Birkaç gün önce Gazeteci arkadaşlarla bir kafede oturuyorduk. Kafede çalışan bir abi yanında 3-4 yaşlarında bir çocuk ile geldi. Çocuğun ana caddede telaşlı bir şekilde koştuğunu ve ailesini bulamayınca alıp getirdiğini söyledi.

Çocuk çok korkmuştu. Korkudan ağlayamıyordu bile. Biraz su ve yiyecek bir şeyler verdik ailesine ilişkin bilgi almaya çalıştık ancak hiç konuşmadı. Arada ağlamaklı olsa da ağlamadı. Arkadaşlar ailesinin polise başvurduğunu belirterek bizlerin de polisi aramamızın daha mantıklı olabileceğini söyledi.

Evet, polis arandı, sonra kafeden çıkıp ailesini aramaya başladık. Yaklaşık 20 dakika sonra 40 yaşlarında biri geldi ve yeğeni olduğunu söyledi. Tabi ailesine ancak teslim edebileceğimizi söyleyince anne ve babasına haber verdi.

Anne ve babası bir düğüne gelmişlerdi. Düğün salonunun dışına çıkan o çocuk ise sonra salonu kaybedip büyük bir telaşa düşmüştü. Neyse bir hastanenin önünde anne ve babası ile karşılaştık.

Buraya kadar her şey çok olmasa da normal duruyor. Bir aile düğüne gidebilir, o hengamede çocuk kaybolabilir. Ama asıl önemli olanı bundan sonrası. Beni en çok şaşırtan bölümü de bundan sonrası.

Baba çocuğunu gördü ancak hiç sarılmak bile aklına gelmedi ve telefon görüşmelerine devam etti. Çocuk halla bizim yanımızdaydı. Yüzü bembeyaz olmuştu, büyük bir ağlama patlaması bekliyorduk hepimiz. Ve tabi babasının onu görünce sarılmasını, öpmesini falan bekliyorduk ama olmadı.

Sonra ben babasına dedim ki, "Bak çocuk çok korkmuş, hele bir telefonu bırak önce çocuğuna sarıl öp, korkusu geçsin" "He birazdan sarılacağım" dedi ve görüşmelerine devam etti. Bu soğukluğa, 'odunluğa' hepimiz bir anlam vermeye çalışıyorduk ki annesi geldi.

Anne çocuğu gördüğü gibi boynuna sarıldı. Ağlamaya başladı ve sonra nefesi kesildi yere düştü. Hepimiz anneye yardım etmeye çalıştık. Anne o kadar korkmuştu ki, çocuğu ile o ilk buluşmasında hepimizin gözleri doldu. 10 dakika ancak anne kendine gelebildi.

Çocuğu aileye teslim edip döndükten sonra arkadaşlara şunu dedim; işte kadın ile erkek arasındaki en önemli farklardan biri budur. Kadın, duygusunu, hissini asla gizleyemez, ama erkek katıdır, taştır. Çünkü erkeğe biçilmiş bir iktidar, güç vardır. O, ağladığında zayıf olduğu hissine kapılacaktır.

"Bütün ders kitaplarında, tarihi anlatımlarda, hikayelerde, filmlerde hep "Erkek adam ağlamaz" tezi onun kafasına yerleştirilmiştir. O güçlüyü oynamalı, 'evin direği' sokaktaki 'Adamdır' o. Bir çocuk kaybolmuş da ne olmuş. Koskoca 'Adam' kalkıp bir çocuk için mi ağlayacak. Çocuğu kayboldu diye bu kadar telaş yapmanın ne anlamı vardı. Sonra arkadaşları ile okey oynarken, arkadaşları ona "Vayy be ne adam çıktın yahu, bir çocuk için altına sıçacaktın. Kendini rezil ettin." deyemecek miydi.

Evet, onun kafasında bunlar dolaşırken annenin kafasında tek var olan şey çocuğunu bulmak ve ona doya doya sarılabilmekti. Çocuğuna yönelik bu kaybetme korkusu olan anne, hiçbir annenin çocuğunun da kaybolmasını istemez. o 30 dakikalık yaşadığı büyük savaşı hiçbir insanın yaşamasını istemez. Onun için kadınlar savaşa karşıdır, onun için çocukların ölümüne karşıdır.

Bu kadar soğukkanlılık çok fazla gereksizdir.

Bir insan çocuğunu kaybetme korkusunu yaşayabilmelidir. Ona kavuştuğunda mutlu olmalı ve bunu çocuğuna yansıtmalıdır. Bu illa baba-anne çocuk arasında olacak bir durum değil. Bütün toplumsal ilişkilerde belirgin olmalıdır. Kadın ve erkek arasındaki farklılığı anlamak istiyorsanız bu kadar küçük nüanslar bile yeterlidir. Elbetteki kadın hissiyatına yakın erkekler de vardır.

Ancak genel olarak durum budur.

25 Kasım Kadına yönelik şiddetle mücadele günü dolayısıyla bir kere daha hepimiz ne kadar 'Erk-ek' olduğumuzu gözden geçirebiliriz