Gazete Emek- Kendisini kusursuz ve hatasız gören ve ülkesinde hiçbir sorunu olmayan ve herşeyin güllük gülüstanlık olduğuna inanan ve bunu da topluma dayatan bir rejim söz konusudur. Onlarca yıl sorunlarla boğuşan, sorunların varlığını kabullenmeyen ve çözüm üretmeyen bir rejimin gideceği son nokta büyük bir kaos patlanması olacaktır. Nitekim son aylarda-yıllarda Doların zirve yapmasıyla, yükselmesiyle piyasalarda devlet yöneticilerini soğuk odalarda bile terleten büyük bir dalgalanma oldu. Bu aslında yeni olan bir durum değildir. Son 50 yıldır kimi zaman şiddetli kimi zaman da normal şekillerde devam eden bir yöetim ve rejim krizidir. Sağlam demokratik temeller üzerine kurulmayan ve kendi halklarıyla sürekli sorunlar yaşayan bir rejiminden başka ne beklenir.

Gemi artık su almaya başlıyor, yolcular bundan rahatsızlık duymaya başlıyorlar ama kaptan ve mürettebat hala herşeyin yolunda gittiğini söyleyip duruyor. Halbuki bundan çıkışın yolu bellidir, o da ciddi bir demokratikleşmeyle başta Kürt sorunu ve emek sorunu olmak üzere, Türkiye'nin bütün sorunlarının çözümü ve yeni özgürlükçü bir anayasanın kurulmasıyla bu kaostan kurtulmadır. Hala Osmanlı oyunlarıyla güç gösterisi yapılıyor, fetihcilik anlayışıyla hareket ediliyor. Türkiye'nin en büyük çıkmaz sokağı aslında Kürt sorunudur. Kürt sorunu çözülmediği için, diğer sorunlarda çözülmüyor, ülke huzura kavuşamıyor. Türkiye'nin NATO 'ya girmesi da esasen bu korkuya dayalı olarak gelişti. 2'inci dünya savaşı sonrası oluşan 2 bloklu dünyada Türkiye, Batı Avrupa ve kapitalist blokta yer almayı tercih etti. Eğer Sovyetlere yaklaşsaydı, istemeyerek de olsa, Sovyetlerin zorlamasıyla en azından Türkiye'nin sınırları içinde bile olsa, Kürtleri kabul etmek zorunda kalırdı.

Çünkü Türkiye, eğer Sovyetlere yaklaşsaydı, Sovyetler, Türkiye'nin sorunlarla boğuşup kaos yaşamasını istemezdi ve çözüm isterdi, çünkü Sovyetlerin sadece sosyalizmi besimsetme gibi bir hedefi vardı, başka ülkelerden maddi ve siyasi çıkar elde etme gibi bir amacı yoktu. Ancak ne var ki Türkiye, Kürt fobisinden dolayı, Kapitalist Batı dünyasına yaklaştı ve onun bir çeşit uydusu durumuna geldi dersek daha doğru bir tespit yapmış oluruz. Batı dünyası zaten Kürt sorununun çözümsüz kalmasını, Türkiye'nin sürekli kendi sorunlarıyla boğuşup bir güç olmamasını ve dolayısıylada kendisine el avuç açmasını, muhtaç olmasını istiyor. Nitekim son 70 yıldır Türkiye Batı dünyasına gırtlağa kadar borçludur, bağımlıdır, bir dediğini iki etmiyor, etmeyecek durumdadır.

**

Türkiye bir tarafta dolara karşı çıkıyor ama diğer taraftan da dünya ülkelerinden milyarlarca dolarlık krediler ve yardımlar istiyor. Ekonomisi iyi olan bir ülke niye başka ülkelerden yardım ya da kredi istesin? Herşey düzelecek, yoluna girecek demeleri, piyaları rahatlatmak ve toplumdan gelecek tepkileri yatıştırmak içindir. Kendileride herşeyin kötüye gittiğini biliyorlar, görüyorlar ama biz iktidarın nimetlerinden ne kadar faydalanırsak bizim için o kadar kardır hesabını yapıyorlar. Diğer taraftan da sorgulamayan, yargılayamayan ve iktidara körü körüne bağlı olan ve sayıca azımsanmayacak bir kesim var Türkiye'de. Demokrasi halkın eseridir sözünü unutmayalım, ama Türkiye'de maalesef demokrasiyi inşa edecek bir toplum şimdilik ufukta görünmüyor, var olan demokratik çevrelerde zaten zayıf ve cılızlar. Geriye sadece Kürtler kalıyor, ama sadece Kürtlerin mücadelesiyle olmaz. Vatan millet sakarya zihniyetinin parçalanması gerekiyor, başka türlü Türkiye demokratikleşemez, daha da köyüye gider. Demokratik olan ve rejim sorunu olmayan ülkelerin hepsinin durumları gayet iyidir ve para birimleri değerlidir.

***

Dış güçler TL'nin değerini düşürüyorlamış. Aslında doğru söylüyorlar ama söyledikleri eksik kalıyor yani tam olarak doğru söylemiyorlar. Daha doğrusu, Türkiye'nin yukarıda izah etmeye çalıştığım duruma gelmesinde ve Batı'nın bir uydusu durumuna gelip, doların bu denli yükşelişe geçip, TL'nin değerinin düşmesinde kendi sorumluluklarının olduğunu söylemiyorlar. İşte eksik söylemlerinde, söylemek istediğim budur. Son 70 yıldır Türkiye'de, AKP hükümeti de dahil, bütün hükümetler, NATO'nun, Batı kapitalizminin ve onun yerel ayağı olan TÜSİAD'ın hizmetindeler. Türkiye demokratik bir ülke olup kendi herşeyini genellikle kendisi üretirse, kendi içinde kandi halkıyla barışık olursa, dünyayla da demokratik bir çerçevede siyasi ve ekonomik ilişkiler içinde olursa ve başka ülkelere borcu ve bağmlılığı olmasa niye doların ve diğer Avrupa ülkelerinin paralarının değeri yükselmesinde, TL'nin değeri günden güne düşsün, para buhar olsun? Bunun tek bir nedeni var. Türkiye dışarıya bağımlıdır. 12 Eylül ve ANAP-Özal, Türkiy'yi dışarıya daha çok bağımlı hale getirdiler. 

Sanayisi dışarıya bağımlı montaj sanayidir, yerli ağır sanayi değil. Her taraf son 30 yılda korkunç bir şekilde beton yığınına dönüştü, İstanbul ve diğer büyük şehirler son 30 yılda tam 2 misli büyüdü, Anadolu yaylalarında, köylerinde, insan kalmadı, hepsi büyük şehirlere akın etti. Tarım ve hayvamcılık öldü. Türkiye samanı ve tohumu ve portakalı bile dışarıdan alacak duruma düştü. Bu durumda dolar nasıl yükselmesin, TL nasıl değer baybetmesin. Bundan 30 yıl önce sadece Akdeniz bölgesinde on binlerce dönüm tarlalarda bütün Türkiye'ye yetecek kadar portakal ve limon üretiliyordu. Şimdi o binlerce dönümlük tarlaların son 30 yılda hepsi parsellendi, inşaat firmalarına verildi.

***

Türkiye ithal portakal, buğday, şeker ve tohum alıyor. Dünyanın neresinde görülmüş aynı anda onbinlerce  zeytin ve meyve ağacını kesip inşaat firmasına vermek,  onbinlerce, yüzbinlerce ağacı kesip, maden şirketine vermek? Avrupa ülkelerinde, üretimin yani meyve ve sebzenin, buğdayın, arpanın, şeker pancarının üretildiği tarlaları parselleyip satmak ve  inşaat yapmak yasaktır. Yüzyıllık eski evler yıkılır yerine yenisi yapılır ya da üretimin ve ağacın olmadığı boş araziler gerektiğinde değerlendirilir ama gıdanın üretildiği ve ormanın olduğu arazilere ve tarlalara dokunulmaz. Ama Türkiye gibi sürekli kendi kendisiyle kavgalı olan bir ülkede maalesef kötü şeyler oluyor. Zararın neresinde dönülürse kardır muhasebesi yapılmalıdır. 

***

Çözüm dışarıdan daha fazla kredi almakla ve borç batağına saplanmakta değildir. Çözüm acilen demokratikleşmek ve bütün sorunlarını masaya yatırıp çözmekten geçiyor. Bir ülke yönetimi, düşünün ki, kendi ülkesini parselleyip, kendi ağaçlarını kesip, yabancı şirketlere satıyor. Ülkeyi yöntenler, devleti kendi babalarının çiftliği olarak görebilirler mı? Özellikle son 40 yıldır, hükümet olan bütün sermaye-düzen partileri, devlet kurumlarını ve ülkeyi kendi çiftlikleri olarak gördüler, hala görmeye devam ediyorlar. Devletin ve ülkenin sahibi artık benim, başkası değildir, olamaz diyende AKP'dir.

***

Beterin beteri var. Bir düşünün ki bir insan sabahtan akşama kadar çalışacak ama sadece bir ekmek kazanabilecek. Almanya 1'inci dünya savaşı sonrası yıllarca işte enflasyonun % 1000 lere kadar zirve yaptığı böyle korkunç bir kriz yaşamıştı. İşte eğer demokratikleşme sağlanmazsa, bütün sorunlar çözülmezse, adil bir gelir dağılımı olmazsa, kendi kendine yetecek dengeli bir üretim olmazsa, maalesef Türkiye'yi böyle büyük bir tehlike bekliyor. Bu açıdan Türkiye'nin rejim sorunu olduğunu, hükümet sorunu olmadığını söylüyoruz. Bu rejim böyle devam ettiği sürece, Türkiye'ye trilyonlarca dolar yardım gelsede emin olun hiçbir şey değişmeyecektir. Demokratik bir rejim inşa olacak ki sorunlar çözülsün, gelir dağılımı adaletli olsun, halk özgür olsun, demokratik kültür ve hoşgörü gelişsin.

Editör: TE Bilişim