Gazete Emek-    Yıl 2020 ve beynini kullanabilen yani hayvani duygularından bir nebze de olsa uzaklaşan toplumlar, global dünyada yaşam için yeni gezegenler keşfetme girişimlerinde başarılı ilk adımlarını atıyorken ben utana sıkıla ahmakça bir başlıkla yazı kaleme almaya çalışıyorum!
  

 Evet, kapitalist hegemonyanın(ulus devletlerin) kendisini var ettiği günden bu yana yani bin yıllardır geri kalmış toplumlarda var olan bir konudan bahsedeceğim için utanmaktan kendimi alamadan bu başlığa karar verip kalemi elime alıyor ve 21.yüzyıldaki yetmezliklerimizi yazmaya başlıyorum. Aslında bu konuya dönem dönem kısa da olsa bazı konferanslarda ve kaleme aldığım yazılarda değinmiştim. Ancak son dönemlerde tekrardan artan rezilliklerden ötürü tekrardan bu konuda bir şeyler yazma gereği duyarak bu başlık altında birkaç paragraf yazmak istiyorum. Bu yazımızda dini herhangi bir argüman kullanmadan bazı toplumsal ilkelerden yola çıkarak durum tespitleri yapacağımı belirtmem gerekiyor. Çünkü yıllardır bu konuda defalarca kez riyakârca dini argümanlar kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Bu yazıda daha çok ırkçılık yapmanın utanılması gereken bir psikolojik rahatsızlık olduğunu anlatmaya çalışacağım. 

    Dinin ve Eğitimin sağlıklı ele alınmadığı toplumlarda hiçbir konuda başarı elde edilemez. Eğer bir toplumda herkes dinden ve eğitimden bilir bilmez konuşuyorsa o toplum yok olmaya mahkûmdur. Ne yazık ki, ülkemizde de bu konular herkesin dilinde ancak kimsenin pratiğinde yer almamakta ve gittikçe de toplumu bilinçsizleştirmekte ve gericileştirmektedir. Etrafımızda deve sidiğini şifa sayan profesörlerimiz, cehennemde yakmayan kefen satan Cübbelilerimiz, ekranda ateistleri şeytandan daha kötü gören Hatipoğlu’muz, eğitim modelini gittikçe bilimsellikten uzaklaştıran ezberci biz eğitimciler ve daha binlerce örnek verilebilir. Eee tabi bunlara bağlı olarak da toplumda gittikçe kutsallaştırılan ve kutsallaştırıldıkça da nefretler doğuran ırkçılık hastalıkları toplumu yaşanılmaz hale getirmektedir. Dünyada da bunun örnekleri saymakla bitmez. Örneğin Nazi Almanya’sındaki Hitler Faşizminden tutun da yüzyıllardır Siyahi’lere uygulanan ve geçen gün bir polisin dizinin altında can veren Siyahi’ye kadar… Tabi bunlar günlerdir Amerika’da yapılan protestolarla ciddi şekilde kınanmaktadır. Yani sürekli “Kafir” diye tanımlananlar hatta Nihat Hatipoğlu’nun deyişiyle şeytandan kötü varlıklar bu cüreti gösterip ülkeyi ayağa kaldırabiliyorken kendisini İslam ülkesi olarak görenler üç maymunu oynamaktadır.
  

 Irkçılık durumunu Türkiye özelinde konuşmaya başlarken başta şunu belirtmem gerekecek ki; ırkçılık Türkiye’de bir sistem sorunudur bir partiye bağlı değişmemektedir. Bunu özellikle belirtmemin sebebi şuan gerçekleştirilen ırkçılıkların AKP’ye mal edilmesi yanlışlığıdır. Evet, şüphesiz ki AKP’de de çok farklı politikalarla kültürel kıyımlar yapılmaktadır. Bu kıyımlar çok güncel ve herkesçe görülmekte olduğundan burada tekrarlamayacağım. Ancak yıllarca bu ülkede Türk olmayanları “Türk Varlığına Kurban” eden zihniyetle okutulan “ANDIMIZ ”ın henüz reşit olmayan çocuklara okutulmasının kaldırılması iyiliği de AKP’ye nasip olmuştur. Tabi bu durum AKP’nin ırkçılığa karşı olduğu anlamına gelmemektedir sadece dönemsel ve dini bir politika gereği kaldırılmıştır. Yatılı okulda saatlerce bizleri bekletip defalarca kez bizleri Türk varlığına kurban edenler AKP’li değillerdi. 1925’te mahkemeye çıkarılan ve sırf Kürtçe bilmediği için hâkim tarafından idam ettirilen 25 yaşındaki gencecik fidan gözlerini hayata yumarken iktidarda AKP yoktu. İktidar için kardeş katli caizdir teraneleriyle yüzyıllarca ayakta kalan Osmanlı’da da “Irkçılık” çok rahat yapılan bir durumdu ancak bu durum dinin afyon yüzü kullanıldığından gün yüzüne çıkamıyordu. Cumhuriyet dönemi ile birlikte din ikinci planda tutulmaya başlayınca bu durum toplumda ses getirmeye başladı ve bastırılmaya çalışılarak ulus devlet mantığı hâkim kılınmaya çalışıldı. (Bunun resmi belgelerine YÖKTEZ sitesinde yayınlanan master tezim üzerinden ulaşabilirsiniz). Irkçılığın tarihsel arka planını bu şekilde özetledikten sonra günümüzdeki ırkçılık Acun ILICALI’nın reytingler kıran “O SES TÜRKİYE” yarışmasında Kürtçe şarkı söylenmesine izin vermediği tartışmaları ile tekrardan gündeme oturdu. Bununla ilgili ILICALI açıklama yapıp bunu inkâr etse de jüri üyelerinin Kürt sanatını bilmemesi göz önüne alındığında alenen Kürt müziğinin yarışmada yasak olduğu ortaya çıkmaktadır(yalvar yakar ninni okuyan ve jürilerden birinin “Burada uyumayalım!” esprisini yapması da durumun vahametini ortaya çıkarmaktadır). Ayrıca ILICALI’ya ait “SURVIVOR”da da yarışmacı Ersin KORKUT’un Türkçe bilmeyen annesinin Kürtçe konuşamaması ve çıkan tartışmalardan sonra KORKUT’un yarışmayı terk etmesi de yine farklı bir soru işareti olarak yerini almaktadır(Çıkan tartışmalar sonrası Hakkari’li KORKUT’un İnstagram hesabına şöyle bir göz attım. Maşallah sayın KORKUT bütün ulusal bayramları kutlamış ve profilinde de Atatürk posterlerini eksik etmemiştir. Yani demem o ki ülkesine son derece kutsal bakan bir kişilik olmasına rağmen bunlar yapılıyor!). En son 31 Mayıs’ta ülkenin başkentinde Kürtçe şarkı dinlediği için bıçaklanarak katledilen 20 yaşındaki Barış’ın yaşadıkları da “Barışa Susamış Ülke”yi daha da susatacaktır. 

    Şimdi bazılarınız bu yazıyı okurken; benim bu yazıyı Acun veya Ersin’den yola çıkarak yazdığımı mı sanacaksınız. Tabi ki hayır. Üzerine bu kadar cümle sarf ettiğimiz konu emin olun sayın KORKUT için köpeği “MESS” kadar önemli değildir. 

Irkçılığa; sadece güncel tarihi bile dikkate aldığımızda yüzlerce örnek verebiliriz. Örneğin ben yıllardır eğitim camiasında yer almama rağmen onlarca ırkçılıkla karşılaştığımı söyleyebilirim. Yaptığım güzel bir davranışta aaaa sen Kürt olamazsın hakaretleri, Kürt olduğumu bildiği halde konuşmamın farklı oluşuyla dalga geçenleri(özellikle dilimi düzeltmediğimi de buradan itiraf edeyim), kökeninde Kürtlük var mı diyenleri, hangisini sayayım ki? Eminim sizler de onlarcasına rastlamışsınızdır. 

Bu arada merak edenlere buradan duyurayım KÖKENİMDE KÜRTLÜK YOK! Çünkü hali hazırda Kürt olduğumu haykırıyorum. Peki, bu gurur duyulacak bir şey mi? Kesinlikle HAYIR! Kürt olduğum için gurur duyma ahmaklığına düşmüyorum ve kimseye de illa Kürt ol diye diretmiyorum. Kimseye gel Kürt’e kurban ol da demiyorum. Anlayacağınız bu zavallılığı kendime yakıştıramıyorum. Burada da bir açıklama yapma gereği duyuyorum. Bakınız doğuştan gelen özelliklerle övünmek aptalca bir hastalıktır. Bazen sosyal medyada veya çevremde “Kürt Milliyetçiliği” yapan birilerini görünce samimi söyleyeyim Kürt olduğum için utanıyorum. Herhalde bu kişilerin elinden gelse kalkıp dağlara “Ne Mutlu Kürdüm” yazacaklarını veya yine ellerinden gelse Kürt olmayanları “Kürt Varlığına Kurban” diye haykırmaya zorlayacaklarını da düşündükçe insanlığımdan utanıyorum. 
  

 Hani aşk mektupları yazanlar derlerdi ya “Sana olan aşkımı yazsam denizler mürekkep olsa yetmez” diye ben de diyorum ki ırkçılıkla ilgili var olan aptallıkları yazsam herhalde denizler kurur. Kökeninde Kürtlük olmayan bir Kürt olarak şunu söylemek istiyorum: İnsani kriterlere sahip, iyilikten ve güzellikten nasiplenmiş, bilinçli, demokrasi ilkelerine bağlı, yani insani özelliklerini kaybetmemiş bir Türk’ü, bir Arap’ı, bir Çerkez’i, bir Laz’ı …. İnsanlıktan nasibini almamış, kendisinde onurdan ve şereften eser bırakmamış binlerce Kürt’e değişmem! Evet, var mı bu cesareti pratikte gösterebilecek insan? Varsa ayaklarının altını öperim. 

Velhasıl-ı kelam,
Ne Mutlu Türk’üm diyene!    
Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun!
İnsanca kalabilme ümidiyle…

Editör: TE Bilişim