatım boyunca oraya yolum düşmezdi sanırım. Ailemizden, hayatımızdan çok uzak bir yer. Buna rağmen her hafta görüşe gittim, gidiyorum. 

Türkiye’de ilk kez kadınlar F tipinde Kandıra/Kocaeli cezaevinde kalmaya başladı.

Hapishaneye gidiş gelişin çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Tabii şöyle de bir yanı oldu bu-halin, annemle ilk kez istikrarlı ve düzenli bir ilişkimiz oldu. En azından onu her hafta gördüğüm belli bir saatimiz var.

Görüş sırasında herhangi bir hak ihlaline maruz kaldınız mı?

Benim birebir Kandıra Cezaevi’nde yaşadığım bir ihlal olmadı. Bizim görüşe çıktığımız sırada Kürt siyasi hareketinin son 20 yılına tanık olan başka kadın siyasetçilerin de görüş saati oluyor. Hepsini birden görüyorum bazen. Zaten parti kongresi gibi oluyor öyle günlerde. Son 20 yıldır Kürt siyasi hareketini temsil eden partilerin bütün kadın eş başkanları tutuklu şu anda.

Görüş sırasında nasıl bir ortam oluyor?

İlk başta bir kargaşa oluyor. Herkes bir birine sarılıyor, kucaklaşıyor. Çünkü, onlar da birbirlerini çok göremiyorlar. F tipi mahpushanelerde koğuşlar en fazla 3 kişilik olabiliyor. Görüş günü giden için de gelen için de bir hazırlık hali. En renkli, en neşeli yanlarımızı götürüyoruz. Onlar da aynı şekilde geliyorlar. Bir Kürt genç kadın olarak acayip bir duygu yaşıyorum. Bütün çocukluğum ve gençliğim boyunca gördüğüm birçok kadın siyasetçi orada. “Neden neden?” diyorum her seferinde.

“Eşitliği savunanların cezaevinde olmasını kabul etmiyorum”

Onu orada bırakıp çıkmak sizde nasıl bir etkiye neden oluyor?

Çok sevdiğiniz birini kapalı bir yerde bırakıp çıkmak çok ağır bir şey. Hele ki annenizse. Herkesin annesiyle başka bir bağı vardır diye düşünüyorum.

Bir de gerçekten yanlış ya da kötü bir şey yapmadı bu insanlar. Herkes eşit bir dünyada yaşasın diye konuştular ve siyaset yaptılar. Sürekli haksızlığa uğramış gibi hissediyorum. 40, 50, 100 senedir haksızlığa maruz kalma halinden söz ediyorum. Bitmeyen bir haksızlık hali. Bu duyguyu kabullenemiyorum. Ne yaptılar? Kürtlerin de bütün diğer halklar gibi kendi dillerini konuşma ve kendi dillerinde eğitim alma haklarını savundular. Bu yüz yılda artık bunu tartışma konusu haline getirmek bile gülünç.

Bir Kürt siyasetçi bir dönem demişti ya, “Biz diyalog kurabileceğiniz son kuşağız” diye. Çok haklıydı. Bunu çok derinden hissediyorum.

Annemin dosyasına bakıyorum suç denilecek hiçbir şey yok. Suçlamalar trajikomik. Tamamen ifade özgürlüğü kapsamında bir dosya olduğuna inanıyorum. Örneğin; Suruç katliamının protestosuna katılması suç gibi konulmuş. Bir sürü genç orada yaşamını yitirdi, bu vahşeti protesto etmek nasıl bir suç olabilir. Ya da Diyarbakır Cezaevi önünde basın açıklaması yapılmış ve orada insanlığa karşı işlenen suçlar bir daha yaşanmasın denmiş. Oysaki “Diyarbakır cezaevinin dili olsa da konuşsa.” denmemiş miydi zaten?

Sadece benim annem değil binlerce güzel insan, eşitliği ve adaleti savunan insan mahpushanelerde. Bunu kabul etmiyorum, etmemeliyiz de.

Umutsuz musunuz?

Umutsuzluğun bu coğrafyada bir lüks olduğunu düşünüyorum. Umutsuzluk gibi bir lüksümüz yok. Umutluyum. Gerçekten insanlar çok korkunç şeyler yaşadılar.

Annemi düşünüyorum. Annem Diyarbakır Cezaevi vahşetinin içinden çıkıp gülümseyerek eşitlik ve barış için mücadele etmeye devam ettiyse, barışı ve eşitliği savunduğu için bir kez daha cezaevine konulduysa ve halen gülümsüyorsa ben umutsuz olamam.

Biliyor musun annem hiç boş durabilen bir kadın değil. Sürekli üretmeye çalışmış, hayatı çalışmakla geçmiş. Bir film senaryosu yazıyor şimdi. Sırrı Süreyya Önder’le mektuplaşıyorlar ve mektup üzerinden film senaryosu yazım dersleri alıyor annem. En iyi öğrencisiymiş Sırrı Süreyya Önder’in. Bir kez hakikati ortaya koymak için yola çıktıysanız, hiçbir şey size engel olamaz.

Editör: TE Bilişim