Gazete Emek-  Elazığ E Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan  DTK Eş Başkanı Leyla Güven, Ötekilerin Gündemi'nin sorularını yanıtladı. 

Leyla Güven, verdiği röportajda,  “Bütün dünyayı kendileri yaratmış gibi davranan erkek zihniyet, kadınları her alandan tasfiye etmiştir. Artık siyaset, sanat, kültür, bilim erkeklerin eline geçmişti. Kadınlara ev işleri ve çocuk bakımı dışında bir ise yaramadıkları kanıksatılmak istenmiştir.” İfadelerine yer verdi.

Güven, “Kadınlar uyandıkça, ayaklandıkça şiddetin dozu da aynı oranda artıyor. Sistem; ucuz işgücünü, erkek ise; kölesini ve iktidarını kaybediyor. Bu uyanışda 68, 78, 80 kuşağından önemli görevler üstlenen kadınların rolünü belirtmek gerekiyor.” Diye konuştu.

Kadına yönelik şiddete ilişkin faillerin korunması şiddeti daha da arttırdığını vurgulayan Güven, “Son 19 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarında kadına şiddetin bu denli artması bir kez daha kullanılan dilin önemini gözler önüne sermiştir. “Makbul kadın”, “kutsal aile”, “edepli kadın”, “sen bir kadın olarak sus”, “kız mısın, kadın mısın?” gibi cinsiyetçi sözlerin en yetkili kişiler tarafından telaffuz edilmesi, iktidarcı erkeği daha da cesaretlendirmiştir.” Dedi.

“Kadınların sisteminde zengin obeziteden, fakir açlıktan ölmeyecek, erkek egemen sistemin geliştirdiği şiddet, taciz, tecavüz kültürü tamamen ortadan kaldırılacak, şiddette ısrar edildiği taktirde öz savunma ilkesi işletecektir.” Diyen Güven, röportajında şu ifadeleri kullandı:

-Tarihsel ve zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bu geçiş süreçlerinde, savaşlarda ve ölümcül salgınlarda kadınlara biçilen roller nelerdir? Dünyada demokratik süreçlerini tamamlamış toplumları da baz alırsak, gerçek anlamda kamusal alanlarda kadınlar yerlerini alabilmişler midir?

Doğayı ve kadınları kendileri için yaratılmış varlıklar olarak düşünen erk zihniyet yüzünden, hakikaten tarihsel ve zorlu bir süreçten geçiyoruz. Kapitalist sistemin bütün toplumu ahtapot gibi sardığı bu ortamda, herkes gerçek sorunların etrafında dolanıyor ama; kadınlar dışında hiç kimse gerçekleri cesaretle ortaya koymuyor. Biz Kadınlar olarak iddia ediyoruz, “dünya iyi yönetilmiyor!” Dünyanın her yerinde yaşanan kaos, kriz, eşitsizlikler, çelişkiler bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Ulus devletçiliğin, tekçiliğin, milliyetçiliğin, dinciliğin gelinen aşamada topluma hiçbir faydasının olmadığı açıkça ortada durmaktadır. Zaten her açıdan büyük bir buhran yaşayan dünya halkları, Pandemi süreci ile birlikte daha da belirsiz bir girdaba sürüklendiler. Her ülkede bilim insanları yoğun araştırmalara başvurarak çare arıyorlar, her zaman olduğu gibi bu süreçte de en dezavantajlı grup kadınlar oluyor.

Kadınlar, işten çıkarılan, iş bulması imkânsızlaşan, evde kalan, erkeğin şiddetine maruz kalan, okula gidemeyen çocukların, dışarıya çıkamayan yaşlıların ve her türlü hizmetini yapmak zorunda kalıyorlar. Nasıl ki savaşlarda kadınlar ganimet olarak görülüp geri hizmet, angarya işlerde çalıştırıldı ise Pandemi sürecinde de kadınların başarılarından hiç söz edilmedi. Bilim insanlarının, sağlıkçıların, kamusal alandaki yöneticilerin içinde hiç kadın yokmuş gibi bir dil kullanıldı. “Adamlar, adamlar” sözleri en çok duyduğumuz ve biz kadınların kulağını tırmalayan sözcükler oluyordu. Dünyada çok az sayıda olsa da karar mekanizmalarındaki kadınların başarılarından hiç söz edilmedi. En önemli örneklerden biri Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern oldu. Pandemi döneminde aldığı bazı demokratik kararlarla bütün kamuoyunun dikkatini çekti. Ancak erkek egemen sistemin hakim olduğu medyada hak ettiği karşılığı bulamadı. Dolayısıyla şunu vurgulamak gerekiyor ki karar mekanizmalarında kadın bakış açısına sahip kadınlar olsaydı, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşam felsefesi hakim olacak ve pandemi gibi olaylar da yaşanmayacaktı.

-Siyasette, kültürde, sanatta ve bilimde kadınların ayak sesleri geç duyuldu neden? Dünyada ve Türkiye’de bunu nasıl örneklendirebilirsiniz?

Binlerce yıl önce kadınlar öncülüğünde gelişen doğal toplum süreci, bugün de en çok özlenen, günümüz sorunlarına çare olabilecek bir dönemdi. Herkesin iş ve rol sahibi olduğu, kolektif bir yaşamın hakim olduğu, her şeyin eşit paylaşıldığı Neolitik dönem tam anlamı ile demokratik bir modeldi. Daha sonra kurnaz erkeğin doyumsuz egosu ile yüz yüze kaldık. Tarihi yazan erkekler sanki kadınlar hiç yokmuş gibi bir tutum sergilemişlerdir. Yaşamı yaratan kadınların cadı diye kazanlarda yakıldığını görmezden gelmişlerdir. Bütün dünyayı kendileri yaratmış gibi davranan erkek zihniyet, kadınları her alandan tasfiye etmiştir. Artık siyaset, sanat, kültür, bilim erkeklerin eline geçmişti. Kadınlara ev işleri ve çocuk bakımı dışında bir ise yaramadıkları kanıksatılmak istenmiştir.

Kadınların yeniden ayağa kalkışı ve kabuğu parçalaması hiç de kolay olmamıştır. Başta din olgusu olmak üzere birçok soyut olgu ile günümüze kadar bu konsepti sürdürmekteler. Bütün bu erkek egemen zihniyetin baskıcı politikalarına rağmen kadınlar güçlü çıkışlar yapmışlardır. Bunun önüne geçmek için de Hypatia, Rosa Lüksemburg, Mirabel Kardeşler gibi birçok kadın katledilmiş, onların şahsında bütün kadınlara mesaj verilmek istenmiştir. Dolayısıyla kadınlar her şeye rağmen bugün başta siyaset olmak üzere yaşamın her alanında var olmaya çalışıyorlar. Hala ülkelerin sistemlerinde dezavantajlı gruplar sayılırken “yaşlılar, çocuklar, engelliler ve kadınlar” deniliyor ise bu zihniyetin değişimi şarttır.

Artık hem dünyada hem de Ortadoğu'da kadınlar uyandı. Kadın kurumları, feminist hareketler, bilinç yükseltme çalışmaları yürütüyor, dayanışmayı büyütüyorlar. Bizler Kürt kadınları olarak daha şanslıyız. Çok büyük bir kadın hareketimiz var. Kadın Kurtuluş İdeolojisi, Özgür Eş Yaşam Felsefesi ve Jineoloji bilim çalışmaları aracılığı ile her gün daha da büyüyoruz. Dünyaya ilham veren bir kadın devrimi de Rojava’da gelişti. Yolumuzdaki engelleri tek tek kaldırarak özgürlüğe doğru kararlı adımlarla yürüyoruz.

-Son yıllarda, Türkiye’nin toplumsal yapısında kadınlar nereye doğru gidiyor? Şiddetin ve tacizlerin bu denli artması ürkütücü! 68, 78 ve 80 kuşağına bakıp bugünü nasıl değerlendirirsiniz?

Kadınlar İsyandalar! Şairin deyimi ile “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar” baş kaldırmış. “Kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür” diyorlar. Devletin, babanın, kocanın, hacının, hocanın  söyledi gibi değil, nasıl yaşamak istediğine kendisi karar vermek istiyor. Her gün şiddet gördüğü eşinden boşanmak istiyor. Aslında kendisine farz kılınan her şeyden sonsuz boşanmak istiyor. Özgürce dans edebileceği bir dünya yaratmak istiyor. Kadınlar uyandıkça, ayaklandıkça şiddetin dozu da aynı oranda artıyor. Sistem; ucuz işgücünü, erkek ise; kölesini ve iktidarını kaybediyor. Bu uyanışda 68, 78, 80 kuşağından önemli görevler üstlenen kadınların rolünü belirtmek gerekiyor. O dönemlerde kadınların cesur çıkışları bugün biz kadınlara hem cesaret hem de ilham vermiştir.

Devletler kadınları, sistemleri için hep bir tehdit olarak görmüştür. Son 19 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarında kadına şiddetin bu denli artması bir kez daha kullanılan dilin önemini gözler önüne sermiştir. “Makbul kadın”, “kutsal aile”, “edepli kadın”, “sen bir kadın olarak sus”, “kız mısın, kadın mısın?” gibi cinsiyetçi sözlerin en yetkili kişiler tarafından telaffuz edilmesi, iktidarcı erkeği daha da cesaretlendirmiştir. Bunun karşısında bütün baskı ve yasak politikalarına rağmen kadınlar alanları terk etmediler. Bu erk zihniyetlere seslerini yükselterek cevap verdiler; “Susmuyoruz, korkmuyoruz, İtaat etmiyoruz” dediler. Dolayısıyla bindiğimiz özgürlük treni bizi istediğimiz durağa kadar götürecek.

- Kadınlar dünyayı yönetseydi nasıl bir dünya olurdu? 

 

Daha önce de belirttiğim gibi biz kadınların referans alacağı doğal toplum, yani neolitik toplum dönemi var. Mitolojik yazıtlardan bildiğimiz kadarıyla kadınların öncü olduğu o dönemde yaşam her açıdan demokratik ve kolektiftir. Kadınlar kararı mekanizmalarda olsa ne mi olur?Yıllardır alanlarda haykırdığımız sistem hayata geçirilir. Savaşsız, sömürüsüz, sınırların ortadan kalktığı, herkesin özgürce dilini, kültürünü, kimliğini, inancını icra edebileceği bir yaşam biçimini hayata geçiririz.

Kadınların sisteminde zengin obeziteden, fakir açlıktan ölmeyecek, erkek egemen sistemin geliştirdiği şiddet, taciz, tecavüz kültürü tamamen ortadan kaldırılacak, şiddette ısrar edildiği taktirde öz savunma ilkesi işletecektir. “Kadın özgür olmadan toplum özgür olamaz” anlayışı ile toplumsal değer yargıları göz önünde bulundurularak yeni bir ahlaki politik toplum inşa edilecek, demokratik aile modeli temelinde özgür eş yaşamı inşa edilecektir. Yani bütün dünya halklarının kendi sisteminde, yaşamını özgürce sürdürebildiği, demokratik, ekolojik bir yaşamın mümkün olduğu kanıtlanacaktır. Bunların hiçbiri ütopya değil, tarihte yaşamış yöntem ve biçimleridir.

Editör: TE Bilişim