6 ay öncesine kadar dünyanın gündeminde bambaşka konular vardı. Britanya'da Brexit meselesi tartışılıyordu. Fransa'da sarı yeleklilerin eylemleri sürüyordu. Almanya'nın gündeminde mülteciler vardı. Suriye'de İdlib krizi vardı. 

ABD ve Rusya'nın Suriye eksenli karşılıklı açıklamaları alıp başını gitmişti. Türkiye sınır ötesi operasyonda çok sayıda askeri kaybetmiş ve Avrupa sınırlarını mültecilere açmıştı. Yüzbinlerce mülteci Avrupa sınırlarına akın etmişti. "Ne olacak bu mülteci krizi ile Türkiye'nin dış politikası" arasına sıkışıp kalmış bir Türkiye sol gündemi vardı. 

Irak'ta nerdeyse bir yıldır kriz sürüyor hükümet kurulamamıştı. Alavi görevi geri iade etmiş ve binlerce insanın sokakta eylemleri devam ediyordu. İran'da ABD ile yaşanan kriz tırmanıyor ve hergün yeni yaptırım haberlerini yapıyorduk. 

İklim krizlerine ilişkin zirveler toplanıyor ve siyasi mesajlar verildikten sonra herkes evine dönüyordu. Türkiye içinde bir erken seçim tartışması başlamış muhalefet kanadı yine nasıl Kürtlerle birlikte ama "Kürtlersizmiş" gibi bir ittifak yapabilirizi düşünüyordu. Bu dediklerim 40-50 yıl öncesine ait değil. 5-6 ay öncesine ait olaylar. Ben Diyarbakır'dan İstanbul'a gitmenin planlarını yapıyordum :) 

Her neyse bir anda Aralık ayından itibaren "Çin'in Wuhan kentinde koronavirüs çıktı" diye haberler yaptık. Çok da önemsemedik açıkçası. Sadece biz değil dünyada hiçkimse önemsemedi. Trump dalga geçmeye başladı, İngiltere ve Hollanda, "Bırakalım gelsinler, bırakalım yayılsınlar" diye liberal bir salgın politikası izledi. İran, "Bu kesin Amerikanın oyunu" derken Trump ise "Çinvirüs" dedi. 

Baktık ki bu virüs hızlı yayılıyor. Önce İran sonra İtalya derken bütün Avrupa'ya yayılmaya başladı. Türkiye'de ise "Umrecilerin yüzü suyu hürmetine" korona tartışılmaya başlandı. Bizler ülke olarak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın uykusuzluğunu dert edip ağlarken alınamayan tedbirler bir bir hücrelerimize de yerleşti. Sonra Fahrettin Koca'nın twitter hesabındaki takipçilerinin artışı kadar koronavirüs de yayıldı ve ülkenin dört bir yanıne yerleşti. 

Bu korona meselesi zengin fakir dinlemiyor diye kendimizi avutmaya başladık. Zenginler evlerinde stoklarını yapıp yaşarken fakirler o fevkalede eşitliğin tadını fabrikalara, PTT kuyruklarına, zenginlere kargo götürerek, onların evlerinin inşaatlarında çalışarak, marketlerinde çalışarak karşılamaya devam etti. 

Bazı daha fazla eşit olanlar koronavirüs tanı kitlerini evlerinde arkadaşları ile okey masalarında iddia malezemesi yaptı. Bazıları Fatih Terim ve benzerleri gibi bir hafta içinde tedavi olup taburcu edildi evlerine. Fakirler ise hastane köşelerinde koronavirüs olduklarını ikna etmeye çalışıyordu. 

Tabi ikna çalışmaları bazen işe yaramıyordu. Bir anda sokağa çıkma tartışması gündeme geldi. Herkesim özelikle sokağa çıkma yasağını isterken zengin ve iktidar olan kesim buna karşı çıktı. "Herkes kendi OHAL'ini ilan etsin" cümlesi bu salgın döneminin belki de en hit cümlesidir. Bu cümeyi buraya yazıyorum ki ilerde tekrar hatırlarız. "Evde kal" çağrıları maalesef evde kalamayacak olanlar için pek bir karşılık bulmadı. 

"Evi olanlar ve çalışmak zorunda olmayanlar evde kalsın" denildi en üst düzeyde. Yani bizim rahat evde kalmamız için birilerinin çalışması lazım. Birilerinin bize kargo getirmesi lazım. Birilerinin bizim güvenliğimizi sağlaması lazım. Birilerinin gıda ihtiyaçlarımızı karşılaması lazım. E tabi sağlık çalışanlarını da alkışlıyoruz. Çünkü hiçbir imamdan fazla maaş almadıkları halde büyük bir riskle mecburiyetten çalışıyorlar. 

Çünkü İtalya, İspanya gibi ülkelerde bazı sağlık çalışanları kendilerini riske atmadılar ve işi bıraktılar. Bırakmaları yadırganacak bir durum da değil. Bu böyle olunca sağlık sistemleri çöküyor. Bu defa binlerce insan ölmeye başlıyor. Türkiye için durum henüz çok erken olmasına rağmen salgın hızla yayılıyor. Artık uyuyan sağlık bakanının açıklamasına göre virüse yakalananların içinde önemli bir kesimi sağlık çalışanları temsil ediyor. 

Slovenyalı yazar ve düşünür Slovaj Zizek, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda "Bugün ben komünizmin şimdi zafer kazanacağını düşünecek kadar naif değilim. Fakat komünist tedbirlere kalıcı olarak ihtiyaç olduğunun bilincine varacağız. Şu anda küresel bir sağlık sistemine acilen ihtiyaç duyduğumuzu kim inkâr edebilir?" dedi. 

Zizek her ne kadar içini açmakta imtina etse de aslında onun da kafası çok net değil. Nuh efsanesini hepiniz biliyorsunuz. Büyük bir felaket oluyor dünyanın her yeri su doluyor ve Nuh büyük bir gemi yapıyor. Bu geminin içine yer yüzündeki canlılardan çifter çifter yükleyip yelken açıyor. 

Bu şekilde sadece yer yüzünde canlılardan ikişer kalmış oluyor. Şimdi buna benzer bir durum olur mu bilmiyorum ama çok büyük bir felaket olduğu kesin. Yer yüzündeki herkesin şu an ortak mücadelesi bu koronavirüs. Bazıları daha fazla mücadele ederken bazıları da bununla da mücadele ediyor. 

Ocak'tan bugüne kadar henüz çok büyük bir felaket yaşanmadı. İtalya, İspanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri şuan en fazla bu salgını hisseden ülkeler. Tedbirleri geç aldıkları için de Merkel'in dediği gibi ülkelerin yüzde 60 ila 70'i salgına yakalanacak. 

Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre her yüz kişiden 2-3'ü ölüyor. Yani iyimser bir tablo çizersek ve Çin'deki yayılma hızının da düştüğünü kabul edersek en az 2-3 milyon insanın ölme ihtimali olabilir. Kötümser bir tablo ise bunun 10 katı. 

Peki, bu salgın 6 ay daha devam ederse ne olur?

Kapitalist sistem çok büyük bir çöküş yaşar. Bu komünizm veya sosyalizmin yükselişi anlamına gelmez çok net altını çizeyim. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası nasıl yeni bir dünya düzeni kurulmaya çalışıldıysa bu defa da öyle olacak. NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası organizasyonlar tarihlerinin en zayıf dönemini yaşayacaklar. Ülkelerin çok ciddi ekonomiye ihtiyaçları olacak. 

Şimdiden birçok Avrupa ülkesi IMF'den yardım istedi. İşsizlere sağlanan fonlar bir yerden sonra bitecek. Memurlara ödenecek maaşlar bitecek. Kapitalizmin nefesi olan sıcak para döngüsü ortadan kalkacak. Fakirler, işçiler ve emekçiler bir yerden sonra çalışmayacak ve üretim duracak. 

Üretim durduğu andan itibaren de zenginlerin stokları tükenecek. İnsanlar faturalarını ödeyemediğinde, vergi vermediğinde, devletlerin kasalarına paralar girmediğinde bu defa devletin baskı aygıtlarını döndürecek bir benzin de kalmayacak. Önce sağlık sistemi çöker, sonra bir bir diğer sistemler çökmeye başlar. Bu bütün Dünya ülkeleri için geçerlidir. Bu noktada en büyük risk ise ABD ve Avrupa ülkelerindedir. 

Batı'da yaklaşık 60 yıldır tıkır tıkır işleyen bir kapitalist sistem var. 3 kuşak bu sisteme çok iyi alıştı. Bu sistemin çökmesi onlar için büyük bir felaket olur. Ortadoğu, ve Afrika ülkelerinde ise durum biraz daha farklı. 200 yıldır benzer bir felaket zaten yaşanıyor. Son yüz yıldır Ortadoğu'da savaş olmayan ülke neredeyse yok. Bu yönde yeni bir felaketi biraz daha hazırlıklı yakalayabilirler. 

Örneğin Suriye'de zaten doğru düzgün bir sağlık, eğitim, güvenlik sistemi yok. Onun için yıkılacak bir şey de yok. Ortadoğu ülkelerinde en büyük zararı iktidarlar ve zenginler görür. Şu anda hiçkimse eşit değil ama 6 ay daha sürerse bu felaket herkes eşitlenebilir. 

Yeni kurulacak bir düzende ise sınırlar tamamen ortadan kalkar ve herkes bu dönemi düşünerek politikalar üretir. Benim öngörüm şudur; 6 ay daha bu hızla devam ederse koronavirüs salgını ve aşı ya da tedavi bir an önce bulunmazsa ABD, Avrupa ve Ortadoğu'daki bütün siyasi iktidarlar yerle bir olacak. 

Var olan bütün sistemler yıkılacak. Ayakta kalabilenler, sağlıklı ve çıkarsız düşünenler yeni düzenin öncüleri olacak. Ama bu felaketlere rağmen halla siyasi kurnazlık ve faşizm peşine düşenler yerle yeksan olacak. Umarım daha hızlı bir şekilde önlemler alınır ve dediğim gibi daha büyük felaketler olmadan atlatırız.

Editör: TE Bilişim