Ahmet Kaya, Magazin Gazetecileri Derneği’nin (MGD) 10 Şubat 1999’da düzenlediği ”Yılın En İyi 10 Müzik Yıldızı Yarışması” ödül töreninde “Kürtçe şarkı söylemek, klip çekmek istiyorum; ve bunu yayınlayacak yürekli kanal sahipleri olduğuna inanıyorum” dediği için büyük bir lince maruz kalmış ve ülkteyi terketmişti. 

Ahmet Kaya'ya yönelik başlatılan linç kampanyasından sonra Kaya sürgüne gittiği Paris'te 16 Kasım 2000’de kalp krizi sonucu 43 yaşında hayatını kaybetmişti.

Kızı Melis Kaya, babasının hayatını kaybetmesinin ardından 2009 yılında bir yazı kaleme almıştı. Ahmet Kaya’yı doğumunun 63’üncü yılında özlem ve sevgiyle anarak, kızının yazdığı yazıyı olduğu gibi paylaşıyoruz.

Melis Kaya'nın yazısı şu şekilde:

Sözlerinin ağırlığı, can yakıcılığı, bir kişiye hakaret ederken o kişiyi seven insanları, o kişinin ailesini düşünmeden ve hunharca incitiyor oluşunu saymazsak elbette ki herkes kendisini ifade etmekte özgürdür. Keşke içinde bir şiirin duyarlılığını taşıyabiliyor olsaydı diye yazıklandığım bu kullanıcıya buradan cevap verme hakkımın Ahmet Kaya’nın kızı olarak saklı olduğunu düşünüyorum (tüm diğer yasal haklarım saklı kalmak kaydıyla); evet, benim bir kere babam öldü, 13 yaşındaydım.

Babam beni kardeşlik şarkılarıyla, kardeşlik masallarıyla büyüttü. Bana sevmeyi öğretti, affetmeyi, barışı… Bütün dinlerin, bizleri ayırmak, birbirine düşürmek için değil, bizlere huzur vermek için yaratıldığını öğretti. Bütün dillerin, insanların birbirini anlayabilme, kendilerini en doğru biçimde ifade edebilme ihtiyacı için var olduğunu öğretti. Dinimden, cinsiyetimden, milletimden, ırkımdan sıyrılıp yalnızca insan olduğumu fark etme serüvenimdeki yılmaz süvariydi babam.

Çoğu kişinin, benim Ahmet Kaya’nın kızı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüğünü biliyor ve kendi tercihim olmayan bu durumdan dolayı her gün hayata teşekkür ediyorum. Evet çok şanslıyım, çünkü benim dünyadaki bütün güzellikleri toplayıp her gece başucuma bırakan bir babam vardı. Bir çocuğun azıcık yaşanmış geçmişine, babasıyla geçen 13 hatta hatırlayabildiği 8–9 senesine böylesine korkunç bir şekilde tecavüz edebildiğinize göre, sizler ne yazık ki benim kadar şanslı değilsiniz.

Babam öldüğünde 13 yaşında bir kız çocuğuydum. Bugün hayatı 21 yaşın bakış açısıyla yorumlamaya çalışıyorum ama o gittiğinden beri bir yanım hala çocuk ve hep öyle kalacak. Babama emanet ettim o çocuk yanımı. Belki o yanım biraz büyüyüp diğer yanıma erişebilseydi böyle bir yazı yazmaya gerek bile duymayacaktım ama o çocuk yanım günlerdir hep ağlıyor.

Babam öldüğünde 43 yaşındaydı. Çok büyüktü, görkemliydi, benim masal kahramanımdı. Bugün benim 40’lı yaşlarında arkadaşlarım var ve gözümde onlar o kadar gençler ki…

Kendimi bilmeye başladığımdan beri ailem bir savaşın içerisinde. Ben bir savaşın içerisindeyim ve o savaşın içerisinde atıldım büyüme macerasına. Bir sabah babam öldü ve annemle baş başa kaldım, yapayalnız. Bu yapayalnızlık içersinde, bu kadar acıtılmamıza karşı duyarlılık beklentimi, ne yazık ki büyümeye çalışırken yitirdim. Hala daha, bizi incitmeye çalışmaktan, babamın değerlerini, babamın değer verdiklerini kırıp dökmeye çalışmaktan kendinizi alıkoyamadığınızı uzaktan acıyla izliyorum. Babamın yokluğu kadar acı veriyor bu haliniz bana. Bu ülke adına, hayat adına ve hayatı doğru yaşamak adına…

Fütursuzca yapılmış olan tüm bu faşizan eleştirilere cevap hakkımı burada yalnızca annem ve kendi adıma kullanıyorum. Babamdan sonraki Ahmet Kaya sürecini bugün buraya biz taşıdık. Ahmet Kaya adının hayatımızı mahveden o aptalca ‘bölücülük’ yaftasından sıyrılıp birleştirici bir alana yani gerçeğin ta kendisine taşınabilmesi adına kimi zaman kendi varlıklarımızı dahi unuturcasına çabaladık. Gerçeği size anlatmaya çalıştık. Yani bir devlet bakanının ağzından ona dair dökülen pişmanlık ve özlem sözcüklerini hepinizin duyabiliyor olmasına, TRT’de Ahmet Kaya çalınabilecek olmasına ve Türkiye toplumu adına bu tarihsel utanç sayfasının hala açık duruyor olması noktasına kadar biz tek başımıza geldik. Siz, bu yolun hiçbir kavşağında bizim yanımızda, önümüzde ya da arkamızda değildiniz. Size elbette ki bunun ya da babama ve aileme dair herhangi bir şeyin hesabını vermek zorunda değilim; çünkü ben 13 yaşında geleceğimin en güzel yarısını verdim, çünkü ben diploma törenlerimi, kazandığım ilk paranın heyecanını, ilk erkek arkadaşımı, doğmamış çocuklarımı, üreteceklerimi, mutluluğumun temellerini verdim.

Siz, varlık gösteremediğiniz gerçek yaşamı sanal pencerenizden izleyerek, hayatın tam ortasında yapayalnız kalmış, parçalanmış bir küçücük aileyi daha fazla yıpratma uğraşındasınız. İnsanlar benim babama, benim anneme, benim dayıma, kuzenime, halama, teyzeme, babaanneme hakaret etme cesaretini kendilerinde nasıl bulurlar? Bu hakkı size kim veriyor? Beni, hayatınızda hiç tanımamış olduğunuz bir insanı, böylesine acıtma hakkını size kim veriyor?

Siz kimsiniz?

Siz, sizden kilometrelerce uzakta, yerin metrelerce içinde öylece uzanan ve bir daha hiç konuşamayacak, şarkı söyleyemeyecek olan bir insanın sesini mi kısmaya çalışıyorsunuz? Onun geride bıraktıklarını, ailesini kahrederek “daha da fazla yok edebiliriz, daha çok kirletiriz adını, artık sülalesi de defolup gider buralardan” diye mi düşünüyorsunuz?

Hayır! Biz, size rağmen burada yaşamaya devam edeceğiz. Kendi ülkemizde kalarak, kendi gerçekliğimizle yan yana yaşayacağız. Biz babam için, babamın bana öğrettiği gibi, bu ülkenin koynunu çiçeklerle doldurabilmek için üretmeye devam edeceğiz. Hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir şey kazanmadan, sizin bilmeden konuşup bizi incittiğiniz bütün sözlerinize ve suratlarınıza ayna tutarak üretmeye devam edeceğiz.

Hadi çıkın köşelerinizden artık, saklanmayın. Nasılsa bunca yıldır size dönük yanlarımıza tatminsiz aşağılamalarınızdan, tehditlerinizden, yalanlarınızdan, sömürünüzden, hakaretlerinizden, küfürlerinizden acı işlemez oldu. Babamı artık incitmeyin, bizi artık incitmeyin.

Hiçbiriniz bu hayata dair benim ve benim annemin ödediği bedelleri ödemiş olamazsınız; hiçbiriniz benim çektiğim acıları çekmiş, benim taşıdığım yükleri taşımış olamazsınız. Artık lütfen yorulun bizim canımızı yakmaya çalışmaktan, çünkü biz zaten kalplerimizi Paris’te gömdük. Siz de akılla yaşamanın güzelliğine erişin…

Son olarak, eğer kaldıysa, bu yazıyı lütfen siz de en çocuk yanlarınızla bir kez daha okuyun ki beni anlayasınız.

Tüm çocuklara benim babam gibi bir babayla yaşanabilecek en az bir 13 yıl diliyorum; Güzel insanlar olabilmeleri için… Tüm çocuklar adına, bu dünyanın babaların ölümünden artık bıkmasını diliyorum. Ve babama gerçekten değer verdiğine inandığım herkesi onun şahsında tüm içtenliğimle selamlıyorum…

Kaynak: Karınca

Editör: TE Bilişim