Gazete Emek- PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 2013 Newroz'unda yaptığı açıklama ile başlanan çözüm süreci ve daha sonra imzalanan Dolmabahçe mutabakatı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sona erdirilmişti. 


PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 5 Nisan’da yapılan son görüşmeyi anlatan İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, “Devlet heyeti Sayın Öcalan’a ‘HDP’nin Meclis’te olmasını önemsiyoruz o yüzden seçime bağımsız girsinler’ diyordu. Öcalan parti olarak seçime girme kararını destekleyince heyetin yüz ifadesi değişti” diye konuştu.

5 Nisan 2015’te Öcalan ile yapılan son görüşme anlatan İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, görüşmenin ağırlıklı olarak seçim gündemiyle yapıldığını belirtti.

Önder son görüşmeye ilişkin şunları anlattı:

“Diğer rutin gündemlerin dışında özel gündem olarak yaklaşmakta olan seçim gündemi vardı. Sayın Öcalan’ın demokratik siyasete önerileri, seçime dair belirlemeleri farklı gündem olarak ele alındı. İttifaklar, adaylar, çalışma yöntemleri, temel çalışma biçimlerine değin diğer görüşmelere sığmayan önerileri söz konusuydu. Biz diğer gündemlere işaret eden hatırlatmalar yaptığımızda belki sizi bir daha buraya getirmezler diyerek seçim gündemini sürdürdü.

HÜKÜMETİN GAYRİ CİDDİLİĞİNE TAVIR ALIYORDU

Hükümetin sürece dair atması gereken adımlar, demokratikleşme perspektifi ve İmralı’da sağlanan mutabakatlar konusunda hükümetin yaklaşımını 2-3 başlıkta özetliyordu. Onun en çok tepki gösterdiği şey gayri ciddilikti. Sivil demokratik siyasette yönelimden daha çok öfkelendiriyordu bu onu. ‘Bu işler ciddiyet ister’ sözleri en temel yaklaşımıydı. Hükümeti, ‘gayri ciddi olmakla, cesur olmamakla’ suçluyordu. 3’üncüsü bütün çözüm adına getirilen şeylerin demokratikleşmeyi değil hegamonik alanı önceleyen yaklaşımlar olarak görüyordu. Başlangıçta uyarı mahiyetinde sonra tepki mahiyetinde tavır alıyordu buna karşılık.

YÜZDE 9 YALANI

Hükümetin ahmaklığından dem vurarak, seçimlerde demokratik siyasetin büyük başarı sağlayacağını, bunu hükümetin de bizlerin de iyi okumamız gerektiğini söyledi ve hükümetin bunu kaldıramayacağını ifade etti. Hükümetin sözcüsü gibi değerlendirebileceğimiz çeşitli şahsiyetler veya kalemler… Kendi vekilleri, sözcüleri hep HDP’nin bir baraj sorunu olduğunu söylüyorlardı o dönem. Bir arşiv taraması yapan herkes o dönem hükümetin HDP’nin mutlaka bağımsız adaylar olarak girmesi gerektiğini söylediğini görecek. O dönem ekranlara çıkan bir sürü müptezel, HDP’nin hiç bir şekilde yüzde 9 bandının üzerine çıkmadığını bilimsel süsü verilmiş yalanlarla dile getiriyordu.

DEVLET HEYETİ: HDP’NİN MECLİS’TE OLMASI ÖNEMLİ O YÜZDEN BAĞIMSIZ GİRSİNLER

Devletin de Sayın Öcalan’a böyle bir sunum yaptığını gördük. Devlet heyetinde yer alan isimler Öcalan’a ‘Efendim bizim yaptığımız araştırmalara göre HDP yüzde 9 bandındadır. HDP de önemlidir Mecliste olması gerekir, böyle bir kumar oynamaması, parti olarak girmemesi gerekir’ noktasında bilgi sunuyorlardı. Sayın Öcalan ülkeyi izliyordu. Kapasitesi, belirleme gücü, 12 kanallı televizyondan ve bizim ona aktardığımız verilerden hareketle kafasında bunun nereye gideceğini görmüştü, emindi. Ama onun kestirip atmak gibi bir yaklaşımı yoktu. Sürekli tartışır, tartıştırır berraklaşmasına yol açacak sorularla bir çerçeveye oturtmaya çalışırdı. Hükümetin bu belirlemelerini bize soruyordu. Biz de izah ediyorduk. Sahadayız halk ile iç içeyiz. Değişik kesimlerin nabzını tutuyoruz, bütün bunların ışığında ben Sayın Öcalan’a gerek hükümetin gerek anket firmalarının yöntem sorununu anlattığımda ikna olmuştu. Bu istatiği almak istediklerinde buna göre sorular sorarak böyle bir sonuca ulaşabilirler. Üstelik dedim ki: sonuç yüzde 10.1 falan olmayacak. ‘Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun’ dedi.

ÖCALAN PARTİ OLARAK GİRME KARARINA DESTEK VERİNCE!

Çünkü hükümet ve ilgili çevreler televizyonlarda hani geçse de ucu ucuna diyorlardı. ‘Bu bir trenddir, bir kere yuvarlamaya başladığında 13-15 bandından önce durmayacağını’ söyledim. Hükümetin bizim çalışmamıza alan açmadığını bu şartların olması durumunda bunun daha yukarılarda olacağını söyledim. Ondan hemen önce Sayın Öcalan ile yaşadığımız yerel seçim deneyimlerini paylaştık. O zaman ‘bence de’ dedi. ‘Sizin kararınız parti olarak girmektir ben de sizin bu kararınızı destekliyorum. Daha kararlı coşkulu heyecanlı çalışırsanız yüzde 20’leri de bulabilirsiniz’ dedi. O esnada hükümet ve devlet heyetinin memnuniyetsizliği yüzlerinden okunuyordu. Bu gerçeği onlar da biliyordu bizim 13-15 bandından önce durmayacağımızı yaptıkları anketlerden biliyorlardı. Bütün çaba HDP’nin parti olarak seçimlere girmemesiydi.”

ÖCALAN: BEN NASIL CİDDİYETİNİZE GÜVENEYİM

Önder, bunun sürecin bitirilmesinde de etkili olduğunu ancak tek sebebin bu olmadığını söyledi. Önder’e göre, hükümet esas olarak Öcalan’ı ‘Silahsızlanma kongresi için tarih belirlemeye ve bu konuda çağrı yapmaya’ zorluyordu.

Önder sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu kendi aramızda yaptığımız görüşmelerde de başat konulardan biriydi. Sayın Öcalan bu çağrıyı yapacağını, hatta kongre için Mayıs ayını öngördüğünü bizlerle, kendi arkadaşları ve devlet heyetiyle paylaştı. PKK’nin değerlendirmelerini aldı. Onların da menfi bir yaklaşımları yoktu. Kaygılarını dile getiriyorlardı. Dolasıyla silahsızlanma kongresinin tarihini ve çağrısını bekliyorlardı. Bu gayri ciddiliğe atıf yaparak ‘siz bu ciddiyette değilsiniz bunun gerektirdiği adımlardan imtina ediyorsunuz’ dedi. Devlet heyeti bu konuda çok ısrar edince, ta sürecin başına referans verdi. Ya dedi ‘siz daha 3 yıl geçmiş bir tane hasta tutsağı bırakmadınız. İnsanlar içeride ölüyor ve kalkmışsınız benim sizin ciddiyetinize inanmamı bekliyorsunuz’ dedi. Bu gayri ciddiliği aşma ve hükümetin de buna bağlı kalmasını sağlamak için bu 3’üncü göz ve izleme heyetinde ısrar ediyordu.

ÖCALAN HAZIRDI

‘Ben çağrı yapacağım bir niyet beyanı olarak ama bunun anonsunu, izlemi heyeti buraya geldiğinde yapacak’ dedi. ‘Ben bunu yaptığımda siz neler yapacaksınız bunu kayıt altına alacağız, 3’üncü göz buna tanık olacak ve bunun tutanağı olacak. Bundan sarfı nazar etmiyorum’ dedi, ‘deklarasyona bunu bir niyet beyanı olarak yazacağım’ demişti. Bu konuda istediklerini alamayınca hatırlarsanız Erdoğan o zaman gazeteciler sorduğunda Dolmabahçe deklarasyonunu kast ederek ‘biz bundan daha fazlasını bekliyorduk’ dedi. Başlangıçta olumsuz hiç bir yaklaşımı yoktu. Bizim ve Öcalan’ın gördüğü, hükümetin buna faydacı yaklaştığı ve bir seçim dönemini geride bırakma amaçlı barışa dönük toplumsal talebin siyasi hasılasını derme amaçlı bir yaklaşımdan ibaret olduğu ortaya çıktı.

DOLMABAHÇE OYLARIMIZI SIÇRATTI

Deklarasyon açıklandıktan sonra bizim oylarımızda bir sıçrama oldu. HDP’nin hakkı ona en uzak kesimlere değin teslim edildi. Çünkü yakın dönem siyasi tarihimizde devletle bir masaya eşit olarak oturup bir mücadele sürecinin sonucunu bir manifestoya bağlayabilen bir toplumsal olay yok. Bu ilkti bu açıdan birçok kesimin saygısını yer yer hayranlığını kazandı bu süreç. Hükümet bütün bunlardan rahatsız olduğu ve 3’üncü göz yani Sayın Öcalan, süreci öyle bir noktaya getirdi ki hükümete bundan sonra lagaluga yapacak bir alan bırakmadı. Sayın Öcalan çok net ‘bu bizim son görüşmemiz olabilir’ dedi. ‘Sizi benim çağırdığımı söyleseler bile yanınıza izleme heyeti olmadan buraya gelmeyeceksiniz’ dedi.”

EN BÜYÜK TAHRİBAT ORTAK YAŞAMIN ORTADAN KALDIRILMASIDIR

Çözüm sürecinin bitirilmesini, hükümetin ‘Günü kurtaralım Allah kerim’ yaklaşımına bağlayan ve hükümetin ‘siyasi programları başladığımız her zeminde ya hele durun şu çatışma bitsin onlar kolay şeyler’ dediğini belirten Önder şöyle devam etti:

“Bu çatışma dediğiniz şey gangsterlik faaliyeti değil, arkasında sosyolojik, politik, tarihsel bir yığın olguyu barındırıyor. Bu işi siyaseten konuşmak ve adım atmak zorundayız. Hükümetin bu kaçınmacı yaklaşımı günübirlik ve Sayın Öcalan’ın deyimi ile gayri ciddi bir yaklaşımını gösteriyordu. Hükümet ‘ya bu çatışmayı bırakalım halk da desin elinize sağlık ondan sonra bunlara kırıntı düzeyinde bireysel bir kaç alanı düzenleyelim ondan sonrasına bakalım ne olur diye’ şeklinde yaklaşıyordu.”

BİR TEK İNSANIN HAYATI ÇOK AZİZDİR

Çözüm sürecinin bitirilmesinin en büyük maliyetinin, ‘ortak yaşam anlayışını’ ortadan kaldırmak olduğunu belirten Önder, “Yitip giden canlar. Onlar yerine konması imkansız iki şey insan hayatı ve zamandır. Ne zamanın ne canın yenisini üretemezsiniz. Bir tek insanın hayatı çok azizdir ve dünyadaki bir çok kavramdan daha önemlidir” diye konuştu. Önder bu süreçle, ‘İtiraz alanı olan basının susturulduğunu, Meclis’in devre dışı’ bırakıldığını belirterek, “Muhalefetin nasıl yapılacağını ana muhalefete dayattı ve kabul ettirdi. Dünyanın hiç bir muhalefetin de iktidar tarafından tarif edildiği ve bunun ana muhalefet tarafından kabul edildiği bir örnek yok. Bütün bunlar Kürt nefretiyle oldu. ‘Biz PKK ile Kürtleri bir birinden ayırıyoruz’ yaklaşımı sulu bir yaklaşımdır. Bir tek örnek vereyim. Ne dedi, bunların 3-5 çocuğu var. O kadar gidip geldik hiç bir PKK’linin çocuğunu görmedik. Bir halkı kategorik olarak ötekileştiriyor, karşısına alıyor” dedi.

Heyet olarak en büyük özeleştirilerinin ‘Darbe mekaniği sözünü yeterince anlamama ve halklara anlatamama’ konusunda olduğunu dile getiren Önder, “Eğer bunu yapabilseydik bugün her şey farklı olabilirdi” diye konuştu.

Kaynak: Mezopotamya Ajansı

Editör: TE Bilişim