Gazete Emek- Mahmut ÇİFTÇİ

AKP(MHP)-CHP-HDP

Dünya pandemi gibi çok ciddi bir süreçten geçerken, Ortadoğu’da sular durulmuyorken, Evren; insan yaşamı başta olmak üzere bütün canlıları tehdit ediyorken Türkiye’de Neler Oluyor?

Siyasi mekanizmamız nasıl çalışıyor ve global dünyada yere göğe sığdıramadığımız Türkiye’de siyaset ülkeyi nereye götürüyor? Vb. sorular insanı düşündürmüyor değil. Peki, neler oluyor ve kim neyle uğraşıyor, biz siyaset dışındakiler böyle zor süreçlerde kimden medet umacağız? 

Evet, toplumsal yaşamda en önde gelen siyasi tartışmalar halkı ne kadar ilgilendiriyor ve bizler bu süreçlerden nasıl dersler çıkarmalıyız? Diyerek partilerde neler olduğuna beraber şöyle bir göz atalım. Konuya giriş yapmadan bazı tanımlamalar yapmamız gerekmektedir. Örneğin siyaset nedir? İktidar nedir? Devletler, siyasetten ve iktidarlardan nasıl etkilenirler? Bunlar en başta cevaplanması gereken sorular olduğundan bunları birer cümle ile açıklayıp geçeceğim. Arapça bir kelime olan siyaset çok farklı anlamlara gelse de biz burada en genel anlamını açıklayacağız. Siyaset; at bakıcısı seyis kelimesinden türemiştir denilebilir. Seyisler ne yapar atın dilinden anlar şekilde onu yönlendirirler veya bine bine onu binilen obje haline getirirler. Siyaset de aslında bir nevi seyisliktir. Yani halkı yönlendirmek veya kendine araç haline getirmektir. İktidar ise en genel tanımıyla hükmeden yani Antonio Gramsci’nin ortaya koyarak tanımladığı hegemonya kavramından gelmekte ve güç/egemenlik/ hatta anladığımız dilde söylersek bir nevi zor kullanarak da olsa insanları yetki altına almaya çalışmaktır. Yukarıda sorduğumuz üçüncü soru olan Devletler siyasetten ve iktidarlardan nasıl etkilenirler? Sorusu ise en basit cevaplanacak sorudur. Çünkü devletler bütün değerleriyle, siyasetle başa gelen iktidarların top koşturma bahçeleridir. 

Buraya kadar bazı tanımlamalar yaptık şimdi de partileri biraz değerlendirelim. Malumunuzdur ki yukarıda yazdığım partiler dışında da onlarca parti var fakat biz en çok bilinen ve Türkiye’de etkili olan dört partiyi burada ele alacağız. Bu yazıda amacım; ideolojik sapkınlıklarla partileri yermek değil, neler oluyor ve kim ne yapıyor sorusunu kendimce sizlerle paylaşmaktır. Bir ideolojiye tabi olmadığımı her yerde söylemekteyim. Bu sandığa gitmeme zavallılığına düştüğüm anlamına gelmesin çünkü sandığa gidiyorum ve sürecin ruhuna göre de oyumu kullanıyorum. Ama hiçbir yerde de hangi partiye oy verdiğimi dile getirmiyorum çünkü hali hazırda bir eğitimciyim ve öğrencilerim var onlara ahlaksızca davranıp siyasi düşüncemi açıklayamam. Bu arada buna nasıl zaman buldun diye sormayın evde kala kala her şeye zaman bulabildik diyebiliriz. Okuduk, araştırdık, analizler yaptık, berberlik bile yaptık birbirimize ve hatta şuan saçımdaki makas izleri bir kilometreden belli oluyor sağ olsun ev arkadaşım ve yeğenim Fırat sayesinde. Aslında burada konuşulacak şeyler değil bunlar ama biraz ortamı yumuşatayım ki birazdan eleştireceğim dört partinin de sevenlerinden gelen tepkiler azcık insaflı olsun.

AKP(MHP) ile başlayalım. Neden MHP’yi parantez içinde yazdığımı herhalde merak eden yoktur ama yine de birkaç cümleyle nedenini açıklayayım. Biliyorsunuz ki; MHP yapılan son seçimde bütün istek ve kriterlerinden vazgeçerek Hilal’in gölgesinden Bilal’in gölgesine geçmeyi tercih etti. Tabi kendi tercihi, zaten kendisini ayakta tutabilmek ve sistemin dayattığı adaletsizlik barajını geçmek için bunun dışında da bir alternatifi yoktu. Peki, neden seçimden önceki aylarda bile eleştiri yağmuruna tuttuğu AKP’ye yanaşmak zorunda kaldı? Nedeni şu: Baraj altında kalmamak için bir hamle yapmak zorundaydı. İYİ PARTİ’ye kaptırdığı vekillerini ve seçmenlerini alması imkansız olduğundan kendine bir destek bulmak zorundaydı. Çünkü yapılan seçimde düşmanı olan HDP meclise girecek ve kendisi barajı geçemediğinden meclise giremeyecekti bu yüzden Hilal sevdasından Bilal sevdasına döndü. MHP’yi çok iyi anlıyorum çünkü lise yıllarımda benim de başıma buna benzer bir olay gelmişti ve ben sevmediğim bir kız arkadaşa sevdiğim kızı çıldırtmak için aşık olduğumu söyleyerek belli bir süre bu aldatmacayla kendimi avutmuştum bu vesileyle burada kendisinden özür diliyorum. Ancak
bir fark görüyorum aramızda çünkü; ben yaptığım hamlemde başarılı olmuş ve eski kız arkadaşımın bana yalvar yakar dönmesini sağlamıştım MHP bunu başarır mı sanmam. 

Peki, AKP iktidar olmasına rağmen nasıl olmuştu da kendisini bir kaşık suda boğmak isteyen partiyi kendi saflarına kabul etmişti? Bence burası işin en önemli kısmı. Yani ne olmuştu da kızın beni kabul ettiği gibi AKP, MHP’yi kabul etmişti? AKP’nin de kendisini tek başına iktidarda tutması için başka şansı yoktu da ondan. Yani MHP’nin kendisini sevmediğini bildiği halde kendisine kucak açmıştı. Zaten bana sorarsanız ikisi arasında çok da büyük bir fark yoktur sadece biri iyi polisi diğeri kötü polisi oynamaktadır. Geçmişi bırakalım da biraz günceli değerlendirelim. İktidarda bulunan AKP’nin bugünkü durumu hepimizce malumdur. Yani saflarına ihanet edip ayrılan ayrılana olan bir partiden bahsediyorum. İhanet derken açıkça söyleyeyim ki yanlış anlaşılmalara mahal vermeyelim. Örneğin başbakanlığı döneminde “Beyaz Toroslar”la insanları tehdit eden sayın DAVUTOĞLU, AKP’ye en büyük ihaneti yapanlardan biri olmuştur. Çünkü bilinçli biri olmasına rağmen bilinçli derken akademisyen olmasından ötürü diyorum. Yani şuan kendisi ben çocuk muamelesi görüyordum başbakanlığım döneminde dese de halkın gözünü boyayamayacağını bilmelidir. Ne kadar oy alır diye basit bir hesaplamayla elde edilebilecek bir veridir ancak konumuz olmadığından üzerinde durmayacağız. AKP’ye ihanet eden başka bir isim ise sayın BABACAN’dır denilebilir. Çünkü kendisi AKP’nin en parlak döneminde kaymağın en hasını yiyenlerden biridir. Peki, sadece bu iki isim mi AKP’ye ihanet edenler arasında tabii ki hayır daha onlarca kişi sayılabilir ancak bu ikisini saymakla yeteri kadar konu anlaşılmıştır diyerekten kısa kesiyorum. AKP bugün ne kadar güçlü ve seçimde bu gücünü ne kadar sandığa yansıtır sorusuna da cevap vermeyi hala kapıda maske bekleyişimiz üzerinden cevaplayabiliriz. Her kapı çaldığında Fırat’la koşarak maske geldi diye seviniyoruz bir bakıyoruz ev sahibi üzülerek geri dönüyoruz. Ama bu durum hükümetimize zerre miktar duyduğumuz güveni sarsmamaktadır ve bir gün gerçekten maskelerimizin geleceğine inanıyoruz. Umarım bu maske isteğimiz maskelilerin, kapılarımızı kırıp bizleri evimizden almasıyla sonuçlanmaz. Evet, tekrardan hükümete dönecek olursak kan kaybediyor dememi beklemeyin, çünkü olamayan bir şey kaybedilmez. Örneğin benim altınlarım kayboldu dersem inanılmaz çünkü kaybedecek altınım yok. Malum iktidar olduğu için fazla bulaşmak istemiyorum. Ama yine de kendi kuruluş felsefesinde tamamen koptuğunu söyleyebiliriz. AKP haksızlıklara uğramadı mı tabi ki uğradı peki, bundan ders çıkardı mı burası muallaktır. Yani ders çıkardığını söylemek abes olacaktır. Evet, iktidarların gücü ve prestiji ülkedeki ekonomik durum, sağlık durumu, eğitim durumu, sosyal haklar ve durumlar üzerinden hatta kendi seçmeni olmayan insanlara karşı tavrından belli olur. Her şey herkesçe net bilindiğinden burada yorum yapıp adaletli hakim ve savcılarımızın zamanını çalmak istemiyorum ayrıca inşallah çalınacak bir şeyler de kalmıştır. Çünkü küçüklüğümden bu yana içimde kalan tek şey bir hırsızlık yapmamış olmamdır inşallah bir gün bana da nasip olur. 

Biraz da “EY CEHAPE” diyerek değerlendirme yapalım. Evet, benim burada söyleyecek gerçekten çok şeyim var. Gerçekten şunu söyleyebilirim ki; bugün ülkenin bu halde olmasının iktidardan daha çok sorumlusu CHP’dir. Ve bunda zerre miktar kimsenin şüphesi olmasın. Neden diyeceksiniz? Nedeni şu: Ben 4 Temmuz’da 32 yaşıma giriyorum
burada doğum günümü de belirteyim ki hediyeleri unutmayın, ha hediye demişken bazılarının bir türlü gönderemediği maskeden istiyorum. Evet, on yıldır aktif bir şekilde siyaset üzerine okumalar yapmakta ve en son yazdığım 148 sayfalık özgün master tezimi de siyaset üzerine yazmama rağmen, CHP’nin ortaya doğru bir muhalif cephe koyamadığını söyleyebilirim. On yıllardır Ana muhalefet cephesinde bulunan ama ortaya sağlıklı bir siyaset mekanizması koyamayan tek partidir diyebiliriz. Her zaman iktidardan nefret edenlerin zorunlu olarak sığındığı parti olmuştur. Yani kendi kriterleri ile bir oy bile kazanmadığını doğru siyasi okuma yapan herkesçe bilinmektedir. Yapması gereken elbette çok kolay ancak bunu bile başaramamaktadır. Neden çok kolay diyorum? Çünkü arkasında çok güçlü ve
birikimli bir seçmen kitlesi bulunmaktadır. Sadece seçmen kitlesi de değil, aynı zamanda arkasında içini doldurabileceği ve sağlıklı hedeflere atabileceği altı adet oku bulunan bir partidir. Peki, karşı cephesinde bulunan iktidarın elinde ne var? Mesajlarla ekonomiyi yürüten bir hazine, özel sermayedarlarca yönetilen bir sağlık ve eğitim alanı, keyfi muamelelerle yönetilen bir savunma bakanlığı vb. adını bilmediğimiz onlarca eksik bırakılmış alandan bahsedebiliriz. Evet, elinde bu kadar vurucu argümanlar bulunduran Ana muhalefet partisi yani CHP, kendi içinde bir türlü birlikteliği sağlayamamakta ve gittikçe de parçalanmayla yüz yüze kalmaktadır. İçinde başarılı isimler bulundurmasına rağmen parmaklarını bir türlü yumruk haline getirip de masada soğan parçalayabilecek bir güce dönüştürememektedir. Genel başkanı ne kadar başarılıdır göz önünde hatta benim kendisinin yerine CHP’nin başına önereceğim bir öğrencim bile var yani durum vahim. Son dönemlerde ki etkili vurucu hamleleri elbette başarılıdır ancak bunlar da CHP’yi ayakta tutamayacaktır. Örneğin ben sayın Mansur YAVAŞ’ı çok başarılı görüyorum ancak MHP, AKP ile birleşmeseydi sayın YAVAŞ kendisini CHP’li sayar mıydı bilmiyorum. Yani CHP’nin sırtını dayayabileceği bir başarısı var mı onu kendi parti kurullarında tartışmasını çok isterim. Aklınıza sayın Muharrem İNCE gelecekse hemen bir cümleyle bunu açıklayalım. Sayın İNCE; milyonlarca oy almasına ve kazanmasına rağmen söylentilere göre; bahçesine indirilen bir helikopterden kendisine verilen mesajlarla binlerce emanet oyu çöpe atmıştır. Bazen medyada acaba Cumhurbaşkanı adayı olur musunuz? Diye sorular soruluyor ve kendisi verdiği örtülü mesajla tekrardan aday olacağını beyan ediyor. Ancak o da bir öğretmen olduğu için kardeşi ve kabul ederse meslektaşı olarak kendisine aday olmamasını öneriyorum. Çünkü Türkiye’de siyasetin temelinde cesaret ve akıl yatmaktadır. Eeee cesaretsiz akıl da bir şeye yaramaz, bu yüzden bir daha hayatta seçilemez. Gelelim sayın İMAMOĞLU’na evet hoş ve nazikâne bir üslubu var. Hatta çok da insani yönlerini beğendiğim ve sevdiğim biridir diyebilirim. Ancak kendisinde siyaset bilgi ve beceri çok az bulunmaktadır. Yani saygıdeğer, muhterem, hepimizin koruyucusu sayın CUMHURBAŞKANIMIZ bir müsaade etse ve bir saat boyunca siyasi konuşma yap denilse sayın İMAMOĞLU, tıkanıp bir saati dolduracak kadar siyasi argümana sahip olmadığını ortaya koyacaktır. Umarım kendisini geliştirir ve siyaseten doldurur da ileri de kaliteli bir siyasetçi olur. 

Evet, CHP’nin de dosyalarını burada rafa kaldırıp değerlendireceğimiz son partiye yani ülkenin günah keçisine gelelim. Meclis diliyle HADAPE olarak anılan HDP’yi ele almaya başlayalım. Neden günah keçisi diyorum? Nedeni şu: On yıllardır devlet tarafından yukarıda saydığımız hiçbir partiye uygulanmayan mobbingler her seçim başarısından veya yenilgisinden sonra bu partiye uygulandı. Yani başa gelen hangi parti gelirse gelsin ilk tokadı HDP’ye atarak kendi gücünü ortaya koymaya çalıştı. Evet, legal çalışma yürüten 200 binden fazla üyesi, milletvekili ve seçmeni hapishanelerde tutulan bir partiden bahsedeceğiz. Önce bu partiye uygulanan özel uygulamalara yer vereceğiz sonra da eleştirilerimizi bu partiye en sert şekilde yapacağız. Legal siyaset yapmaya çalışmasına rağmen yüzlerce belediyesine kayyım atanıp doktor, akademisyen, öğretmen, vb. bilinçli eş başkanı hapishanede bulunan bir parti. Eş başkanlık sistemini her yapısında oturtan bir parti yani kadın ve erkek eşitliğine pratikte inandığını ortaya koyan bir parti. Onlarca mitinginde bomba patlatılan, seçim çalışmalarını öğrenci harçlıklarıyla, üyelerinin destekleriyle, emekçinin alın teriyle devletten bir kuruş yardım alamadan yapan bir partiden bahsediyoruz. Resmi bir parti olmasına rağmen çalışma yaptığı her alanda üyeleri hakarete uğrayan, öldürülen, tutuklanan bir partiden bahsediyoruz. Kendisine uygulanan her şeye rağmen yine de seçmenin yalnız bırakmadığı bir parti. Şöyle düşünün yukarıda bahsedilen partiler her seçim kazanımlarında seçmenlerine aş, iş, para, makam, mevki bahşediyorken; HDP, seçmenine her seçim başarısından sonra kan, gözyaşı, tutuklama, yerinden yurdundan göç ettirme ve akla gelmeyen daha onlarca sıkıntı vermektedir. Ama yine de seçmeni kendisini bırakmamakta ve bu parti kelebek ateş misali bir hikâyeyi sürdürmektedir. Bununla birlikte Türkiyelileşme pratiğini de ülke halklarına sunan bir partiden bahsediyoruz. Türkiyelileşme mantığını biraz açmamız gerekecek burada. HDP, bu pratikle aslında kendi içinde barındırdığı renkleri daha da arttırmak ve kendisine önyargı ile bakan insanlara ulaşmak ve el ele tutuşmak için yapıyordu. Ancak bu da kendisine yaramadı milletvekili seçilmek istenenlerin durağı haline geldi. Bunu bir aldatma olarak tabi ki görmemeliler ve kesinlikle Türkiye’ye umut olmaktan vazgeçmemeliler. Bazen sosyal medyada bazı seçmenleri tarafından bu Türkiyelileşme yanlış yorumlansa da HDP bunları dikkate almamalı ve çizgisinden taviz vermemelidir. HDP’nin yaptığı bu açılım aslında devlet tarafından hatta içindeki bazı milletvekilleri veya seçmeni tarafından da yanlış anlaşıldı ve Türkiyelileşme;Türkleşme mantığına evirilmeye çalışıldı. HDP’nin yaptığı veya yapmak zorunda kaldığı bazı yanlışlara gelecek olursak: İçine aldığı milletvekillerine Türkiyelileşme pratiğini net anlatamadı belki de buna zaman bulamadı. Kapitalist Moderniteye karşı duruş sergileyen HDP artık kendisini birilerine ispatlama fikriyatından vazgeçmeli ve bir an önce çalışma stratejini değiştirmelidir. Kendisi çok büyük bir çıkmaz olan; iç çatışma ve kaosa çekilmek istenmektedir. Bundan acilen kendisini kurtarma yollarını aramalıdır. Her türlü zorluğa ve engellemeye rağmen her şekilde kendi alternatiflerini oluşturmalıdır. Belediyeciliği çok iyi yapan bazı belediye eş başkanları var bunları yaygınlaştırmalı ve tamamen komüne dönmelidir. Ancak komüne de dönerken devletin kendisini MAÇOĞLU gibi serbest bırakmasını sanmasın. MAÇOĞLU’na tanınan müsamaha HDP’ye tanınmayacaktır bunu her HDP’li benim gibi dışardan bakan birinden iyi bilmektedir. Ben bir HDP’li değilim ancak dışardan baktığımda komüne çok yatkın çalışmalar yaptığını görmekteyim umarım başarılı olur. Bakınız HDP-CHP gibi partiler kendi ambulanslarına varana kadar tedarikli olmalılar. Örneğin her HDP-CHP il yönetiminde bir sağlık ekibiyle ambulans hazır bulundurulmalıdır. Bunu nerden biliyoruz? Basit bir örnek vermek gerekecekse 10 Ekim Ankara Gar Patlaması’ında ambulanslardan önce itfaiye araçlarının gelmesi bu önerimin haklılığını göstermektedir. Bunlarla birlikte HDP, seçtiği eş başkanlarda da son kongresinde bazı şeyleri düzeltmeye ve toparlamaya çalışsa da YÜKSEKDAĞ ve DEMİRTAŞ gibi güçlü ve tüm toplumun sempatisini kazanabilen kişileri seçememiş ve mahalle örgütlerine kadar iç tartışmalara mahal vermiştir. Sayın SANCAR, DEMİRTAŞ’tan boşalan kadroyu doldurmakta hayli zorlanmaktadır. Peki, bu kadar zorluk ve sıkıntıyla boğuşan bir HDP ne yapar, iki seçenek var. Bunlardan birincisi ya kartal misali tırnaklarını yenileyecek ve bu kadar acıdan sonra kendi başına demokratik Türkiye’yi kuracak ve demokratik uygarlık çizgisinde yaşanılır bir ülkeye dönüştürecek. İkinci seçenek ise şudur: Kendisine dayatılan “Türklük” ile sistemin diğer partileri gibi halktan kopup kendisini meclise hapsedecek ve kendisine duyulan binlerce umudu kursaklarda bırakacaktır. 

Velhasılı kelam değerli dostlar eğer siyasete dışardan bakan bir göz olarak Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsun diye soruyorsanız kısaca şöyle özetleyebilirim: Ulus devlet mantığından bir an önce kurtulma yolları aranmazsa ve çıkarıp yakmak için mezarlıklarda insan müsveddeleri biriktirmeye devam edilirse, ekranlardan katliam yapacağını duyuranların sesi kıstırılmazsa, ırksal üstünlük saçmalıklarından vazgeçilmezse vb. durumlar onarılmazsa; legal siyaset biter ve illegal toplumsal ve bireysel kaos ortamları oluşur. Yani freni patlak bir yük kamyonu gibi ülke boşluğa ve kapitalist dünya gündeminde yok olup gitmeye mahkum kalacaktır. 3.Dünya Savaşı’nın çoktandır başladığı Ortadoğu bataklığı da Türkiye’yi adım adım içine çekecek ve Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir vahşete sokacaktır. Bütün siyasi partiler ellerinden geleni yapmalı ve ülkeyi içine düştüğü bataklıktan kurtarmalıdır. Bunalıma,
ümitsizliğe, karamsarlığa düşmeden Tolstoy’un da dediği gibi “Yüzbinlerce insan avuç içi kadar bir yere toplanıp üst üste yaşadıkları toprak parçasını çirkinleştirmek için var güçleriyle çalışmış olsalar bile gene de ilkbahar ilkbahardı.” Sözünden yola çıkılarak güneşli günler için herkes elinden geleni korkuya, yılgınlığa kapılmadan yapmaya özen göstermelidir.

BARIŞA ÇİÇEKLER ATACAĞIMIZ DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE’DE BULUŞMAK DİLEĞİYLE…

MAHMUT ÇİFTÇİ

Editör: TE Bilişim