Gazete Emek-HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 1 yıl önce 4 Kasım'da HDP Eş Gnel Başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekilerine yönelik operasyonu değerlendirdi. 


HDP eş genel başkanları ve milletvekillerinin gözaltına alınıp tutuklandığı 4 Kasım operasyonun üzerinden bir yıl geçti. Aradan geçen bir yıllık zaman zarfında HDP’li tüm seçilmişlere dönük operasyonlar eksik kalmadı. Meclis’teki 27 milletvekili 67 kez gözaltına alındı. 15 milletvekili hapishane deneyimi yaşadı, 9’unun tutukluluğu halen sürüyor.

4 Kasım 2016’da gözaltına alınan ancak adli kontrol şartıyla serbest bırakılan HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, “siyasi darbe” dedikleri süreci, Kürdistan bağımsızlık referandumunu, erken seçim olasılığını ve 2019 sürecini Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya’ya anlattı.

Söyleşinin tamamı şöyle:

“Mithat Hoca olmadan çıkmam”

4 Kasım operasyonun üzerinden bir yıl geçti. Siz de o gece gözaltına alındınız. 1 yıl sonra o geceye dönseniz neler paylaşmak istersiniz?

Bizim o hafta bir şey yapılacağına dair bilgimiz ve duyumumuz vardı. Bu sayının 10 kişi olduğunu biliyor, kimler olduğuyla ilgili tahminlerde bulunuyorduk. Tahminlerimiz de yüzde 80-90 oranında doğru çıktı. Ben o gece rahatsızdım, erken uyudum. Aynı anda çalan telefon ve kapı sesiyle uyandım. Önce telefonu açtım, arayan Selahattin (Demirtaş) Bey’di. “Benim evi kuşattılar kapıdalar, haberin olsun” dedi. Ben de “Benim kapı da kırılırcasına çalıyor. Benim eve de gelmişler” dedim. “Demek düşündüğümüz gibi hadi hepimize kolay gelsin” diyerek telefonu kapattık.

Ben Meclis Başkanı, savcı ve Mithat Hoca (Sancar) gelmeden kapıyı açmayacağımı söyledim. “Kapıyı kıracağız” diyen polis yüksek sesle hakkımdaki fezleke ve yakalama kararını okuyordu. “Bağırmanıza gerek yok, verin bakayım” diyerek aldım, okudum. Mithat Hoca geldikten sonra birlikte çıktık. Önce Ankara Emniyet, ardından havaalanı, sonra Diyarbakır Terörle Mücadele’ye götürüldük. Orada da o bomba hadisesi oldu. Kişisel olanı bunlar.

Toplumsal tarafında ne var?

Bu operasyonun toplumsal tarafında kararın 7 Haziran’da verilmiş olma gerçeği var. İmralı üzerindeki tecridin başlaması gerçekliği var. Buradan bir özeleştiri vermemiz gerekirse aslında İmralı tecridine yeterince bir toplumsal karşı çıkış gerçekleştirseydik süreç bu güvenlik ve zorbalık paradigması üzerine yığılmazdı. Belediyelerin gasp edilmesi sürecini de sayabilirim. Ama tek bizim tepkimizi kastetmiyorum.

Bize dönük büyük bir siyasi imha operasyonu yapıldı. 5 bine yakın parti yöneticimiz gözaltına alındı, tutuklandı. Toplum bunu görebilmeliydi. Özellikle CHP, bunun sadece bizimle sınırlı olmayacağını, demokrasi ve hukuk bir kez askıya alınınca bunun toplumun tüm kesimlerine sirayet edeceğini görebilmeliydi. Biz yine bunu daha etkili anlatabilmeliydik. Tüm bu eksiklerle, zorbalıklarla 4 Kasım’a gelindi.

4 Kasım için “Siyasi darbe” dediniz, “HDP tasfiye edilmek isteniyor” dediniz. Bugün de aynı noktada mısınız?

Aynen budur. Güvenlik anlamında devletin paradigması 40 yıldır aynı. Bu paradigmayı “Kürt anasını görmesin” şeklinde özetleyebiliriz. Ama siyasal alanda HDP’nin Türkiye’deki makul çoğunluğun sesi olması, onlarda muazzam bir umut yaratması ve 7 Haziran seçimlerinin yarattığı iyimserlik, coşku ve heyecana darbeydi.

“Hata değil eksiğimiz var”

Özeleştiri bölümünü biraz açsak. Bu süreçte Demirtaş’ın “Barışı daha iyi savunabilirdik” yönünde sözleri var. Sizin hatalarınız yok mu? Varsa bunlar neler oldu?

Elbette var. Ama hata değil eksiğimiz vardı. Barışa sahip çıkmak, İmralı’ya sahip çıkmaktan geçiyor. Çünkü İmralı’ya dayatılan barışa dayatılan bir tecrit anlamındaydı. Biz barışı boş verelim İmralı’ya sarılalım değil. Barışı, demokrasiyi savunmanın yolu İmralı’daki tecride itiraz etmekten geçiyordu. Yakın dönem tarihine bakın, İmralı’da Sayın Öcalan ne zaman sözünü söyleyebilir ve halklarla ilişki kurabilir duruma gelmişse bu ülkede barış ve umut iklimi egemen olmuştur. Ne zaman tecrit başlamışsa bu ülke kan gölüne dönmüştür.

Onun için İmralı’ya sahip çıkmak sadece HDP’lilerin değil bu ülkede barış, demokrasi, özgürlük isteyen herkesin, -fikirlerine katılsın katılmasın- asli sorumluluklarından biri olmalıydı. Bizim burada eksiğimiz var. Bunu tüm toplumsal kesimlere anlatmanın yol ve yordamını bulmakla yükümlüydük. Ama karşımızda da 40 yıldır tüm kurum ve kurallarıyla kronikleşmiş ve bu konudaki hafızası ve argümanları çok güçlü, derini ile sığlığıyla bir devlet heyulası var.

“Çözüm sürecini bitiren barış korkusu”

Çözüm süreci bir anda nasıl tersine dönebildi?

Bu bizimle ilgili değil sadece. Aldığım sorumluluk gereği, İmralı heyeti olarak çatışma süreçlerinin sonlanmasıyla ilgili dünyada yaşanan tüm pratikleri didik didik ettik. Latin Amerika’dan Afrika’ya tüm çatışmalı süreçlere baktığınızda barışa bir adım kalmışken bunların yüzde 80’den fazlasında her şeyin başladığı noktaya döndüğünü görürsünüz.

Buna literatürde “barış korkusu” diyorlar. Tüm varlığını savaş üzerinden şekillendirmiş devlet ezberi tam barışın gerçekleşme aşamasında ne yapacağını bilemiyor, bu gerçeklikle yüzleşmeye hazır değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri de suç sicilinin kabarık olması. Ve bu suçun devlet cephesinden örgütlü suçlar olması. Bütün bunların hesabını nasıl vereceğim duygusu. Gerçeklerle yüzleşme, Hakikat Komisyonu olarak nitelendirdiğimiz süreçler yeterince toplumsallaşmadığı, kurumsallaşmadığı, bu süreçlerin hakkı verilmediği sürece temeli yanlış atılmış bir inşaat gibi sorun çıkıyor. En ufak bir sarsıntıda bütün bu yapının üzerimize çökmesinin en temel açıklayıcı unsuru bu. Yoksa “şu görevini yapamadı, şu kışkırttı, provokasyon yaptı” değil.

Bunlar yaşanıyor ve yaşanacak. Müzakerelerin bitirilmesine gerekçe gösterilen şeyler, müzakerelerin kesilmesini değil yoğunlaşmasını zorunlu kılan şeyler. Biz İmralı heyeti olarak bunu gördük ve bakanlarla yapılan haftalık görüşmelerde hep “Kriz yönetmeliği oluşturalım” önerisinde bulunduk. Her kim yaparsa yapsın “Bir sabote etme durumunda ne yapacağımızı bugünden konuşalım” dedik. Ama hükümet kanadının bizimle görüşenleri bu konuda bir yetki ve inisiyatifle donatılmadığı için “Allah kerim” mantığı ile yaklaşıldı. Bu süreçler ciddiyet istiyor. Ciddiyet de “bunları öngörüp bunlara karşı hazırlıklı olmak” demek.

“AKP bölgede ensesini görür oyu göremez”

İktidar “HDP’yi tasfiye etme” amacına ulaştı mı? Son yayınlanan bir ankette HDP baraj altı gösteriliyor. Size ulaşan anket var mı?

Gezici Araştırma daha önce kamuoyuna yansıyan “iktidara angaje” olduğunu gösteren bazı açıklamaları dikkate alındığında bilimsel ehliyetini kaybetmiş bir şirkettir. Bir başka araştırma HDP’yi 11.1 gösteriyor. Bugün yapılacak yerel ya da genel herhangi bir seçimde haziran sonuçlarını geride bırakacağız. Sebebi de hükümetin Barzani’ye ettiği küfürlerdir. Kürt coğrafyasında bizim AKP’ye yönelen oyların tamamı Barzani etkisinde oylardı. Cumhurbaşkanından hükümet üyelerine Kürdistan referandumunda Barzani’ye karşı kullanılan kirli dil bölgede muazzam bir infial yarattı. “Aslında bunlar Kürtleri sevmiyor” gerçekliğiyle karşı karşıya kaldılar. AKP istatistik karşılığı olmayan beslediği bir müteahhit çevresinden başka bölgede ensesini görür, oyu göremez.

HDP’yi tasfiye etmek isterken AKP mi oy kaybediyor?

Buna can havli diyoruz. Biz bölgede 7 Haziran’da AKP’yi sandığa gömdük. Bir kez yapılanın bir daha olmaması için bir sebep yok. Bölgede kendi seçmenimiz dahil bize eleştiride, itirazda bulunanlar oldu. Ama bu itiraz ve eleştiriler AKP’ye veya başka bir sistem partisine oy verme şeklinde tezahür etmeyecek. OHAL’in, yaşanan kıyımların toplumsal maliyeti yüksek. AKP toplumsal dokuyu, hikayeleri yok etti. Bölgede ben iddia ediyorum ilk kurulacak sandıkta, eğer sandığa atılan oy ile tutanağa yansıyan oyun emniyetini demokrasi güçleri olarak alabilirsek AKP 7 Haziran sonuçlarını mumla arayacaktır.

“Yenilen Kürtler değil, Kürt sağıdır”

Kürdistan bağımsızlık referandumu sonrası yaşananlara bakıldığında “Barzani eldekileri de kaybetti” yorumları var. Sizce hata mıydı?

Herkesin düştüğü hata bu toplumsal olguları dar bir konjonktürel zamanı ele alarak değerlendirmesi. Bir Anadolu sözü vardır, “Tavuğun cücüğü güzün sayılır” derler. Kış geçecek, yaz geçecek. Mevcut duruma bakıldığında Barzani bu süreci iyi idare edemediğini kendisi de söylüyor. Barzani ve Kürt sağının tamamı herkesi sürecin içine katmak varken sağcılığın geleneksel refleksiyle davrandı. Sol, paylaşmak ve ortaklaşmak demektir. Sağ bireycilik demektir. Yenilen de Kürt sağıdır. Ama Kürt sağının yenilmesi bu ülkedeki sağın ne kadar riyakar olduğunu da teşhir etti. Kürtlerin kendisini yönetebilme ihtiyacı ve bir halk olduğu gerçeği ortaya yerde dururken, kimse Kürtlerin yenilgisinden bahsedemez. Ancak sağcı bir bakış böyle zanneder. Bedelini de ilk demokratik seçimde görürler.

“Yüzde 50+1 gazoz ağacı, bu topraklarda yetişmiyor”

Bugün atılan her adımın arkasında 2019 seçim hesaplarının olduğu söyleniyor. Bir yandan da erken seçim tartışmaları var. Siz 2019’u nasıl tartışıyorsunuz. Bir erken seçim olasılığı var mı?

Spekülatif bir şey söylemek istiyorum. Belki hükümet Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirecek. Çünkü yüzde 50+1’i görmeleri verili koşullarda gazoz ağacı gibi bir şey. Bu topraklarda yetişmiyor. Etrafta çok yoğun bu söylenti geziyor. Bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nden bu sonuçlar iptal ettirilip eski sisteme dönülecek. Ya da tek turlu bir seçim yolu bulunacak. Bakanların belki haberi yoktur ama şu an AKP zirvelerinin gece gündüz konuştukları mesele buna bir çözüm bulabilir miyiz meselesi. İnanın seçimlerden çok bunu konuşuyorlar.

İyi Parti’ye 90’lar mesajı

Siyaset sahnesine bir parti daha katıldı, İYİ Parti. MHP gibi flu bakılmayacağı işaretleri var. İYİ Parti’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Flu bakmamak asgari demokratlığın gereğidir. Bize faydası olmaz ama kendilerini değiştirip dönüştürme adına iyi iş yapmış olurlar. Buna, kadrolarında bulunanların 90’lardaki tutumuna dair samimi bir yüzleşme eşlik ederse oturur değerlendiririz. Ben bu cephede yaşananların hakiki bir Türk milliyetçiliği tartışmasını başlatmasını diliyorum. Çünkü Türk milliyetçiliği diye yutturulan aslında bir devlet milliyetçiliği. Gerçekten Türklüğü; kaygısı, varoluşsal durumu, tarih içindeki seyri ve bugün geldiği nokta ve nereye gideceği konusunda bilimsel samimi gerçek bir tartışma bu ülkenin demokrasisini geliştirecektir.

2019 seçim hazırlıklarına dönsek. İktidar her adımında bu seçimlere hazırlandığını söylerken HDP neler yapıyor? Seçimler öncesi bir ortaklaşma da şart gibi görünüyor.

HDP’nin kendisi bir ortaklaşmadır. Bizim ortaklığımızın adı demokrasi ve özgürlükler. Buna inanan herkesle bir araya geldik ve bu pratik fire vermeden bugüne geldi. Biz demokrasi ittifakı pratiğiyiz. İkincisi çok sayıda il ilçe örgütü yöneticimiz tutuklandı, işinden edildi. Tahrip edilmiş örgütlerimizi ilk etapta yeni nöbetçilerle tahkim etmekle meşgulüz. Çalışma da budur aslında. Bizim bir siyasi programımız ve yaslandığımız çelik çekirdek halk gerçekliği var. Azalmayan, çoğalan bir halk çekirdeğimiz var. Bunu da ancak örgütlenerek daha yüksek noktalara taşıyabilmenin bilgisi ödediğimiz acı bedellerle hafızamızda. Onun için biz ister yarın seçim yapsınlar, ister hiç seçim yapmasınlar tahrip edilen kurumları eskisinden daha güçlü ve süreçten ders çıkararak tahkim etmekle uğraşıyoruz.

Demirtaş eş başkanlığı bırakıyor mu?

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın Kurultay için “Aday olmayabilirim” mesajı gönderdiğini biliyoruz. Kulislerde konuşulan iddiaya göre Demirtaş’ın aday olmaması durumunda AYM aylardır beklenen kararı verecek. Bu iddiayı nasıl karşılıyorsunuz?

Hükümetin tartıştırmaktan keyif aldığı bir mevzu bu. Eğer tarih ve bilim terazisinde tartarsak hiçbir tahliye iktidarın şefaati ile olmaz. Tutuklayan odur, özgürleştirecek olan bizim mücadelemizdir. Bunlar Demirtaş’a da tüm arkadaşlara da haksızlıktır. Biz arkadaşlarımızı kendimiz özgürleştireceğiz.

2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi adayları konuşuluyor. HDP’nin adayı kim olacak?

Bunları konuşmak için çok erken. Ancak en yakın seçim Meclis Başkanlığı seçimi için adayımızı söyleyebilirim. Muhtemelen bir kadın tutsak arkadaşımız aday gösterilecek.

Kaynak: Duvar

Editör: TE Bilişim