İnsan yeryüzüne geldiği andan itibaren hep bir otorite ve belirlenmişlik ile karşı karşıyadır. Doğrudan ya da dolaylı olarak kendisine vaaz-öğüt-önerilerde bulunulur. Bu vaaz öğüt ve öneriler kendi içinde sosyal-psikolojik bir çok dayatma taşır. Eğer muhafazakar bir ailedeyseniz daha değerli, iyi, iffetli, güzel olmanın yolu Kapanma, dini ritüellere sonsuz biat, ve yaşadığın cehennemi hayata rağmen "Şükür"den geçer. Kuralların, tüzüğün, yönetmeliğin, kalıpların dışına çıkmak suçtur. Muhafazakar ailelerde bütün çocuklar çok küçük yaşta kapanmaya tesettür ve başörtü takmaya başlar. Çünkü değer yargıları bu temel üzerinden şekillenmeye başlıyor. E.M. Cioron ‘Çürümenin Kitabı’nda adı din olsun olmasın kişinin bir şeyi kutsallaştırma, tapınç haline getirme kalıplara büründürme ve bu hususlara göre hayatı cehenneme diktatörlüğe, otoriteye evriltme gayreti içinde olduğunu anlatır. İnsanlık, her yerde çitler örüyor. Kalıplar oluşturuyor. Fikirlerini, sahip oldukları eğilimleri, düşünceleri kutsal hale getiriyor. Cioron haklı olarak diyor ki "Kutsal metin ile bir belediyenin yönetmeliği, partinin tüzüğü arasında fark yoktur" Bizde bazen düşüncelerimizi kutsal metin haline getirebiliyoruz.

Sovyet Rusyası için kutsal kitap, Din, Allah, peygamber, kitap yoktu. Fakat onlar bunu iddia ederken yenisini icat etmişlerdi. Marks’ın Daskapitali ve materyalleri kutsal kitap. Lenin ve Stalin ise peygamberleriydi. Bir Müslümanın Hz. Muhammed için söylenen bir söze verdiği tepki ile bir Marksistin Marks, Lenin ve Stalin için söylenen söze verdiği tepki arasında hiçbir fark görmedim. Aynı şey günümüz için de geçerli hakim partinin ve ideolojisinin karşısında farklı bir tavır sahibi olmak içeri tıkılmak için yeterlidir. Son olayda bize bunu gösteriyor. Sanatçı Gülşen söylediği sözler için içeri atıldı. Fakat ülkenin Cumhurbaşkanı, "Sürtük, alçak, Terörist" vs gibi ağır ithamlarda bulunduğunda sorgulanıp, yargılanmıyor kendisine dava açılamıyor. Çünkü toplum ve birey üzerinde çok büyük bir otorite kuşatılmışlık ve tahakküm ilişkisi söz konusu. İşin garibi Birey-toplum, toplum-birey hatta birey-birey üzerine bu tahakküm ilişkisini kurabiliyor. Bazen çok küçük bir arkadaş ortamında bile bunu görebiliyor şahit oluyoruz. Şeytanlaştırma her yerdedir. Birisiyle aramız bozulmasın en yüce değere sahip olan en aşağılık olabiliyor. Bugünün dostu yarının düşmanı kesiliyor. Önemli olan bunun farkında olup çitleri kaldırmak, tahakküm ve dayatmadan vazgeçmek! Hiçbir söz hiçbir ideoloji hiçbir insan kutsal değildir. Hayat bomboş bir görüntü ve ses öbeğidir. Onu anlama büründüren insandır. Hayat bir inşaadır. ‘Doğru’ ve ‘Yanlış’ bir hapishanedir. Belki de asıl özgürlük yargılamayı ve yargılanmayı bıraktığımız an’da başlar. Hayat bir dayatmadır. Bir otoritedir. Bir sandalye bile ona nasıl oturmanız gerektiğini size söyler. Dikte eder. Peki huzur nedir? Aslında huzur ve kurtuluş bir ‘Su’ olmaktadır. Akmaktır hiçbir şeyi kutsallaştırmadan geçip gitmektir.  Ta ki ölümde takılı kalana kadar…