Kapitalist sisteme özgü burjuva demokrasisinin doğuşu, bir yanda sermaye sahiplerinin makinelerini işletebilmek için emek gücüne gereksinim duymaları, diğer yanda da geçimini sağlayabilmek için emeğinden başka satabileceği bir şeyi olmayan emekçilerin karşılıklı mücadelelerini siyasal alanda müzakere ve çözüme bağlama ihtiyacından kaynaklanmıştır.

Gerçek anlamda demokrasi eşit güçler arasındaki müzakere ve uzlaşma olması gerektiğinden, farklı güç odaklarının karşılaştığı burjuva demokrasisinin kısıtlı bir rejim olduğu ortadadır. O kadar ki, çoğunlukla demokrasinin vaz geçilemez önemli bir kuralı olarak görülen “azınlığın haklarının korunacağı” hükmünün, aslında emekçilerin burjuvazinin üretim araçları üzerindeki mülkiyet hakkını parlamento yolu ile değiştiremeyeceği dayatmasının kibar bir ifadesi olarak algılanması gerekir. 

Açıktır ki, bu durum bir demokrasi oyunudur. Halkın kendi temsilcileri eli ile kendini yönetme anlamına geliyor olması gereken demokrasi yönetimi, aslında eşit olmayan karşıt güçler arasında yapılmış, fakat maalesef güçlünün hâkimiyet ağırlığına dayanan, bir tür “baskılama zorunlu uzlaşma” yönetim biçimidir. Öyle anlaşılıyor ki, feodaliteden ulus devlet sistemine geçişte güç ilişkisi, mülkiyet sahipliğini değil, fakat şeklini değiştirerek devam etmiştir. Atina demokrasisinde de durum daha farklı değildi. Orada da erdemli bilge kişilerin devlet yönetimine getirilmeleri ve kölelerin oy hakkının olmaması kadim tarihten beri toplumsal yaşamda güç ilişkisinin başat olduğunun açık kanıtıdır. 


Günümüz kapitalist toplumlarında uygulanan siyasi rejimler “burjuva” sıfatı kaldırılmış olarak salt “demokrasi” sözcüğü ile anılmaktadır. Bu tanım çerçevesinde de olsa, demokrasi adı verilen yönetim biçimi günümüz Türkiye’sinde bir hayli şeklen uygulanır konuma indirgenmekte olup, kapitalist sistem içinde dahi klasik işlevini giderek aşındırmaktadır. 

Çağdaş kapitalist sistemlerde var olan koşullarda siyasi kararların farklı karar merkezleri arasında müzakere ve uzlaşma yöntemi ile alındığı görülür. Başkanlık sistemi olarak bilinen ABD’de başkan her konuda tek yetkili olmayıp, kararlarına başta senato ve sair hükümet içi kurumlar olmak üzere, gerekli durumlarda yargısal kurumlar da müdahale etmekte, hatta kimi kararları iptal dahi ederek, başkanın önünü tıkayabildikleri görülmektedir. Sisteme başat mülkiyet ve dağılım meseleleri dışında, ABD’de hiç değilse diğer konularda halk temsilcilerinin başkan üzerinde denetleme gücü olduğu görülmektedir.


Bilindiği üzere, kuvvetler ayırımı ilkesi gereği olan parlamento karşısında icra ve yargı organlarının güçlü duruşu ve siyasal gücün tek yetki erki olmasını engellemesi burjuva demokrasisinin vazgeçilmez kuralıdır. Ancak, yasama yetkisi açısından parlamentoyu, uygulama yetkisi açısından da icra organını denetleme gücüne sahip olan farklı yargısal organların oluşumu teorik olarak yasa ile gerçekleşir.  Tüm denetim organlarının yetki ve işleyiş kurallarının parlamentonun yasama erki ile oluşturuluyor olması, demokrasinin gerçekleşmesi ve işleyişi açısından parlamentonun halkın iradesini temsil kabiliyetinin geniş olmasını gerektirir. 

Parlamentonun tüm toplumun iradesini gereği biçimde yansıtamaması yapılan yasaların da toplumun gerçek iradesini temsil etmediği anlamına gelir. Türkiye’deki uygulamaya baktığımızda, ileride yasalar hatta anayasa dahi değişiyor olabilmekle beraber, var olan durumda cumhurbaşkanı parlamentoda çoğunluğu oluşturan partinin de başkanı olması nedeniyle, parlamento ve cumhurbaşkanı karşılıklı güçler olarak değil, iki karar merkezinin bir güçte birleştiği durumu gösterir. Hal böyle olunca mevcut sistemi demokratik olarak nitelemek söz konusu olamaz. Hele de bir yılı aşkın süredir uygulanan ve daha bir süre uygulanacağa benzeyen OHAL yönetimi demokrasinin askıya alınmasının çok net göstergesidir. 


Demokrasi bir oyun mudur, yoksa ulusal birliğin sağlanmasında gerekli ve önemli bir dayanak mıdır? Bu sorunun yanıtı toplumsal bilinç düzeyi ile ilgilidir. Demokrasi geleneği kurum ve kuralları ile oturmuş toplumlarda toplumsal yönetim sorunsuz sürdürülebilir. Olağanüstü geçiş dönemlerinde geçici olarak olağanüstü tedbirlere başvuruluyor olsa da, bu tür uygulamalar kısa süreli olur.  Böylesi toplumlarda toplumun her kesiminin tercih ve taleplerinin karşılanması söz konusu olmasa da, karar süreçlerinde toplumun tüm kesimlerinin yer almış, kararların belirli bir uzlaşma ve anlaşma zemininde alınmış ve gerekli noktalarda denetlenmiş olması, aleyhte görülen kararlarda da toplumun tüm kesiminin uyumu sağlanmış olarak toplum sükûnetle yönetilmiş olur. Bundan dolayıdır ki, demokrasi uzlaşma sistemi olarak bilinmektedir. Uzlaşma, siyasi müzakere piyasasında tüm tarafların belirli taleplerini yansıtabildiği ve taleplerin karşılanmama durumunda da gerekçelerin tüm taraflarca makul ya da uygun görüldüğü bir tür siyasi anlaşmadır. Anlaşma yapıldıktan sonra tüm taraflar sonuca gönüllü olarak rıza gösterir ve uyar. Aksi durumda, toplumların baskılandığı durumlarda geçici olarak sükûnet sağlanmış gibi gözüküyor olmasına karşın, baskı altında yaşanan gerilim uzun erimde toplumda ciddi huzursuzluklara ve patlamalara neden olur. 


Günümüz siyaset bilimi anlayışı içinde, burjuva demokrasisi üretim araçları üzerindeki mülkiyette söz ve karar sahibi olmadan, işleyiş sonucunun toplumsal huzursuzluğa neden olabilecek bazı sonuçlarını törpüleme ve düzeltme işlevi ile yükümlüdür. Diğer bir deyişle, günümüz burjuva demokrasi anlayışında servet dağılımı değil, üretim dağılımında toplumun adalet anlayışının korunmasına böylece sistemin meşrulaştırılmasına çalışılır. Kısacası, burjuva demokrasisi tek bacağı olmayan bir süreçtir. Güç ilişkisinde üretim araçlarına ve üretime sahip olma göz ardı edilir, sadece yapılmış üretimin dağıtılmasında aşırı adaletsizliklerin önlenmesine çalışılır. Burjuva demokrasi anlayışında bu alan da maalesef toplumsal baskı oluşturabilecek ideolojik aygıtlarla baskılanarak varsayılan çıkarı diğer kesimler aleyhine korunabilmektedir. 

Toplumu baskılayan manevi duygular üzerinde sömürü oluşturarak ya da sair yollarla ekonomik işleyişi doğal süreçmiş gibi topluma yansıtarak, oluşan işsizlik ya da gelir dağılımı sorunlarının doğal karşılanması yoluna gidilebilmektedir. Türkiye’de halka saygı ya da halkı yüceltmek adına sürdürülen toplumsal popülizm aslında halka karşı saygı değil, varsıl adına yoksulluğa itilen halkı baskılama aracıdır. Siyasi ve yönetsel süreçler siyasi mekanizmanın hâkimiyeti ve denetimi altında olduğundan, sürecin işleyişinde halkın gerçek taleplerinin açığa çıkarılması ve tatmini bakımından burjuva demokrasinin gereği biçimde işlemediği ve toplumun bir kesiminin diğeri üzerinde baskı oluşturma aracına dönüştürüldüğü görülmektedir.