Bir aile var. Onları artık hemen herkes tanıdı ve duydu. Şenyaşar ailesi. Çaresiz olan her birey gibi onlarda kendilerince bir arayış ve Adalet nöbetine karar verdiler. Nihayet nöbetleri sonuçsuz kalmadı. Aradan geçen yirmi bir günlük bekleyişin takdiri yaka paça müdahaleler oldu. Yerlerinden edinmediler ama ufak bir sarsıntı yaşadılar, yaşattılar. Davaları iş görmez olduğundan mütevellit hep erteleniyor. Tıpkı cumartesi anneleri gibi. Bir yıldır bulunamayan Gülistan Doku gibi. Yüzü yarılan, kolu bacağı kesilen, umudu yıkılan birileri gibi. Acelesi çok, yarası tazeler gibi. Beyaz çiçekler giyindikten sonra kırılan dallar gibi ve tüm kaygılara artık perde çekenler gibi. Sırtında ki un çuvalı ile evladını okula getirme savaşında olan bir baba var. Belki de Karbonat yahut şeker tozunu veya tuz’ u çeken kadar zengin olmadığı içindir, savaşı. Un ile yetindiği içindir, bu çabası. Eksisi belki de Hrant ile altı yırtık olan aynı ayakkabıyı giydiği içindir. Hikâyesi Tahir Elçi kadar derecesiz sıkıntılarla dolu olduğu içindir, belki. Kim bilir belki de abdest almasına müsaade edilmeyen Gergerlioğlu mazlumluğu kadardır.

İsteniliyor ki, insanlar kıpırdamadan öylece yerinde dursun. Bir yere koşmasın, yetişmesin, hak ve özgürlük mücadelesi vermesin. Kumpir gibi kıpırdamadan sorulara çare arasın. Gece mavisi renkli insan görünümü oluşturulmak isteniyor, cümle caizse ruhsuz yani. Hatta biraz daha ebedîleştirmek gerekirse ahşap renkli maun bir tarzda masa dekore edilmek isteniyor, son zamanların insan kreasyonu. Şöyle ki konuların ne ekonomi, ne de siyaset ile bir bağıntısı vardır. Yek vücut bir ahval var ki oda, ahlâkî ve hukukî siyasettir. Un çuvalından çocuk taşıyan ülkenin ne ekonomi boyutu ne de siyasi boyutunun bir önemi vardır. Çuvalda ki çocuk ile karbonat çeken genç bir nevi ülkenin eteğinden düşen taşlarıdır. Eteği toplayan ise çuvalı sırtlayan yine yoksul babadır. Ülkenin eteğini der top eden cumartesi anneleridir. Sahibini bulmak için dile gelen ayakkabılardır.

Geceleri göğsünü kaşıyan ağır yüklü babalardır, lokanta bulaşığı yıkayıp arta kalanları eve getiren dul kadınlardır. Öğle vardiyasında ki portakalı akşam eve getirendir. Dili yok sayıldığı için tüm dünyayı yabancı bilen çocuklardır. Kocası kahve de taş ezerken, kendisi ise toprağı deşip ve eve yetişmeye çalışan yüksüz kadınlardır. Ülkenin eteğinin kirini ve tozunu bunlar silkeliyor, temizliyor. Hırçın ve ketum bir Cumartesi annelerini detay detay yazmak istemiyorum, zira doğmamış çocuklar dâhi onları tanır ve öğrenir oldu. Ama ne olursa olsun her sessiz çığlık bir cumartesi günüdür. Aslında çocukları vurmasalardı bazı şeyler daha da güzel olabilirdi.