Gazete Emek- Kocaeli Kandıra Cezaevinde tutuklu bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eski Eş Başkanı Gültan Kışanak Ötekilerin Gündemi haber sitesi Genel Yayın Yönetmeni Hamza Özkan'ın sorularını yanıtladı. Kışanak, Eşbaşkanlık sisteminden demokratik özerkliğe ve kadınların yerel yönetimlerde temsiline kadar çok önemli konulara ilişkin konuştu. 

Ötekilerin Gündemi sitesinde yayımlanan röportaj şu şekilde: 

Söyleşimize sizi daha yakından tanıyarak başlamak istiyoruz, hayata nasıl bakarsınız, neler sizin için olmazsa olmazdır, nelere değer verir neleri önemsersiniz?

Felsefe benim için vazgeçilmez. Hep sorularım var, sorgulamayı bir yaşam biçimi haline getirdim diyebilirim. Zorlukları olsa da bulduğum cevaplara uygun yaşamayı tercih ediyorum. Amaçsız bir yaşam bana anlamsız geliyor.

İradi bir tutum sergilemek, kendine özgü olmak da yaşam felsefeme uyuyor galiba. Hayatımın özeti ‘öteki’ yaratmadan ‘kendine özgü’ olmayı başarabilme mücadelesidir, diyebilirim.

İnsan türü kendi varlığına diğer varlıklardan daha fazla anlam yüklüyor. Bu da diğer varlıklara hükmetme, onları kendi yararına kullanma, hatta hoyratça yok etme düzeyinde kullanma hakkı olduğunu düşünmesine neden oluyor. Bu yaklaşım tüm egemenlik ilişkilerinin temelini oluşturuyor. Doğaya hükmetmeye başlayan insan türü, giderek diğer canlılara hükmetme, en sonunda da kendi türü içinde, grup ve birey olarak kendisi dışında kalanlara hükmetme yoluna sapıyor.

Diğer varlıklardan daha kıymetli olmadığımız gibi insan türü içerisindeki farklılıklara dayalı tüm ‘ötekileştirme’ ve ‘hükmetme’ yaklaşımlarını da reddediyorum.

Bu yaşam felsefesi bana kötülüklere karşı mücadele azmi ve zorluklara karşı dayanma gücü veriyor. Yoksa her birimiz gibi benim de gündelik hayata dair değer verdiğim, önemsediğim çok şey var. Özlediğim, hasretini çektiğim, normal koşullarda asla vazgeçmem dediğim alışkanlıklarım var. Yaşam felsefeme tutunarak onları bir kenara bırakıyorum. Tabi hiç bir şekilde anlam veremediğim yasaklara karşı içimde sürekli depreşen bir itiraz var. Örneğin, her tarafı betonla kaplı havalandırmanın bir köşesinde kendiliğinden çıkan küçücük bir ota bile tahammül edilmemesi, her aramada kökünden sökmek için üzerine abanmaları içime dert olmuyor değil. Neyse ki yaşama tutunma konusunda son derece inatçı otlar var, onlar yüreğime su serpiyor.

29 Mart 2018 yerel seçimlerinde Diyarbakır Belediye Eş Başkanlığını parti olarak ilk kez kazandınız, Diyarbakır halkı neden BDP dedi, neden Gülten Kışanak dedi?

Siyasi parti olarak BDP’nin tercih edilmesinin birçok nedeni var. Ama yok sayılmaya karşı varlığını gösterme, saldırı ve tehdit altındaki değerlerini koruma, yaşadığı kentin geleceğine dair alınacak kararlara katılma ve iradesini ortaya koyma refleksinin önemli olduğunu düşünüyorum. Eş başkan adaylarından birinin kadın olması, ayrıca kadınların da kent yönetimine katılmaları için bir fırsat yaratmıştı. Bunun da etkili olduğunu düşünüyorum.

Türkiye genelinde yaratılan algılarla, oluşturulan ön yargılarla, sürekli gündemde tutulan korkularla ve basit çıkar ilişkileriyle siyasete yön vermek isteyen bir iktidar var. Toplum siyasallaşırsa bütün bu yöntemlerin işe yaramayacağını bildikleri için halkı siyasetten uzak tutmaya özel olarak önem veriyorlar. Diyarbakır halkında ise siyasallaşma oranı çok yüksek. Nasıl yaşamak istediğini ve buna erişebilmek için neler yapması gerektiğini gayet iyi biliyor. Bu da seçim sonuçlarına yansıyor. ‘Neden Gülten Kışanak’ sorusuna verilebilecek yanıtlardan biri de Diyarbakır’ın kent hafızasıyla ilgili olsa gerek. 12 Eylül Askeri Darbesi Döneminde Diyarbakır Cezaevindeki vahşeti yaşamış bir kadının kent yönetimine aday olması; halka, yakın tarihinde maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalara güçlü bir cevap verebilmek için fırsat sunmuştu. Halkın sandıktaki tercihi ile faşizme, sömürgeciliğe ve vahşete karşı insanlık dersi verdiğini düşünüyorum.

Büyük siyasi amaçların yerel yönetim seçimlerini de etkilediği bir gerçek. Ama bunun tek başına yeterli olmadığı da her defasında tecrübelerle ortaya çıkmıştır. İnsanlar belediyelerden yaşamlarını kolaylaştıracak, beklentilerine, ihtiyaçlarına uygun projeleri hayata geçirebilecek bir performans da bekliyorlar doğal olarak. Sanırım halkın tercihinde demokratik, ekolojik yerel yönetim perspektifine uygun projelerimiz de etkili oldu.

Partiniz ilk defa eş başkanlık modeliyle seçime girdi, neden eş başkanlık modeli seçildi, bu modeli dünyada uygulayan ülke ya da oluşumlar var mı, Türkiye’de partiniz dışında uygulayan partiler var mı, partinizin yerel yönetim modelinin farkı nedir?

Türkiye’de yerel yönetimler kadınların katılımına neredeyse kapalıdır. 2014 yılına kadar Kürt siyaseti de tüm çabalarına rağmen yerel yönetimlerde istediği düzeyi yakalayamamıştı. 1999’da üç kadın belediye başkanı ile başlayan süreç, 2009’da ancak 15 kadın belediye başkanı seçilmesi aşamasına gelmişti. Her seçim döneminde kadın belediye başkanı sayısını kısmen artırsa da gelinen düzey toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen bir siyasi gelenek için yeterli değildi. Kota uygulamasıyla sayıyı biraz daha artırmak mümkündü ancak, kadınların olmadığı belediyelerde toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle kentsel hizmet üretmek pek mümkün olmuyordu. Oysa DBP’nin yerel yönetimlere dair iddiası çok büyüktü. Yerel, yerinden, demokratik öz yönetim hedef olarak belirlenmişti. Bu programı gerçekçi kılacak şey kadınların ve toplumdaki tüm farklılıkların yönetime katılmasına olanak sunan bir yaklaşıma sahip olmasıydı. Eş başkanlık bu perspektifin bir sonucuydu. Böylece BDP’nin kazandığı tüm belediyelerde kadın eş başkanlık düzeyinde yer alacaktı. Seçim süreci başladığında bir süre kota tartışması yaptıktan sonra artık kotayı aşan, eşit temsili hedefleyen bir çıkış yapmak gerektiğine karar verdik.

Yine Türkiye’de yerel yönetimler merkezi hükümetin uzantısı olarak kurgulanmış, merkezin ağır idari, siyasi, ekonomik vesayeti altında. Oysa bugün tüm dünyada ‘yerel ve yerinden yönetim’ demokrasinin temel özelliği haline gelmiş durumda. Dünya aşırı merkeziyetçi politikaları terk etti ama Türkiye hala yerel yönetimleri kadük bir noktada tutmaya çalışıyor. Partimizin buna da itirazı vardı. Diğer siyasi partilerin hiçbiri bu vesayete karşı çıkmıyor. Kürt sorunu gerekçe gösterilerek yaratılan bölünme korkusu yerel demokrasiyi esir almış durumda. Aslında Kürt sorunu bahane; merkezi iktidarlar gücü ve imkânları yerelle paylaşmak istemiyorlar. Bunu topluma doğru anlatmak gerekiyor.

Partimizin yerel yönetim modeli, kentleri rant alanı olmaktan çıkartmak, kentlerde giderek derinleşen mekânsal eşitsizlikleri azaltmak, insana yüzbinler/milyonlar içinde yalnızlığı yaşatan mekânlar olmaktan çıkartmayı da hedefliyor. Tabi politik yaklaşım farklılıkları hizmetlere de yansıyor. Bugün kentler beton yığınına döndü. İstanbul gibi tarihi bir kente ‘ihanet ettiklerini’ söyledikten sonra kent yönetimlerine talip olabilmek gerçekten cesaret işi.

Başkanlık ve eş başkanlık sistemlerinin temel farklarını biraz daha detaylandırabilir miyiz?

Toplumun yapısını oluşturan kadınların kent yönetiminde eşit görev alması, toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları açısından mutlaka ulaşılması gereken bir hedef. Farklı ülkelerde bu hedefe ulaşabilmek için farklı yöntemler denenmiş. Bunlardan biri de cinsiyet kotası. Biz de bunu bir dönem denedik. Ancak şunu gördük ki; kadın kotası olarak belirlenen ve kadınların seçildiği belediyeler dışında diğer belediyelerimizde cinsiyet eşitliğine dayalı politikalarımızı hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Kadının yönetimde olmadığı yerlerde kadın çalışmaları sekteye uğruyor. Kota eşitlik perspektifini tam karşılamıyordu. Tüm belediyelerde eşitlik perspektifi ile hizmet üretebilmek için eş başkanlık sistemine ihtiyaç duyuldu. Böylece DBP’nin kazandığı 102 belediyeden 92’sinde kadınlar da yönetim mekanizmasında doğrudan yer almış oldu. Ama eş başkanlık sistemi sadece bir kadın ve erkeğin belediye başkanlığı görevini birlikte yapması olarak tanımlanırsa eksik kalır. Evet, kadınların eşit temsil düzeyine çıkması son derece önemli ama eş başkanlık bundan ibaret değil. Demokratik ve kolektif bir yönetim tarzının hayata geçirilmesi açısından da son derece önemli bir model. Eş başkanlık; kararların ortak alınmasını gerekli kılıyor. “iki kişinin bildiği sır değildir” diye bir söz var biliyorsunuz. Kararların ortaklaşa alınması aynı zamanda şeffaflığın da teminatı. Türkiye’de mevzuata göre neredeyse her şey belediye başkanın iki dudağı arasında. Buna bir de geleneksel yönetim anlayışı ile “başkanım siz bilirsiniz” tarzı eklendiğinde ortaya tek adam yönetimi çıkıyor.  İşte eş başkanlık modeli bu tek adam anlayışına karşı demokratik, kolektif, cinsiyet eşitlikçi ve şeffaf bir yönetim modelidir. Eş başkanlık modelini tamamlayan mekanizmalara da ihtiyacımız var. Belediye meclislerinde eşit temsilin hayata geçirilmesi, belediye hizmetlerinde kadın işi erkek işi ayrımının sona ermesi, kadınların belediye yönetim kademelerinde etkin görevlere gelmesi gibi hedeflere ulaşmak için mücadele etmek gerekir.

Ne kadar süre eş başkanlık yaptınız, nasıl bir süreçti?


 
Nisan 2014’te göreve geldim, 25 Ekim 2016’da gözaltına alındım ve bu iki yıl çok büyük siyasi ve toplumsal çatışmaların yaşandığı bir süreçti. Göreve başladıktan üç ay sonra İŞİD’in Şengal saldırısı başladı. Katliamdan kurtulmak için göç yoluna düşen binlerce Ezidi’nin yaşama tutunduğu kentlerden biri oldu Diyarbakır. Zaman zaman sayıları 30 bini bulan, çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Ezidi’ye belediyeye ait fidanlıkta bir yaşam alanı yarattık. Belediye olarak, STK’lar ve halkla birlikte iki yıl boyunca elimizdeki imkânları seferber ederek, bu insanların yaralarını sarmaya çalıştık.

Daha Şengal saldırısının şokunu atlatamadan 2016’nın son baharında bölgedeki tüm iller gibi Amed de Kobane’ye yönelik İŞİD saldırısının dehşeti ile sarsıldı. 300 bini aşkın insan Kobane’yi terk etmek zorunda kaldı. Doğal olarak bu göç dalgasının ve katliam travmasının kentimize yansımaları oldu. Belediye olarak insani yardım konusunda üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalıştık.

7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ‘diyalog ve çözüm süreci’ bitirilerek devreye konulan ‘çöktürme planı’ ile bu kez savaşın ateşi doğrudan kentimizi sardı. Bu sürecin en ağır tahribatını yaşayan kentlerden biri oldu Amed. Sur ve Silvan ilçelerimizde yaşananlar hala dün gibi yüreğimizde bir sızı. Bu fırtınalı yıllarda bir taraftan savaşın yaralarını sarmaya çalışırken bir taraftan da tüm kent için hizmet üretmeye çalıştık. Neler yaşadığımızı anlatmak imkânsız. Bu koşullara rağmen önemli çalışmaları da hayata geçirdik.

Ayrıca biliniyor büyükşehir belediyelerinin görev alanın tüm il sınırlarına genişleten yasa 2014 sonrasında yürürlüğe girdi. Valilik ve kaymakamlıklar bünyesinde olan birçok çalışma belediyeye devredildi ama bütçeleri devredilmedi. Bir geçiş süreci yaşandı. Diyarbakır’ın 17 ilçesi var. Bu geçiş süreci epeyce zorlayıcı oldu.

Sanırım 2014-2016 yılları hem Kürtler açısından hem de Türkiye açısından ileride üzerine çokça siyasi ve toplumsal analizlerin yapılacağı bir dönem olacak.

Bu zorlu süreçte hangi çalışmaları yürüttünüz,  Diyarbakır için neler yaptınız, hangi projeleri bitirdiniz ve bitiremediğiniz projeleriniz var mı?

Eş başkanlık ilk kez uygulanıyordu. Belediye ilk kez il genelinden sorumluydu. Bir de tüm coğrafya yakın tarihin en çatışmalı sürecinden geçiyordu. Yine de iki yıl gibi kısa süreye epeyce çalışma sığdırdık. Tüm çalışmalarımızı anlatmam mümkün değil ama önemsediğim birkaç çalışmadan kısaca bahsedebilirim.

Ekoloji en önemsediğimiz konulardan biriydi. Kentlerimizi daha yaşanabilir kılmak için kirletmeyen, atıklarını geri kazanan, temiz enerji üreten ve yeşil bir kent perspektifi ile işe koyulduk.

Kent ormanı, kentin nefes almasını sağlayacak bir projeydi. İlk etabını bitirip diğer etapların çalışmalarına başladık. İktidar, kent planında yeşil alan olan ve kent ormanı için ayrılan alanın bir kısmını askeriyeye devrederek çalışmalarımızı engellemeye çalıştı. Bir taraftan bu talanı önlemeye çalışırken bir taraftan da ağaç dikmeye devam ettik.

Kent ormanları ve kent bahçeleri kurarak şehirde yaşayan insanların taze meyve ve sebzeye ulaşmasına imkân sağlamaya aynı zamanda ihtiyaç sahibi ailelere üretim olanağı sağlamaya çalıştık. Köylerde küçük sulama göletleri yaparak ekolojik ürün yetiştirme ve kooperatifleşmeyi teşvik ettik, destek sunduk.

Atık su arıtma tesisini tamamlayarak tüm kentin kanalizasyon atıklarını arıtma tesisinden geçirdikten sonra, temiz su olarak yeniden doğayla buluşturduk.

Belediye hizmetleri için sarf edilen elektriğin bir kısmını güneş enerjisinden temin etmek için Sümer Park’ta, Otogarda, içme suyu pompa istasyonlarında güneş enerjisi tesisleri kurduk.

Yeşil ulaşım hedefine ulaşmak için doğal gazla çalışan belediye otobüsleri aldık, bisiklet yolları yaptık, 17 ilçenin tamamına toplu taşıma hizmeti sunmaya başladık. Asfalt çalışmalarında, ağırlığı yıllarca ihmal edilen köy yollarına verdik. Kent merkezinde de yeni yapılaşma bölgelerinde henüz açılmamış olan yolları açtık, alt yapı çalışmalarını tamamladık.

Kentin tarihi ve kültürel mirasının korunması kapsamında yürüttüğümüz çalışmalar sonucunda Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alındı.

Yine yapımı tamamlanan yaklaşık 300 kişi kapasiteli kız öğrenci yurdunun da açılışını yapamadan tutuklandım.

Çocuklar için hem okul öncesi eğitim hem de kreş hizmeti sunduğumuz iki Zarokistan açtık. Zarokistan’da sosyal, ekonomik, sınıfsal ve kültürel hiçbir ayırım ve ‘öteki’ yoktu. Çocuklarımız eşitlik duygusuyla büyüsün istedik.

Yapamadığımız iki büyük projemizi çok önemsiyoruz. Biri hafif raylı sistem projesi diğeri de katı atık projesiydi. Raylı sistemler hem ulaşım konforunu ve güvenliğini yükseltiyor hem de daha ekolojik ve ekonomik bir ulaşım şekli. Raylı sistemler projesi bizden önceki dönem hazırlanmıştı ancak büyük bir bütçe gerektirdiği için yapılamamıştı. Dünya bankasından kredi bulduk ama AKP iktidarı bu krediyi kullanmamızı engellediği için bu projemizi hayata geçiremedik.

Peki, Katı Atık Projesi neden yapılamadı?

Katı atık entegre tesisi, Diyarbakır’ın tüm ilçeleriyle beraber önümüzdeki 50 yıllık çöp sorununu çözecek, çöp nedeniyle toprağın, yer altı sularının ve havanın kirlenmesini önleyecek, son teknolojiye göre hazırlanmış çok önemli bir projeydi. Çöpler önce ayrıştırılacak, kâğıt, plastik ve cam gibi geri dönüşümü mümkün olanlar geri dönüşüm tesislerinde işlenecek, geri kalan atıklar da yalıtımı yapılmış düzenli depolama sahalarında gömülecekti. Bu depolarda biriken gaz da elektrik enerjisine dönüştürülecekti. Üstelik bu proje için AB’den 35 milyon EURO hibe alınmıştı. 2016 yılında ihalesi yapıldı, Çınar ilçemizin kırsal kesiminde şantiye kuruldu, çalışma başladı. Bir basın açıklamasına bile izin verilmeyen Diyarbakır’da, bu şantiye defalarca otomatik silahlarla tarandı ama devletin güvenlik kurumları kılını bile kıpırdatmadı. Defalarca savcılığa suç duyurusunda bulunduğumuz halde hiçbir soruşturma açılmadı. Dönemin Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki ile görüşerek bu saldırıların arka planında kimlerin olduğunu anlattım. Konuyu yakından bilen ve istese bu saldırıları durdurabilecek olan AKP’li meclis üyesinin ismini de verdim. İlgileneceğini ve çözeceğini söylemesine rağmen görüşmemizden birkaç gün sonra ihalenin iptal edildiğine dair bir yazı gönderdi belediyeye. Şantiyede gerekli tedbirlerin alınmasını önleyen dönemin çınar kaymakamı ve onunla birlikte hareket eden vali yardımcısı sanırım şimdi FETÖ’den yargılanıyor. AKP’nin katı atık entegre tesisi kurulmasını önledikleri bölgede, önümüzdeki süreçte İŞİD benzeri örgütlerin kampları olduğunu duyarsam şaşırmayacağım.

Kaynak: Ötekilerin Gündemi

Editör: TE Bilişim