‘böyle günlerde her şey hem acıya hem umuda benzer.’                                                                                                                                                                Arkadaş Z. Özger


Egemenlerin tepedeki kavgası sonucunda yaşanan darbe sürecini Allah'ın lütfu olarak değerlendirip fırsata çeviren siyasi iktidar; aşımıza ve ekmeğimize göz dikerek gece yarısı yayımlanan kararnamelerle bizleri işimizden, öğrencilerimizden ve değerlerimizden ayırmaya çalıştı. 
Müesses nizam yeniden tesis edilirken aynen 1940’larda Amerika’da başlayan ve sistem içindeki komünistlerin cadı avına benzer bir süpürmenin gerekli olduğuna kanaat getirilmişti. Makkarti adlı senatörün yoğun desteği ile literatüre ‘Makkarticilik-Makkartizm’ olarak giren bu cadı avında, sıra Hollywood yıldızlarına ve nihayetinde senatör Makkarti’nin kendisine gelince durum değişmişti. 


Atalarımız boşuna ‘ayaklarıyla oynadığın kantar günü gelir seni de tartar’ dememişler.  Bizim ihraçlarda da komünizm artık olmadığı için iktidarlar açısından çağın en kullanışlı ve işlevsel kavramı "Terörizm" ile ilişkilendirilmek en basit yoldu. Bir gecede AKP’liler ve yandaşlar kahraman, bizler "terörist" olduk. Böyle sürer mi, elbette sürmez.


İhracımızın dördüncü yılına, 29 Ekim’de Demokratik Olmayan Cumhuriyet bayramında girdik. Şimdi ise yeni bir yıla gireceğiz. Bizim açımızdan çok şey değişti. Eğer ihraç edilmeseydik yine hayatımızda bir takım değişiklikler olacaktı belki ama sanırım bu kadar radikal olmayacaktı. Bizler bu süreçte M.Mungan’nın dediği gibi alçalan insanların yükselen değerlerinden uzak durma gayreti içinde olduk. 


En aşağılık kavga biçimi hasmının ekmeğine el koymaktır. Tarihte ekmeğin haysiyet ile birleştiği daha uzun zaman aralıkları mutlaka olmuştur ama haysiyetin bu kadar ayaklar altına alınması için bu kadar seferber olunduğu bir dönemin olduğunu sanmıyorum. Yozlaşmak bütün iktidarların özünde vardır. Dolayısıyla şaşırmıyoruz.  Ancak onursuzluğun ve haysiyetsizliğin tüm topluma dayatıldığı bir ülkede iktidarı devirecek olan olası şeyin mevcut "yozlaşma" değil de "tencere" olması insanı ürkütüyor. Her şeyin mideye ve tencereye indirgenmesi ihraç edilen ve kovulan şeyin çok büyük olduğunu gösteriyor. 
Bir insanın ya da bir toplumun başına gelen felaketlerin nedenlerini bilmesi, bunu bilince çıkarması çok kıymetlidir. Neden ihraç edildik? Bu soru bize çok soruldu. ‘terörizm’ etiketlemesi ve çarpıtmasına karşı KESK, DİSK, TMMOB ve DİSK’ten ihraç edilen emekçiler açısından bu soruya doğrudan verilecek cevaplar var.
Birincisi iktidar, darbelere karşı olduğumuzu, her koşulda adalet mücadelesi vereceğimizi, her kim olursa olsun ‘eğer eziliyor, ötekileştiriliyor ve temel insani hakları elinden alınıyorsa’ onun yanında duracağımızı biliyordu. İşte ihracımızın nedenlerinden birisi darbe karşıtı olmamıza rağmen askeri darbe sonrasında oluşacak olan sivil darbenin önündeki en büyük bariyer olarak görülmemizdi.


Savaş ve nefretin hamasetle süslendiği bir ülkede, birçok kez savaş olmasın, çocuklar ölmesin dedik; kamusal hizmetler anadilde yapılsın, Kürt sorunu siyasi ve barışçıl yollarla çözülsün dedik. Çalışma yaşamında ve işyerlerinde mobinge hayır dedik, halkın emeğini çalan rantçıları, tacizci ve tecavüzcüleri teşhir ettik. İktidar ve yandaşları bundan çok rahatsız oldular. Emeğin ancak toplumsal mücadele ile bütünleşirse kutsal olabileceğine inandık ve inandıklarımızın peşinden gittik. İnancımızdan taviz vermediğimiz için ihraç edildik.


Çocuklarımız karakollara çevrilen okulların ve savaşın duvarları altında ezilirken sessiz kalmadık. Yaşadığımız şehirlerin sokaklarında ve meydanlarında aylarca bomba ve silah sesleri yankılandı. İnsanlarımız zorla yerinden yurdundan, mahallelerinden edildi. 


Babalar ve anneler çocuklarının buzdolabına kaldırılmış ölü bedenlerine sarılıp uyurken biz onları seyredemezdik. 
Silopi'de Taybet Ana'nın çocukları annelerinin cenazesinin yanında günlerce nöbet beklerken bizler midemizin derdine düşemez, hayat bilgisi ve matematiği anlatamaz, yıldızların hareketlerinden bahsedemezdik. 


Ankara’da, 10 Ekim'de, bizler “Savaş olmaz, savaş kabul edilemez, savaşla yaşanmaz” derken, arkadaşlarımızın paramparça bedenlerini yerden topladığımızda iş güvencemizi ve maşımıza yapılacak zam oranlarını düşünemezdik. 


Evrensel bir düzenbazlığın içinden geçerken gerçekleri söylemek, ezilenin ve sömürülenin yanında durmak bizim için her şeyden önce insani bir sorumluluktu. KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni sevgili Murat sevinç, bir insanın ve topluluğun başına gelebilecek en büyük felaketlerden birinin, artık hiçbir şeyi yadırgamamak olduğunu söyler. Hiçbir kötülüğü, yalanı, iftirayı, en absürt, en akıl almaz hikayeleri yadırgamamak bir toplum için en büyük felaket olsa gerek.
Bizler olanları yadırgadık, kabul etmedik, yalana ve iftiraya karşı çıktık. Ölümler ve savaşlar karşısında kendimizi mahcup hissettik ve olmaz dedik. Başta çocuklar olmak üzere herkes için başka bir dünya mümkündür dediğimiz için ihraç edildik.
Yozlaşmış bir iktidara biat etmemek, diz çökmemek erdemli bir davranıştı. Hayatlar değişse bile düşünceden taviz vermemekte öyle. Bu cesaret Emek, Demokrasi ve Barış gibi yerel ve evrensel değerleri sahiplenme ve kucaklama cesaretidir. Meşru ve haklı olduğuna inanmak bu cesaretin ilk şartıdır. İhracımızın bir diğer nedeni bu kararlılığımızdı. 


Siyasi iktidar, bizleri işimizden atarak tüm emekçileri korkutmak ve terbiye etmek istedi. Örgütlü topluma ve örgütlü sendikaya alerijisi olan siyasi iktidar birilerine dokunarak diğerlerini susturmak istedi. Örgütlü toplumun ve kolektif toplumsal aklın faşizm rejiminde ortadan kaldırılması gerekiyordu. Herkese kendisinden başka kimseyi düşünmemesi ve bencilce bir yaşamı kabullenmesi dayatılıyordu. Toplumsal ve kolektif akla ve örgütlü kötülüğe karşı örgütlü toplumu savunduğumuz için  ihraç edildik.


Ekmek ve onur mücadelesini sürdürürken yıprandığımız, hepimizin yaşamının köklü bir şekilde değiştiği doğrudur. Ama daha büyük doğrular da vardır. Ayakta kalmak, direnmek, zulme boyun eğmemek ve her koşulda inanmak, umut etmek ve onurunu korumak gibi. Bizi ayakta tutan ve tutacak olan değerler bunlardır. Bu mücadele geleneği, gülüşü ile zulme meydan okuyan ve geçen yıl talihsiz bir şekilde kaybettiğimiz Dilek Adsan gibi bütün ömrünü emek, barış ve demokrasi mücadelesine veren arkadaşların geleneğidir. Bu mücadele geleneğini onurla taşıdığımız ve yaşattığımız için ihraç edildik.
Türkiye’de yaşanan genel siyasal krizi nasıl ki Kürt sorunu domine ediyorsa, özelde ihraçların genelde emek alanında yaşanan sorunların merkezinde de yine iktidarın kendini kurtarma aparatına dönüştürmek için yeniden kurguladığı Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve istismar edilmesi vardır. Çok basit bir ifade ile söylersek, iktidarın ve devletin ‘terörle mücadele kararlılıkla sürecektir’ söylemi yerine toplumun nedeyse yüzde sekseninin onayladığı ‘barış ve çözüm süreci kararlılıkla devam edecektir’ denilebilseydi (dedirtebilseydik!) kimse ihraç edilmeyecekti. Dolayısıyla işe geri dönüşün anahtarı da bizi ihraç edenlerden oluşan kıytırık ‘OHAL’ komisyonu değil, Kürt meselesinin barışçıl ve müzakereci yollardan çözümüne ve ülkenin yeniden demokrasi ve hukukun olduğu bir rejime geçiş yapmasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Sizi ayaklarıyla yerde sürükleyen birinin ayaklarının tabanından insaf beklemek insanlık onuruna aykırı bir durumdur.
Son söz olarak, bu zorlu süreçte İhraçların geniş bir direnme repertuarı olduğunu söyleyebilirim. İş kuranlar, başka işlerde çalışanlar, çeviri yapanlar, kitap yazanlar, çitçilikle uğraşanlar, siyasete girenler, müzik ile uğraşanlar, arıcılık vb kooperatiflerle ekmeğini kazananlar ve bir de sokak vardı. Sokakta birleşemediysek de sokakta onuruyla aylarca direnen Barış Akademisyeni sevgili Nuriye Gülmen şahsında ihraç platformları vb direniş biçimleri de vardı. Belki bu direniş biçimleri örgütlü, kolektif olamadı. Bu hepimizin eksikliği. Ancak hiçbir yaşam biçimi sonuç odaklı yürüyemez, sürekli sonuca bakılırsa yol gidilmez, yolda olmak ve o yolda yürümek varılmak istenen hedefin en kritik aşamasıdır. Kötülüğün nedenini bilmek ve bunu bilince çıkarıp kabul etmemenin kendisi bazen her şeyin cevabıdır.
Yeni yılda kaderimizi kendimizin belirleyeceği bir yıl olması dileğiyle.
İhraç Kürt Öğretmen
mehmet nuri özdemir