Bundan yaklaşık 100 yıl önce inşa edilen ve sürekli çatışma, kriz, gerilim üreten; darbeler, muhtıralar ve dayatmalarla ite kaka günümüze kadar getirilen 100 yıllık ‘parlamenter sistemden‘ çıkmaya çalışan Türkiye, geleceğini belirlemeye aday anayasa referandumunu geride bıraktı.

Devlet sisteminin yeniden inşası amacıyla yapılan referandumda devlet bütün imkanlarını seferber ederek sandıktan 'evet' çıkarmayı başardı.

Türkiye şimdi sandıktan çıkan sonucu tartışıyor…

'Hayır cephesi' bileşenleri baskı altında ve eşitsiz şartlarda yapılan, devletin açık desteğiyle sağlanan sonucun şaibeli olduğunu ileri sürüyor ve referandumun iptalini istiyor.

Geçen yazımda sandıktan ne sonuç çıkarsa çıksın gerilimin düşmesi, krizin çözülmesi ve belirsizliğin sona ermesi beklenmiyor demiştim ki süreç aynen böyle işliyor ve sonuç yeni bir kriz daha üretmiş görünüyor.

Öte yandan CHP’nin öncülüğünü yaptığı 'hayır cephesi' sandıktan çıkan sonucu kabul etmiyor anca; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve MHP lideri Bahçeli ise,‘iş bitti‘ diyor ve geri dönüşü artık mümkün görmüyor.

Bence de öyle; Türkiye‘de yeni bir darbe ya da bir iç savaş yaşanmadığı sürece (ki koşulları yok)  gelinen bu noktadan geri dönülmesi artık mümkün görünmüyor.

Aksine gidişat 100 yıllık sistemini değiştirmeye karar vermiş devletin bütün imkanlarını gelecekte de seferber edeceğini ve iç-dış talepleri görmezden gelerek yoluna devam edeceğini gösteriyor.

Ne kadar yapabilir, başarılı olabilir mi ve ayrıca buna gücü yeter mi? Bu ayrı bir konu ancak, 100 yıl öncesinde olduğu gibi günümüzde de yeni devlet sisteminin baskı ve dayatmayla kurulmak istendiği çok açık.

Bundan 100 yıl önce çöken çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü Osmanlı’dan geriye kalan etnik, dini ve kültürel dinamiklerin taleplerine kulak tıkayan; onların aşağıdan yukarı doğru yükselttikleri nesnel ve öznel süreçleri baskı altına alan Kemalist elit, yeni devlet sistemini dayatmayla hayata geçirmişti.

Bu yüzden Türkiye, geride kalan 100 yılı içeride ‘devlet-millet çatışması‘ yaşayarak, dışarıda ise Batı sistemine ‘bekçilik ve çöpçülük‘ yaparak geçirdi.

Batı’da devlet burjuvazinin öncülüğünde yaşanan demokratik devrimle kurulmuş, toplumsal dinamikler eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ortak paydasında birleşmişti.

Anadolu’da ise devlet kurtuluş savaşına öncülük eden askeri elitin dayatmasıyla inşa edilmişti. Bu da yeni devleti Anadolu halklarıyla karşı karşıya getirmiş ve çatışma hem devlete hem de halklara çok şey kaybettirmişti.

Ne var ki bundan hiç ders alınmamış gibi, çöken ve tasfiye sürecine giren eski devlet sisteminin yerine inşa edilmeye çalışılan yeni sistem de yine halklara rağmen ve yine baskı ve dayatmayla kurulmak isteniyor!

Elbette Türkiye daha yolun başında ve kesin bir şey söylemek zor. Ayrıca koşullar 100 yıl öncesinden farklı olarak toplumsal dinamiklerden yana ancak, şimdiye kadar yapılanlar devlet iradesinin geçmişten ders almadığına işaret ediyor.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken üretilen ve geçen 100 yılı kaybettiren yapısal sorunları çözmesi gereken devlet hem çözümsüzlüğü yeni yüzyıla taşıyor hem de sorunlara yenilerini ekliyor.

Devletin tutumu bir yana, toplumsal dinamiklerin ve onların öncülerinin de geçmişten gereken dersleri almadıkları anlaşılıyor. Böyle giderse, halklar kendi kaderlerine sahip çıkmaz iseler önümüzdeki 100 yılın da kaybedilmesi olası görünüyor.

Dolayısıyla daha fazla geç kalınmadan farklı toplumsal dinamiklerin özgürlükçü bir sistem hedefi etrafında birleşmesi gerekiyor ancak, referandum sürecinde yaşananlar bunun pek de fark edilmediğini; her toplumsal kesiminin kendi dar kimliğinin içinde hapsedildiğini gösteriyor.

Diğer yandan Türkiye‘de yeni sistem arayışı Erdoğan’ın kişisel amaçlarına ve onun kendini kurtarma çabasına bağlanıyor. Sorun ağırlıklı olarak bu eksende tartışılıyor.

Kaldı ki referandum sonuçlarına da Erdoğan karşıtlığı ile Erdoğan yandaşlığının damgasını vurduğu görülüyor.

Fakat Erdoğan’ın öznel amaçlarıyla örtüşüyor olsa da, sistem asıl olarak devletin yeniden yapılanma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Elbette bu proje Erdoğan üzerinden yürüyor ve Türkiye’de devlet sistemi yeniden yapılanıncaya kadar Erdoğan’ın merkezde kalacağı anlaşılıyor. Fakat buna rağmen Erdoğan karşıtlığı ve yandaşlığına dayanan siyaset doyuma ulaşmış bulunuyor. Artık yeni şeyler söylemek, meselenin özüyle alakalı politik çözümler ileri sürmek gerekiyor.

Son olarak; referandum çıkan sonuç Türkiye’nin bütün toplumsal kesimlerini özgür bir gelecek etrafında birleştirecek; bunun çağdaş siyasetini üretecek ve bu sayede güçlü bir alternatif  haline gelecek demokratik bir muhalefete ekmek ve su kadar ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

Tek parti ve tek şefin yöneteceği ‘kutsal devlet‘ yerine, halkların iradesinin egemen olacağı demokratik devleti kurmanın yolu buradan geçiyor…

Kürtlere gelince;

Kürtler de devletteki yeniden yapılanma çabasını önceden öngören ve Kürt meselesini yeni siyasal sistemin inşası sürecinde çözebileceğini düşünen tek kişinin PKK lideri Öcalan olduğu biliniyor.

Kürt-Türk ittifakı gelecek vizyonuna sahip Öcalan, İmralı’da başlayan Çözüm Süreci’ne ve sürecin öznesi olarak ortaya çıkardığı HDP’ye böylesi bir misyon biçmişti.

Fakat ne yazık ki bu süreç ilerlemedi…

Çözüm Süreci çok kanlı bitti. HDP ise Türkiye’nin geleceğini belirleyebilecek bir siyasi aktör olabilme şansını iyi değerlendiremedi.

Buna rağmen ama, tarihsel birikim ve sosyoloji Kürt hareketinin Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasına öncülük etme görevini görmezden gelmesine izin vermiyor.

Yaşanan olumsuz bütün gelişmelere rağmen tarih her defasında bu görevi Kürt siyasetinin önüne koyuyor.

Kürt illerindeki ve İstanbul, İzmir, Kocaeli, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi yerlerdeki Kürt seçmenin tercihine buradan bakmak gerekiyor.

Kin ve öfkeyle yerle bir edilen Kürt illeri ve ilçelerindeki seçmen 'hayır' oyu vererek "ne kadar zulüm ederseniz edin, size biat etmeyeceğim" mesajını vermeyi tercih etti.

Bu mesajı doğuda ve batıda çok net bir biçimde ve elbette anayasanın içeriğinden bağımsız olarak verdi.

Kürt seçmen kahır ekseriyetle baskıya, aşağılanmaya ve dışlanmaya tepki olarak 'hayır' dedi.

(Hayır cephesindeki Kürt karşıtları bu oyların üzerinde sörf yapmaya çalışsa da gerçek değişmiyor.)

Öte yandan şehir savaşlarından görece daha az etkilenen Kürt illeri ve ilçelerindeki seçmenin de AKP’nin oylarını bir parça yükselttiği görülüyor.

Bu kesimlerin sözcüleri bu oyların, ‘değişim istiyorsan müzakere masasına geri dön‘ çağrısı olarak okunması gerektiğini söylüyor.

Dolayısıyla her iki cephedeki Kürt oylarının demokratik çözüm; barış ve özgürlük amacıyla verildiği; Türkiye’nin en güçlü demokrasi ve değişim dinamiğinin Kürtler olduğu görülüyor.

Bu referandumda demokrasi ve özgürlük ekseninde yeni bir Türkiye‘nin inşa edilmesi için hazır olduğunu belirten Kürt seçmen, Kürt siyasetine de, Türkiye’nin değişim dönüşümüne silahla değil, siyasetle öncülük edebilirsin, bunun koşulları var, güvencesi de benim diyor.

Kürt seçmeni yeni bir siyasi hamle fırsatı sunuyor ve bunun değerlendirilmesini istiyor…

Kürt siyasetinin bu mesajı iyi okuması, tarihsel misyonuna sahip çıkması; Öcalan’ın önerdiği özgürlük ve eşitlik temelinde gerçekleşecek büyük Türk-Kürt buluşmasına; hakların demokrasi ve barış içinde birarada yaşaması çabasına öncülük etmesi gerekiyor…

[email protected]