İnsanların sorunsallaştırdığı farklılığa olan hazımsızlığı, insanın kedisiyle olan ilk savaşında galibiyeti olmayacak büyük bir yenilgiyi yaşattığı dünya gidişatını başlatmıştır. Habil-Kabil çatışmasından bugüne insanlık onurunda ve ahlakında büyük tahribatlar hep olagelmiştir. Tarihte insanlığın savaşsız geçen belkide hiçbir dönemi yoktur. Tasniflendirme yapacak olursak; Klan döneminde kabilelerin birbiriyle çatışmasından doğan kabile savaşları, imparatorlukların büyük devlet arayışında güçlü ve egemen olma savaşları, insanlığın büyük günahı olan kanlı din savaşları, düşünce ve görüş savunmalarından oluşan birbirine zıt farklı ideolojilerin savaşı, son olarak kapitalizim döngüsünde nefret tohumların daha da kabardığı ve ulus devletçiklerin doğumuyla oluşan ulusların savaşı.

Kabile savaşlarıyla başlayan avcılık ve toplayıcılık döneminde insanlar vahşi doğaya karşı savunmasız ve kırılgan rolünü yaşamak adına savunma tekniklerini geliştirip av olmaktansa bir avcı savunmasını yetenek edindiler. Böylece yaşam koşulları insan için savunmacı ve avcı rolü bir gereklilik halini aldı. İnsanlar doğada güçlenirken ve daha korunaklı bir hale gelirken bu sefer avcı olma ruhuyla kendi aralarında tehlikeyi yaratmışlardır. Yağma, istila ve biribirini yok eden ilk insanların savaşını başlatmışlardır. Klanlar döneminde o kabilden bu kabileye olan çatışma daha geniş toplumlarla beraber
imparatorlukların dev savaşlarında kellelerden oluşan kalelerin inşasına değin büyük savaşların tarihi başlamıştır. (Tabi insanlığın tarihi yıkım savaşlarını tasniflendirmeye giderken yüzeysel bir anlatım hızıyla ilerlediğimi söylemeliyim. Daha sonraki yazılarımda savaş dönemlerini açarak daha ayrıntılı ele alacağım.)

Dev imparatorlukların dönemine geldiğimizde (tiran) krallardan oluşan gaddar yöneticilerin en güçlü ve egemen olma hayalleriyle yağmaladığı imparatorluk sınırlarında adeta şehirlerin yönetimini ele geçirene kadar insan kanından, kan göllerini yaratmışlardır. 
İmparatorluklar ile ahlâkı bozulan insanlar din egemenliği adı altında terbiye edilsede sonrasında dinlerin korkunç savaşları adeta insanları Tanrıya karşı korkuya boğmuştur. Elbette burada bir parantez açarak şunu belirtmeliyim ki; Tarihte din savunucuları olan peygamberler yeryüzünde barışı, adaleti ve ahlâkı insanlar arasına hakim kıldıktan sonra, peygamberlerin ölümleri ile o getirdikleri saf dinlerde onlarla beraber gömülerek özü ve gerçekliğini yitirmiştir. Burada ünlü düşünür Friedrich Nietzsche'nin "İsa çarmıha gerilmesiyle Hristiyan dini de İsa ile çarmıha gerilip öldü." sözüyle, peygamberlerin ölümleriyle dinlere dair özünde yeryüzünde yitirildiğini anlatmak istemiştir.

 Peygamberler sonrası, insanlar din savaşlarında bir dine mensup olan bir topluluk, diğer insanların ve toplulukların farklı olarak seçtikleri dini inançlarından caydırmak adına baskılar ile kendi seçtikleri dini anlayışı diğer azınlık topluluklara zorla indirgenmeye çalışıldı. İnsanlar aynı yaratıcıdan bahsettiler ama farklı olmaları yaratıcıyı farklı isimler ile çoğaltmalarıydı. Bu döngüde Yahudilerin Hristiyanlarla olan kanlı din savaşlarında, sonrasında Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında devam eden nice bayrak devirleriyle zıt giden yılların savaşları, büyük insan kaybına yol açmıştır. Kendi aralarındaki savaşları bitiren kutup din savaşları, sonrasında kendi kutubunda yıllarca süren mezhep savaşların kıyımları yaşanmıştır. Tanrının ve dini motiflerin arkasına saklanan yöneticiler ve savaş karar alıcıları, kendi kirli politikalarını Tanrıya mal ederek insanların birbiriyle olan kıyımında büyük rol oynamışlardır. Dini gerekçeler ile insanları birbiriyle kırdırma politikaları kutupsal olarak sessiz kalınsa da günümüzde halende mezhepsel savaşlar devam etmekdedir. 

İnsanlar dini savaşların ve çatışmaların çıkmazından korkup, kaçıp yeni bir yaşam tazeliğiyle savunduğu görüş prespektifleriyle bir düşünce akımı olan ideolojiler serüvenini başlatmıştır. İdeolojiler temelinde görüş, fikir, düşünce ve kanaatlerin özgürce savunulduğu birçok yol üretildi. (Komünizm, kapitalizim, sosyalizm, milliyetçilik, faşizm, liberalizm, feminizm vb.gibi) İnsanların kendinde bulduğu bu görüş kuramları artık 19. ve 20. yy ile beraber birer topluluk temsilî haline gelindi. Bu eksende zıt gidilen ideolojiler mevcut olduğu için zıtlaşmalarıda beraberinde getirdi. Bu ideoloji farklılıklarından doğan çatışmalar giderek dünya üzerinde doğu ve batı kürelerde büyük savaşlar yaşattı. Doğu'da Komünizm-sosyalizm etkiliyken, batı da kapitalizim, faşizm ve liberalizm etkiliydi. Görüş ayrılıkların olması demek başka bireylerin veya toplulukların görüş, düşünce ve farklılığına karışmak gibi bir hak yaratmazken bu durum aksine insanlara büyük kavgalarda bedeller ödettirdi.

Elbette unutulmamalıdır ki savaşsız geçmeyen insan tarihinde hiçbir savaş I.ve II. Dünya savaşları kadar dünyada insan hayatını bu denli büyük bir enkaz altında donuk bırakmadı. İnsanlar I. ve II. Dünya savaşları ile ruh sağlığı büyük çöküntüye uğramıştı. Kan ve ceset görmekten psikolojisi bozularak deliren insanlar epey artmıştı. Bu sebeple savaş kelimesi bile başlı başına insanlık tarihinde ürpertici bir izlenim insanlara bırakmıştır. Dünya savaş tarihi için daha önce hiç olmadığı kadar büyük çaplı bir savaşa, can kayıplarına ve mali külfete sebep olmuştu. Savaş milyonlarca askerin hayatını kaybetmesinin yanı sıra sivillerin de açlık, sefalet ve çeşitli hastalıklara maruz kaldıkları büyük bir felakete sebep olmuştu.

Ulus savaşlarına gelindiğinde; 17.yy'da Fransa'da milliyetçilik akımıyla başlayan büyük devletlerde etnik köken olarak farklı olan ve bir arada yaşayan milletlerin ayrışmalarıyla büyük devletlerde parçalanmalar meydana getirmiştir. Sonrasında 19. ve 20. yy'larda ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını veren Wilson prensipleriyle beraber insanların yeni savaş düzenine ulusların savaşına meydan bırakmıştır. Wilson ilkelerinde belirtildiği gibi; her ulus kendi kaderini tayin etmeli anlayışı insanları bölme, parçalama yapısıyla yoğunlaşıp çok uluslu devletlerde büyük parçalanmalara sebebiyet verdi. Bu durumda milliyetçilik zehir haplarının oluşumuyla bir insanlık soykırımın temelini oluşturdu. Milliyetçilik ve ulus bilinci ile beraber ulus devletlerde yer alan diğer farklı milletlere veyahut farklı inançlara mensup toplumlara yoğun baskı ve asimilasyon politikaları gerçekleştirilmiştir. Farklılığı yok etme tekçi ve homojen bir millet var ettirmeye gidildi...

Elbette ki savaşsız geçen insan tarihinde haklı savaşlarda yer aldı. Bunlar; Sömürüye karşı çıkan, kimliklerini ve kültürlerini savunmaya çalışan, yayılımcı-istilacı güçlere dur diyen, doğayı-üretim araçlarının gelişkinlik düzeyini korumaya çalışan savaşlar "haklı savaşlardır". 

Dönemsel olarak savaşların tasniflendirmesinde son olarak en büyük yıkım yaratan savaşlar, emperyalizm yani kapitalizm çağında vuku bulan savaşlardır. Çünkü en barbar, en sömürücü, karları için yapamayacağı bir kötülük kalmayan, hak ve hukuk arayan sınıfları; hakları kanla, barutla boğmaya çalışan sistem kapitalizm ve onun egemen sınıfı olan burjuvazidir. Günümüzde artık ne kralların, ne dinlerin ne de ulusların savaşı kaldı. Kapitalizim ideolojisi bütün bu tarihi savaş nedenlerini harmanlayıp insanların niçin savaştığını bile bilmediği bir savaş düzenine yer bırakmıştır. Kapitalizm, toplumdan tutalım bireyin en namahrem yaşamına kadar işgal etmiş ve insanı tarihte hiçbir savaşın esaret altına alamadığı büyük bir esarete yer bırakmıştır.

Sonuç olarak savaşlar; yalnız insana zarar vermekle kalmamış, doğayı tahrip etmiş, iklim değişikliğine yol açmış, hayvanları telef etmiş, üretim araçlarını yıkıma götürmüş, toplumsal değerleri silip süpürmüş, insanlığın adeta vahşi bir yaratık hâline dönüştürmüştür!