Gazete Emek- Nupel Haber'den usta Gazeteci Günay Aslan, son yaşanan gelişmelere ilişkin Gazeteci İlhami Işık ile dikkat çekici bir röportaj yaptı. Röportajda son İmralı görüşmeleri ve Suriye'de yaşanan sürecin yeni bir barış sürecine evrilip evrilmeyeceği üzerine tartışıldı.  

Gazeteci Günay Aslan'ın Işık ile yaptığı röportaj şu şekilde:

Işık, 30 Nisan 2019 tarihinde, ‘Tünelin ucunda bir ışık görünüyor galiba’ başlıklı bir yazı yazdı. Yazısında bölgede ve Türkiye’de yeni bir durumun yaşandığını, bunun da İmralı’ya yansıyacağını ve Ramazan ayının ortasından itibaren adada görüşmelerin başlayacağını yazdı.

Dediği gibi de çıktı…

                                                  İlhami Işık

Işık, ‘tünelin ucunda görünen ışığın’ daha da parlayacağını, İmralı görüşmelerinin kalıcı hale geleceğini ve bu yaz Suriye’de uzlaşmanın sağlanacağını düşünüyor. ‘Çözüm sürecini bitiren Suriye’deki gelişmeler bu sefer Türkiye’de yeni bir süreci başlatmaya aday görünüyor.’ diyor…

Işık’la o yazısı üzerinden yaşanmakta olan gelişmeleri ve bundan sonrasına ilişkin öngörülerini konuştuk.  

Daha ortada henüz hiçbir emare yokken 30 Nisan’da ‘Tunelin ucunda bir ışık göründüğünü’ yazdınız. Yeni değerlendirmelerin yapılacağını, Ramazan ortasından itibaren İmralı trafiğinin başlayacağını iddia ettiniz. Bunu da bölgede ve Türkiye’de yaşanan ‘yeni duruma’ bağladınız. Nedir bu ‘yeni durum?’
 

Aslında ortada hiç emare yokken siz ‘tünelin ucunda ışık görünüyor’ diye yazı yazdınız demek bana biraz garip geliyor. Eğer bir sorunla alakalı beyninizi ve gözlerinizi yüreğiniz ile içselleştirmemiş iseniz evet görünür olan size hiç emare yokmuş gibi gelebilir. Yok hakikaten ülkenizde, bölgenizde ve dünyada neler oluyor ve sizi dünyanın herhangi bir güç merkezinde olup bitenler nasıl etkiliyor sorularına odaklanırsanız gözlerinizin önünde cereyan eden ama görmek istemediğiniz çokça emareye rastlarsınız.


DAHA ÖNCE DE EMARE YOK BUNLAR HAYAL ÜRÜNÜ DEDİLER

Anlaşılması için, eğer izniniz olursa sizi birkaç yıl evvel yaşadığımız çözüm sürecine götürmek istiyorum.Sizin de bildiğiniz gibi Eylül 2102 sonlarına doğru ‘Çözüm için 7 adım’ başlıklı bir açıklamam oldu. Sayın Yıldıray Oğur ve Ahmet Altan bunu yayınladılar.

Eylül 2012’de şunu demiştim: ‘’PKK’e Mayıs 2013 yılında silahlı güçlerini yurt dışına çıkaracak…” Yani 8 ay öncesi. Ve öyle de oldu. Bugünkü gibi herkes hiçbir emare yok dedi. Bu bir hayal ürünü dediler. Ama çözüm süreci başladı. Hem de günde 20-30 insanın hayatını kaybettiği ve milliyetçi rüzgarın her tarafı sardığı ve ayrıca hiçbir umut kırıntısının olmadığı bir dönem de…

Yani demek istiyorum ki; görünen, görmek istemeyenler açısından genelde yanıltıcıdır. Ama görmek ve anlamak isteyenler açısından her şey ortada.

Peki sizin bugün bölgede ve Türkiye’de gördüğünüz yeni olan ne?

Önce şunu belirteyim; kadim sorunların kendine has özellikleri var ve hele hele  Kürt sorunu gibi bütün Ortadoğu’yu etkileyecek bir meselenin kendine has dinamiklerini bilmeden bildiğini okumak büyük haksızlık olur.

SURİYE’DE TÜRK- RUS İLİŞKİLERİ KISIR DÖNGÜYE DÖNÜŞTÜ

Uluslararası arenada Arap Baharı’yla birlikte başlayan ve 3 yıl süren hak ve özgürlükler üzerinden dünyayı okuma ve devletlerin bu arayışları teşvik eden tutumları IŞİD üzerinden gerçekleştirilen uluslararası terörizm dalgasıyla birlikte yerini ‘devleti-devletleri koruma’ önceliğine bıraktı…

Ancak IŞİD’in yenilgisi sonrası 6 yıl süren bu korumacı politika bugün sürdürülmez hale geldi. Ve yeni bir duruma evrildi. Bunun için yeni dönem diyorum.

Bizim coğrafyada ilk iki fotograf hep belirleyici olmuştur. İç dengeler hep dışarıdan dizayn edilmiştir. Bunun çok sayıda nedeni vardır. İmralı ile görüşmelerin yeniden başlaması da Türkiye dışındaki gelişmelerin içeriye yansımasının bir sonucudur.

Rus büyükelçisinin öldürülmesi ile yaşanan büyük kırılmanın Türkiye-Rusya ilişkilerinde yaşattığı son 4 yılın karmaşık ilişkisi ve bu ilişkinin Rusya’nın onayı ile Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesiyle sonuçlanan boyutu artık bir kısır döngüye dönüşmüş durumda.

SURİYE KÜRTLERİ MEŞRU GÖRÜLÜYOR

Bu ilişkinin uluslararası alanda artık kabul edilebilir sınırları aşması sonucunu doğurması nedeniyle yeni bir yol arayışı ihtiyacı zorunlu hale gelmiştir. Dünyanın Rusya’ya izin vermesi sonucu Rusya Suriye’ye girmiştir. Rusya’nın izin vermesi sonucu Türkiye Suriye’ye girmiştir.

Ve Suriye’de gelinen durum artık bu karşılıklı izinleri anlamsızlaştırmıştır. Ve farklı çareler arama ihtiyacı doğmuştur. Bunlardan biri de Kürtlerin IŞİD’e karşı kazanmış oldukları mevzinin meşru görülmesidir.

İmralı’nın kapılarının açılmasının nedeni sizce bu mu?

Evet, neden bu yeni durumdur. İmralı görüşmelerini tetikleyen budur. Bunu görmeden yapılacak tespitler eksik kalır. Elbette çatışma ve çözüm süreçlerini yakından takip edenler bilirler ki hemen hemen bütün çözüm süreçleri öncesi ve görüşmelerin devam ettiği dönemler çatışmaların çok yoğunlaştığı dönemlerdir. Dolayısıyla görünen bazen sahici olmayabiliyor.

AK PARTİ DEVLET PARTİSİNE DÖNÜŞTÜ

Bir bakin isterseniz; Afganistan’da ABD ile Taliban’ın masada olduğu gün saldırılarının en çok olduğu gündür. Bunu niye örnek olarak verdim; daha bir ay evvelin bir olayı olduğu için. Bizde de hep böyle olmuştur. Dünyada da böyle olmuştur. Bu çözüm ve çatışma  süreçlerinin bir karakteridir.

Peki AKP iktidarın niyeti olsa da eski gücü var mı? Erdoğan’ın eski gücünün olmadığı ve ülkeyi bir koalisyon şeklinde yönettiği iddialarına ne diyeceksiniz?

Evet, doğrudur kimileri AK Parti’nin tek başına iktidar olmadığını söylüyor.  Bir anlamda salt AK Parti olarak bakarsanız doğru bir tanımlama gibi gelebilir size. Ama doğru bir tanımlama değil. Çünkü bu AK Parti’yi tanımama demektir. AK Parti kurulduğu günden bugüne hep bir koalisyon ile iktidar olmuştur. Daha doğrusu AK Parti’nin kendisi bir koalisyon partisidir. Çok kimlikli ve çok karakterli bir partidir AK Parti.

Bu koalisyon ortakları sürekli olarak yer değiştirmekte, kimi zayıflarken kimi güç kazanmakta. Bu 13 yıl böyle devam etti. Bugün ise bir devlet partisine dönüştü ve devletin temel karakteri olan milliyetçi yüzüyle  koalisyon halinde devam ediyor.

DEVLET AKLI REFLEKS GÖSTERİYOR

Bu da onu var eden çok kimlikli ve çok karakterli özünü yok ettiği için artık parti olarak sönmeye başladı. Ve burada yani durumda AK Parti’nin duruşundan ziyade Devlet aklının kendi doğal refleksini göstermesinden bahsedebiliriz.

AK Parti artık bir yönetememe kriziyle karşı karşıya.  Ama bu ülke yönetilmek durumunda ve bu olup bitenler de bunun sonucudur diye düşünüyorum.Yani açılım yapmak isteyen mevcut AK Parti aklı değil, tam tersi AK Parti burada fren görevi görüyor. Ve engelleme durumu olmuş olsaydı bunu engellerdi.

Ama gerek uluslararası yeni durum, gerek Suriye’de sona gelinen durum ile Türkiye’de siyasi iktidarın artık sürekli kazanan pozisyonda olmaması, bu zorunluluğu bir tavra dönüştürüyor.

BİTLİS’TE KÜRTÇE TABELA YENİDEN ASILACAK

Daha açık bir ifadeyle AK Parti’nin bugünkü karakteri Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’daki konuşması değil, Bitlis’te belediye başkanın Kürtçe tabelalara karşı sergilediği karakterdir.

Bu böyle okunmalıdır diye düşünüyorum ve birkaç gün içerisinde Bitlis Belediye başkanının bu tabelaları tekrar asacağını düşünüyorum. Bu bile AK Parti’nin koalisyon karakterinin ne kadar pragmatik ve kaybetmekten ne kadar korktuğunun göstergesidir diye düşünüyorum ve onun için diyorum; bu İmralı görüşmeleri ile tezat bir durum değildir.

Devleti ve hükümetiyle Türkiye’nin mevcut durumu demokrasi, demokratik hak ve özgürlük açısından bu haldeyken çözüm nasıl olacak?

Yani çözüm sürecinde aydınların ve liberallerin öne sürdüğü “demokrasi olmadan barış olmaz” duruşu, çatışmalı süreçlerin karakterini yansıtmıyor. Sadece bir ideali temsil etmek açısından bir önem arz etmek dışında bir anlam ifade etmiyor.

BİR YANDA İSPANYA BİR YANDA SUDAN

Demokrasi olmadan barış olmaz diyenlere bir şey söylemek istiyorum;

Sizin çok demokratik dediğiniz ve demokrasisini sürekli övdüğünüz İspanya bir referandum denemesinde Katalanlar’a dünyayı zindan etti. Ama dünyanın savaş suçlusu olarak yargılamak istedigi Sudan diktatörü El Beşir referandum yaptırarak ülkesinin ikiye bölünmesine evet dedi.

Ama Erdoğan Kürdistan özlemi içinde olanlar defolup gitsinler diyor

Önce Erdoğan’ın Kürdistan diyenler defolsun sözünü de dönemin kısa konjonktürel durumuyla alakalı olarak okumak gerektiği inancındayım Sizin de bildiğiniz gibi Erdoğan 2006 yılında ‘çocuk da olsa kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır’ demişti. Yine Erdoğan 2009 yılında ‘ya sevin ya terk edin’ diye açıklamalar yapmasına rağmen Oslo ve İmralı çözüm süreçlerine evet demiştir.

Yani bu söz yaşanan sahici gerçekler arasında not edilmesi gereken  küçük bir ayrıntıdan ibarettir. Esas olana bakmak gerek, esas olan 3 büyük fotoğraf vardır: Uluslararası güç dengeleri fotoğrafı, bölgesel aktörler fotoğrafı ve ülke içi iç dengeler fotoğrafı.

Hemen hemen etnik ,mezhebi bütün çözümler demokrasi oluşmadan gerçekleşmişlerdir. Güney Afrika böyledir. İrlanda’da hala mahalleler ve ortak yaşam ayrıdır.

Kolombiya’da demokrasinin d’si bile yoktur. Vs.vs. Bugüne gelecek olursak Rusya ve Amerika arasında sıkışan Türkiye, ancak Suriye’de Batı ile gireceği yeni bir pozisyon sayesinde kendisine nefes aldıracaktır…

Demek istediğim; tarafları yan yana getiren bazen iç dinamikler, bazen bölgesel dinamikler, bazen de uluslararası koşullardır. Bu tam tersi olarak da yan yana olan güçleri çatışmaya götüren koşullardır da..

ÇÖZÜM SÜRECİ ARAP BAHARI’NA ANCA 2 YIL DAYANABİLDİ

İç dinamikleriniz her şeye hazır olabilir ama bölgesel ve uluslararası koşullar izin vermez ise sizin gerçekleştirme şansınız çok zayıf,  hatta sıfırdır. Yani fotoğrafın tüm parçaları birleşmeden sorunlara çare bulmak bu coğrafyada pek mümkün değil.

Sizin söylediklerinizden 2013 yılında başlayan süreci de motive edenin dış dinamikler, dış şartlar olduğu çıkıyor, yanlış mı anlıyorum?

Önce bir coğrafyamıza bakalım; Bütün dünyanın üzerine çöktüğü bir coğrafya, Kürtlerin 4 devlette parçalı olduğu bir coğrafya, mezheplere bölünmüş bir coğrafya, yeraltı kaynakları dünyanın elinin sürekli üzerinde olmasını sağladığı bir coğrafya, demokrasinin sokağına uğramadığı bir coğrafya ve gücün tartışmasız kabul görüldüğü bir coğrafya.

Böyle bir yerde siz barış sürecini demokrasi üzerinden götürmek istediğinizde her an kaybetmeyi de göze almalısınız. Çünkü böyle kadim sorunları yaratan demokrasinin eksiği veya fazlası değil, burada yüz yıllardır yaşanan gelgitler ve sosyolojik travmalar ile uluslararası güçlerin kendi çıkarlarına göre yaptığı sosyolojik dizayndır.

Hal böyleyken çözüm sürecinin başarıya ulaşmaması için oluşan gerekçeler çok daha fazla olmuştur. Arap Baharı’nın etkilerinden koruma adına başlatılan çözüm süreci maalesef bu dalgaya karşı ancak 2 yıl dayanabilmiştir.

Sahada İran devletinin aktivitesi, Batı kamuoyunda Müslümanlara karşı oluşan olumsuz algının Erdoğan’a yönelmesi, entelektüel kesimin ‘demokrasi olmadan barış olmaz’ bloklaşması, Türkiye’nin kendi sınırları dışında sahada olmaması; tüm bunlar beraberinde çözüm sürecinin başarısızlığını getirmiştir.

Öte yandan dün Türkiye’yi bir iç çatışmadan koruyan siyasi iktidarı Gezi, hendek ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi yoğun saldırılara rağmen ayakta tutan ve ömrünü uzatan aslında çözüm sürecinin toplumsal karşılığıydı. Aynı zamanda Kürt siyasetinin meşru hale gelmesinin önünü de çözüm süreci açmıştır.

Yani kazan kazan durumu yaşanmıştır. Eger çözüm süreci olmasaydı Kürtlerin siyasal temsil kabiliyeti bu aşamayı asla yakalayamazdı.

Öte yandan Batı dünyasının teşvik ettiği, güç verdiği ve meşru gördüğü Arap Baharı’nın bitiş tarihi 12 Eylül 2012 yılında Libya’da ABD Büyükelçisinin öldürüldüğü tarihtir. Yani Mısır’daki darbe değil. Büyükelçinin öldürülmesi ile beraber Arap Baharı’nın meşruluğu, ana sinir sistemi yok edilmiştir.

ARAP BAHARI’NIN ÖNÜ KESİLDİ VE  IŞİD SAHNEYE SÜRÜLDÜ

ABD’de de Obama ve Biden dışında Arap Baharı’nın tüm yöneticileri tasfiye edilmiştir. Bilindiği üzere stratejik değişiklikler ancak derin kırılmalarla gerçekleşebilir. Toplumu yeni bir duruma hazırlamak adına beyazı siyaha dönüştürme çabası. Ya da meşru bir durumu gayri meşru bir hale getirmek için şok kırılmalara ihtiyaç var.

Bir ülkede yaşanan kırılma uluslararası bir kırılmayı tetikliyorsa birden fazla kırılma noktalarına ihtiyaç duyulur. Londra’da kafa kesme eylemi, Teksas’ta koşu maratonuna bombalı saldırı eylemi ve IŞİD’in sahneye sürülmesi…

TÜRKİYE’NİN DEVLET AKLI ÖNLEM ALMAK İSTEDİ

Tüm bunlar Arap Baharı’nı yok etmeye yönelik uluslararası kırılmalar ve devamında Mısır’da darbe yapılması…Niye anlatıyorum bunları diye soracak olursanız; tüm bunlar gözlerimizin önünde olmasına rağmen biz parçaları birleştirmekten aciz kaldık ve onun icin 1 Ocak 2013’te başlayan çözüm sürecini okuyamadık.Evet 12 Eylül 2012’de Libya’da yaşanan katliamı Türkiye’nin devlet aklı bir erken uyarı olarak okudu ve önlem almak istedi…

Bir uluslararası dalga geliyordu ve bu dalganın İslamcı bir iktidarı hedeflememesi imkansızdı. Bunu görüp harekete geçti. Çünkü bu dalga Kürt hareketini yanına alırsa Türkiye’de iktidar değişikliğine neden olacağının farkındaydı.

Son olarak; Tünelin ucunda nasıl bir ışık görünüyor?

Tünelin ucunda görünen ışık son 5 yılda yaşanan olumsuzluklara bir çare bulma konusunda daha gür ışık saçacak diye düşünüyorum. Ve İmralı görüşmeleri kalıcı hale gelir diye beklentim yüksek seviyede. Çözüm sürecini bitiren Suriye’deki gelişmeler bu sefer Türkiye’de yeni bir süreci başlatmaya aday görünüyor. Bu yaz Suriye’de uzlaşmanın sağlanacağına inanıyorum. Bunun için 1 Eylül 2019 gününü işaret etmiştim...

Kaynak: www.nupelhaber.net

Editör: TE Bilişim