Gazete Emek - AKP'nin kuruluşundan beri AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakınında olan eski AKP Diyarbakır Milletvekili Mehmet İhsan Arslan, "15 Temmuz kimyamızı bozdu, can havliyle FETÖ'nün yargıdaki taktiklerini kullandık" dedi.

Çocukluğunda, Sason'un Balbaşı Köyü'nde devletin aslında izin vermediği medreselerde Kürtçe verilen dini eğitimi aldı, gençliğinde "İslam inkılabı" dediği hedef için çalıştı, hatta bir şiddet eylemine de karışıp cezaevine girdi. Türkiye'nin ilk İslami mizah dergisini çıkardı. Yöneticisi olduğu Zaman gazetesinin hisselerini Gülen yapılanmasına yakınlığıyla bilinen isimlere satıp çekildi. Ardından gazete, Gülen yapılanmasının yayın organı haline geldi. Hizbullah içindeki İlim ve Menzil grubuyla, Hizbullah'la PKK arasında müzakereler yürüttü. Mazlum-Der'deyken bir heyetle Kuzey Irak'taki kamplarından birine giderek PKK'nin kaçırdığı askerlerin serbest bırakılması için görüşme yaptı.

Ardından siyasete girdi ve kuruluşunda bulunduğu, oğlu Ali İhsan (Mücahit) Arslan'ın da kurucu üyeleri arasında olduğu AKP 2002'de iktidara geldi.

AKP'nin iki kez başlattığı çözüm süreçlerinde masa dağıldı. Mehmet İhsan Arslan, her seferinde Kürt sorununu çözmenin daha da zorlaştığını ancak çözümün kendisini dayattığını ve sorunun bir gün mutlaka çözülmesi gerektiğini söyledi.

“Berat Albayrak'ın istifasına nasıl bakıyorsunuz?” sorusunu da yanıtlayan Arslan, “Ben bugün de yarın da iktidara gelen liderlerin aile bireylerini iktidara ortak etmelerini doğru bulmuyorum. Bu yanlış adımın sonucudur bugün gelinen nokta. Keşke bu görev verilmeseydi. Halkımızın, ülkemizin kaderiyle onun kaderi özdeşleşti. Onun başarıları hepimizi etkiliyor, doğru kararlardan hepimiz nimetleniyoruz, yanlış kararlardan da hepimiz zarar görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Eski AKP Diyarbakır Milletvekili Mehmet İhsan Arslan'ın, BBC Türkçe'den Ece Göksedef'in sorularına verdiği yanıtlardan bazıları şöyle:

Türkiye'nin muhafazakar siyaset yolculuğunu kendi hikayeniz üzerinden anlatıyorsunuz kitapta. İslamcılık meselesi ülkede dün neredeydi bugün nerede? AKP'li yıllar nasıl etkiledi bu damarı sizce?

"AK Parti öncesi, Milli Görüş'ün siyasette var olduğu dönemde biz ütopyayı yaşıyorduk. Ama o radikal duruşla hayatın gerçekleri ile mutabakatın çok zor olduğunu görenlerimiz oldu. Bu gerçeği gören bir ekip, daha sonra yenilikçi olarak adlandırılan bir grup, AK Parti olarak siyaset sahnesine çıktı.

Evet Türkiye'de solcu arkadaşlarımızın ütopyaları vardı, ülkücü arkadaşların kızıl elması vardı, bizim de İslamı yaşadığımız toplumda hakim kılma, tırnak içinde şeriat devleti kurma gibi bir idealimiz vardı. Bunu nasıl hayata geçireceğimiz konusunda büyük tecrübe edindik. Ne kadarını yapabilip ne kadarını yapamayacağımızı anlamış olduk."

Kitabınızda "AK Parti'nin bir milliyetçi bagajı yoktu, elinde Kürt kanı yoktu" demişsiniz. AKP'nin "İslamın kuşatıcılığıyla" Kürtlere yaklaştığını söylemişsiniz. Abdullah Öcalan da 21 Mart 2013'teki mektubunda "1000 yıla yakın süredir İslam bayrağı altında ortak yaşam sürdürüldüğünü" söylemişti. Sizce bu dini yaklaşımdan bağımsız, tamamen liberal, hak, hukuk ve özgürlükler çerçevesinde çözülebilir mi sorun?

"Bence muhafazakarlığımızın artık ciddi bir bagajı, birikimi oluştu. Bu bagaj siyaseten bizi tamamen devletçi bir pozisyona taşıdı. Biz ülkede sistemin kendisi olduk. İlkeleri doğrusu bir kenara attık. Bizi gelecek seçimlerde hangi kesimler iktidara taşıyacak ve iktidarda kalmamızı sağlayacaksa, onlarla iş tutmayı tercih ettik. Kürtlerin oylarına ihtiyacımız olduğu dönemde biz onların taleplerini masada tutmaya devam ettik.

Sonradan bunun bizi tehlikeli sahillere götüreceğini fark ettiğimizde de bu kez başka çevrelerin desteğiyle siyaset yapmaya ve iktidarımızı sürdürmeye karar verdik. Şu an da MHP'yle olan ittifakımız da böyle bir sürecin son aşamasıdır."

Dolmabahçe sürecinden bahsediyorsunuz kitapta, çözüm sürecinin geldiği son nokta. Bundan bir ay sonra Erdoğan'ın tavır değiştirdiğini görüyoruz. Birkaç ay içerisinde de çözüm süreci dağılıyor. Sizin söylediklerinizden de yola çıkarak, HDP'den başkanlık konusunda bir destek alınamayacağını gördü AKP ve bu sebeple milliyetçi tabanın desteğini mi almaya çalıştı?

"O tavır değişikliğinin nedenini tarih çok önemli bir şey olarak not edecek. Benim tespitim şu: Kürt sorununun tanımı ile alakalı. Genellikle Ankara'dan Kürt sorunu uzun geçmişte geri kalmışlık sorunu olarak tanımlanıyordu. Mücadele arttıkça, şiddet arttıkça, kültürel haklar olarak tanımladı.

Ne zaman ki devlet olayı kültürel hak mücadelesi olarak tanımladı ve o bağlamda bazı değişimler yapmaya kalkıştı; o dönemde HDP tarafında konu artık kültürel hak talebinden çıkmış, siyasal haklar ve etnik mücadeleye bürünmüştü.

Bizim zamanımızda var olmayan bir parti sonuçta 6-7 milyon aktif üyesi olan bir siyasi harekete dönüştü. Bizim zamanımızda bu kadar dış bağlantısı ve iş birliği olmayan bir terör örgütü bir kere Amerika'dan, Suriye'den, İsrail'den, Bağdat'tan, Tahran'dan, Rusya'dan destek alabilir duruma geldi. Uluslararası bir güç haline döndü. Hareketi doğru tanımadığımız için doğru reçete veremedik.

Dolmabahçe'ye sorunu çözelim niyetiyle gidildi ama ondan sonraki adımların tamamen siyasi bir hüviyet kazanacağı fark edildi bence. O yüzden "aman ha, bu bizi yakar" dediler. Bence biz bunu devletin bekası, vatanın bütünlüğü adına o oyundan vazgeçtik diye ben tanımlıyorum. Çünkü bu ciddi bir ilk adım olacaktı. Konunun siyaseten tanımlanması ve siyasi müzakerelere konu olması hadisesiydi."

AKP'nin kuruluş sürecinde de aktif rol aldınız, Erdoğan bazı görüşmelerini sizin evinizde yapıyordu, kitapta anlattığınıza göre. Bu sistem ya da daha özerk yerel yönetimler konusu bu görüşmeler sırasında, sadece niyet beyanı olarak mı yer aldı yoksa gerçek anlamda ele alınmış mıydı?

"Ciddi ciddi konuşulmadı. Tayyip Bey'in "Kefenimizi giydik" derken neye mal olursa olsun biz bunlara göğüs gereceğiz, temel sorunları mutlaka çözeceğiz iddiası vardı. O çerçevede… Bazı şeyler hemen ifade edilmez, tedbirler alınır, hazırlanır, daha sonra gündeme getirilir.

Tayyip Bey bu konuda çok başarılıydı. Attığımız bütün adımlar, toplumun bütün kesimlerini, ne tür çözüm olursa olsun çözüme razı etmişti. Ben çok ümitliydim o günler. En muhalif ulusalcısı ve milliyetçisi, liberali, aydını, hepsi artık bu sorunun çözülmesine, ne tür taviz verilmesi gerekiyorsa o tavizleri vermeye bile razı olmuştu. Toplum hazırlanmıştı. Keşke devam etseydi.

Ama işte iktidar insana zamanla, iktidar, servet ve çok şey bilmek insana yanlış da yaptırabiliyor. Derler ya, güçlü bir iktidar olduğunuz zaman daha çok hata yapma ihtimaliniz artıyor. Doğrularla muhatap olmada onları alma kabiliyeti azalıyor. Her şeyi biliyorsa o zaman kimden neyi alacak ki? Bilgi de güç de para da insanı şımartabiliyor. Bizi bir dönem iktidar şımarttı desem…"

AK Parti'nin kuruluşunda Avrupai değerler vardı, evrensel yargı sisteminin devreye girmesi…

"15 Temmuz kimyamızı bozdu bizim."

Yani o zamana kadar samimi miydi bu taleplerinde? Siyasal İslam'ın geldiği nokta açısından soruyorum, bu vaatlerde samimi miydi yoksa ihtiyaç kalmaması halinde geri tepilebilecek geçici sözler miydi sizce?

"Kesinlikle biz Türkiye'yi yönetmeye taliptik. Bütün insanları adalet üzerinden yönetmeye taliptik. Alevi, Roman, Kürt kardeşlerimizin, Müslüman dindar vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeye niyet etmiş ve bunun için adım atmış bir kadroyduk.

İlk aşamada askeri vesayet vardı, adım atamıyorduk. Ne zaman ki ciddi bir mücadeleyle askeri vesayeti ortadan kaldırdık, orada yılana sarıldık. İş birliği yaptık.

Tahmin etmediğimizden fazla onlar işin içine girdi. Hatta onlar lokomotif oldu, biz arkada icraatta bulunduk. Sonra FETÖ'nün vesayeti gündeme gelmeye başladı. Biz bunu fark ettiğimizde irkildik. Ondan sonra da tabii kıyamet koptu. O güne kadar hukuk içinde kalmaya azami dikkat gösteriyorken 15 Temmuz'dan sonra doğrusu panikledik ve olayın vahameti karşısında ancak yargıyı kullanarak başarılı olabileceğimiz kanaatine vardık.

Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle."

2014'te verdiğiniz bir röportajda "Hiçbirimizin Tayyip Bey'e küsme hakkımız yok çünkü lider olsak hiçbirimizin yapamayacağı şeyleri yaptı" demiştiniz. Bugün hâlâ böyle düşünüyor musunuz?

"O vazgeçti, uygulamalarından vazgeçti. İddiasından vazgeçti. Böyle bir sorun yok diyor. Bugünlerde gerçi tekrar gündeme gelebilir ama…

Ben HDP'lilerden bazı arkadaşlarımızın Tayyip Bey bizim AK Parti grubunda konuşurken ağladığını biliyorum. Çünkü Tayyip Bey samimiyetle çok sağlam adımlar atıyordu ve çok güzel bir gelecek vaat ediyordu."

Son yerel seçimler sonrası HDP'li belediyelerin neredeyse tümünde seçilenler görevden alındı, tutuklandı, kayyumlar atandı. Bu belediye başkanlarından birisi bir zamanlar kurucusu olduğunuz Mazlum-Der'de çalışmış biriydi. AKP'nin seçimle alabileceğine inandığı ama alamadığı belediyeleri kayyumla yönetmeye mi çalıştı?

"Beğen veya beğenme, halk iradesi kutsaldır diyoruz biz, halk onları seçti. Buna saygılı olunması gerekiyordu bence. Yolsuzluk, haksızlık, terörle direkt iletişim, yardımlaşma her neyse bunlar olsa, hak hukuk var, yargı ve emniyet var, gereken müdahale yapılır. Ama halkın oyunu yok sayarak kayyum atıyorsanız ben bunu doğru bulmuyorum. Tarih de bunu not edecek."

AKP 2009 ve 2013'te iki kez süreç yürüttü. İlki biraz daha yabancı ülkelerin kontrolünde oldu, ikincisi daha yerli bir süreçti. Hangi ülkeler müdahil oldu bu süreçte?

"Eğer biz kendi içimizde bu sorunu çözemezsek dışarıdan büyük devletler müdahale ederler. PKK'nın ve örgütün bu manada bizim dönemimizde bazı yanlışlarımızdan dolayı çok fazla uluslararası boyut kazandığını, çok fazla büyük ülkelerin istihbarat ve siyasi kadrolarının bütününe girdiğini söylüyorum. Keşke bu noktaya gelmeseydi, biz kendi mahallemizde bu konuyu çözebilirdik. Ama şimdi dış devletlerin müdahalesi zorunlu hale geldi.

Eğer biz beraber yaşamayı beceremezsek biz kendimizi bölmüş olacağız. Devletlerle her konuştuğumuzda destek vermeleri, istihbarat vermeleri konusunda yalvarırdık. Bunun için de bir sürü fedakarlığa hazırdık. Diğer ülkelere verdiğimiz tavizin onda birini, o rüşvetin bir kısmını kendi vatandaşlarımıza verseydik sorunu çözerdik burada. Onlara gerek kalmazdı."

Bugün yeni bir ivmelenme var gibi hükümet tarafında. Yargı reformundan bahsediliyor, yatırımcının güven duyacağı bir hukuk sisteminden bahsediliyor. Bu dönemde MHP ile koalisyon yapılan bir ortamda, daha milliyetçi ve sağ söylemin benimsendiği bir ortamda bir yere varılabilir mi?

"Bugün eğer bir hukuk lazım diyor isek, ekonomide reform lazım yapmamız lazım diyorsak, zımnen bugüne kadarki politikalarımızda sıkıntı olduğunu kabul ediyoruz demektir. Bu bir itiraftır. Hata yapan birilerinin bu hatayı düzeltip doğru olanı yapmaya çalışması zor oluyor biraz.

İflasına sebep olduğun şirketi iflastan kurtarıp kara geçirmek herkese nasip olmuyor. Çünkü onun kararları sonucu, onun hataları sonucu şirket iflas etmiş. Zaten bilseydi, doğrusunu yapmak isteseydi iflas etmezdi.

Bizim buraya gelelim. İyi şeyler duymak istiyoruz. Halk olarak yorulduk. Eksiklerin telafi edilmesi, doğru şeylerin yapılması lazım diyor. Ama güven sorunu var. Medyamız biraz suskun, keşke bu kadar olmasaydı.

Herkes şu an ekranlarda şunu söylüyor: Söze değil icraata bakmak lazım. Ben de onlara katılıyorum. Tabii ki yargı işleyişi sıkıntıda. Bu başkanlık sisteminin incelenmesi, masaya yatırılması gerekiyor. Geçmişte adem-i merkeziyetçi sistemi savunuyorken geldiğimiz noktada yüzde yüz merkeziyetçi bir sistemle karşılaştık. Bir tek kişinin iradesine bağlanmış bir sistem, bir işleyiş. Bundan sıkıntılar doğacağını bazılarımız kestiremedik herhalde. Tek sesli olursa bir şeyler daha çabuk halledilir dedik herhalde.

Baktık ki kurumsal yapıdan uzaklaştıkça, kişinin tek başına verdiği kararlarda hata yapma ihtimali daha fazla oluyor. Bence bazılarımızı kabul etmiyoruz ama güçler ayrılığı diye bir şey kalmadı ülkede. Meclisin, yargının denetleme gücü ortadan kaldırılınca her şey bir tek insanın iki dudağı arasına sıkışmış oldu. Bu çok vahim bir durum."

Amerika'da, Avrupa'da otokrat liderler arasında sayılıyor Cumhurbaşkanı, saydığınız sebeplerle. Bunun geri dönüşü mümkün mü? Aynı zamanda Kürt sorunu konusu da yeniden gündeme gelebilir demiştiniz. Bu konularda öngörünüz nedir?

"Bu bir süreçtir. Liderlere bağlı değildir. Vatandaşın talep ve desteği sonucu da oluyor bu, durup dururken olmuyor seçimle oluyor bunlar. Ama bunun uzun süre devam etmesi beklenemez bana göre. Bence bu bir dönemdir, bu geçer. Geçtikten sonra Türkiye'de parlamenter sisteme geçişin ben çok uzak olmadığını düşünüyorum.

Tayyip Bey'in şahsında müthiş bir enerji, kabiliyet, karizma var. Hataları bir kenara bırakıyorum. Ama şimdi Tayyip Bey'in uhdesindeki bu kadar sınırsız yetkileri onun gibi kullanabilecek ben ikinci bir adam görmüyorum. Bu kabiliyetleri daha düşük olan gelecek liderlerin bu işi götüremeyeceklerinden hareketle, muhalefette de bu çok seslendiriliyor. Başkanlık sisteminin bizde iyi sonuçlar vermediği kabul ediliyor, ben de katılıyorum."

AKP'nin yönetici kadrosuyla hâlâ yakın ilişkileriniz varsa bu kaygılarınızı paylaşıyor musunuz? Oğlunuz da milletvekili. Size bu konuda bir görev verilse yeniden rol almak ister misiniz?

"Ben basit tedbirlerle yola devam edilemeyeceğini düşünüyorum. Çok ciddi radikal kararlar alınması gerekiyor ve bu zordur. Uzun zamandır bu şekilde yönetimi tercih etmiş, kadroları buna göre yönlendirmiş bir iradenin kısa bir zamanda bütün bu kararlarını geri çekmesi kolay değil.

Şimdiye kadar mahkemelere, ekonomiye, medyaya müdahale etmişizdir. Bir gün sabah kalkıp "Medya, siz istediğiniz gibi yazın," ondan sonra hakimlere "Kaçmıyorsa tutuklamayın kardeşim zaten cezaevlerinde yer yok" diyemiyorsunuz. Bu bakımdan çok zor görüyorum.

Burada soru şu: Acaba gerçekten yapılanların yanlış olduğu ve ciddi adımların atılması gerektiğine fikren kabul edilip inanılıyor mu ve düzgün şeyler yapmak gereğine inanılıyor mu? Yoksa dışarıdan gelen şikayetler karşısında "Tamam anladık, durduracağız bu yanlışları" mı deniyor? Ben tam bilmiyorum. Siyasi kulislerden uzağım açıkçası. Zaten 2011'den sonra siyaseten kendimi emekliye ayırdığımı söyleyebilirim. Siyaseti Mücahit yapıyor. Ben bazı tespit ve tavsiyelerin iletilmesinde yarar görebilseydim aktarırdım. Biraz aramıza mesafe girdi doğrusu. Artık bir insan her şeyin doğrusunu ben biliyorum dediğinde, çevresindekilerin ona bir şey söyleme, bir tavsiyede bulunma şansı kalmıyor.

Başlangıçta bu tür bir diyaloğumuz vardı. Ben 2007'de bir gün röportajımda Abdullah Öcalan'ı yok sayamayız demiştim. Tayyip Bey'le görüştüğümüzde bana hiç kızmadı ama "Bizim görüşmediğimizi nereden biliyorsun?" dedi. Haklıydı. Benim istihbari bilgim yoktu. Onunki doğruydu, benimki yanlıştı.

Böyle bir iki olay olunca o zaman diyorsunuz ki Müslümanlıksa senin kadar Müslüman, güç desen her türlü güç var, akıllıysa senden akıllı. O zaman "Allah selamet versin" deyip vazgeçiyorsun. O bakımdan şu an diyaloğumuz zayıf."

Tüm bu konuştuklarımız ışığında Berat Albayrak'ın istifasına nasıl bakıyorsunuz?

"İslam tarihinde meşhur dört halifemiz var. İslam'ın en güzel uygulandığı dönem olarak bakıyor Ehli Sünnet. Ve Hazreti Osman halife olarak Hazreti Muhammed'in kızını da almış, böyle bir boyutu da var. Buna rağmen onun akrabalarını idareye almasını eleştiririz.

1500 yıl üzerinden geçtiği halde akrabalarına iktidarda görevler vermesini, ehliyet ve liyakat yerine akrabalık bağını öne çıkarmasını eleştiririz biz. Dolayısıyla ben bugün de yarın da iktidara gelen liderlerin aile bireylerini iktidara ortak etmelerini doğru bulmuyorum.

Bu yanlış adımın sonucudur bugün gelinen nokta. Keşke bu görev verilmeseydi.

Halkımızın, ülkemizin kaderiyle onun kaderi özdeşleşti. Onun başarıları hepimizi etkiliyor, doğru kararlardan hepimiz nimetleniyoruz, yanlış kararlardan da hepimiz zarar görüyoruz."

Kaynak : BirGün 

Editör: TE Bilişim