Gazete Emek- Çağımızda sanayinin ve teknolojinin üretimde kullanılmasıyla insan ihtiyaçlarının karşılanması adına, eski dönemlerde kol gücüyle kullanılan araç-gereçlere oranan yeni dönem teknoloji ile üretimin binlerce kat arttığını söyleyebiliriz. Bu ilerlemeyle beraber sınırlı olan doğal kaynaklardan maksimum fayda elde edilip, sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamada insan gücünün potansiyeli de epey artmıştır. Lakin insan evladı için günden güne üretilen yaşam malzemeleri bu denli artarken ve halen dünya genelinde insanlar açlık, susuzluk ve barınma kriziyle yaşamlarını sürdüremez bir haldeler. Bunun sebebi insanlarda paraya dönük hastalıklı bir hırsın var olup, doyum noktasının olmayışıdır.

 

 

 

 

İlk zamanlarda insanlar doğada ölçülü bir dengede ihtiyaçlarını karşılanması adına eşit ve adil bir döngüde ilerlerken, zaman içerisinde herşey deforme uğramıştır. İşte tamda burada insan evladının iradesi, rolü devreye girmektedir. Yani ne yaparsam yapayım iyiside kötüsüde benim eserim, benim hikayem diyerek tarih sayfalarında ilerleme katedecektir. Böylece tarihte ilk çitler çizilecek ve ilk topraklar sürülecek. Sonrasında bu deniz benim, bu dağ senin kavgasıyla insanlar eşit doğa haklarında kendilerine özel mülkiyetler çıkararak büyük bir paylaşım ve parçalanmanın savaşlarını başlatacaklardır. Hakikat kaybedildiği yerde aranır. Bu kayıp dönem, ilk eşitliğin ve sınıfsız toplumun olduğu ilkel insanların dönemidir.

 

 

Günümüzde bilimin, nano teknolojinin ve akıl çağının da etkisiyle bu denli ileri bir seviyeye ulaştığımız bir dönemde, halen insanların yeryüzünde yoksulluk içinde acı çekmesini ilahi bir nedene veya doğanın verdiği bir etkiye dayandırılması akıl alır bir durum değildir. Bugün yeryüzünde canlılara yaşatılan acıların tamamen insanların yaşatmış olduğu beşeri faktörlerden (siyasi, idari) oluştuğu gerçeğini hiç kimse inkâr edemez. Bu beşeri faktörlerin başını kapitalizm çekmektedir. Kapitalizm insan eliyle yaratılmış yeryüzünde en ağır yıkımların sonucudur. 

 

 

Kapitalizmden dem vururken, bu duruma başka bir anlam yüklenilmesin. Elbette ki yeryüzünde yaratıcımızın egemenliği hakimdir. Doğayı, canlıları kusursuz bir incelikte yaratmış ve kontrolü tamamen elinde tutmaktadır. Fakat yaratıcımız üç ilâhi dinlerin (Musevilik, Hıristiyanlık, İslamiyet) kutsal kitaplarında buyurduğu gibi insanlar dünya üzerine indirilirken akıl sahibi, hür iradesi ve eşit haklarıyla beraber bir yaşam sunularak yeryüzüne indirilmiştir. Böylece insanlar güçlü doğanın karşısında savunmasız bir varlık halindeyken, akıl ve iradenin bir araya gelmesiyle canlılar arasında en güçlü olma potansiyelini beraberinde getirmiştir. Kısacası insan yaşamını tetikleyen, tehlikeli kılacak olan tüm olumsuzlukların (açlığın, susuzluğun, hastalıkların) üstesinden gelip, yaşam mücadelesi adına geniş bir çığır açmıştır. Zamanla daha güvenli bir yaşamın var edildiği yeme, içme ve barınma adına tüm yaşam malzemelerinden oluşan seçeneklerin artık beğenilere, tercihlere göre çeşitlendirildiği güçlü bir çağdan bahsediyorum. 

 

 

Bugün dünyada artan üretimle bu denli bolluğun, bereketin olduğu bir dönemde halen bazı ülkelerin çaresizlik içinde eriyip, yoksulluğa terk edilmesi, bu durumu yaratıcımızın bize sunduğu kader diye nitelendiremeyiz. Bu tür dini kavramları insanların zihninde engel olarak kullananlar, dini bir afyon görevinde kullanmaya gitmektedirler. Bugün dünyada üretilen açlığın, yoksulluğun, savaşların, hastalıkların ve yok edilişin temel sebebi tamamen siyasi ve politiktir.

 

 

Günümüzde dünyada artık doğal kıtlıklar kalmadı, sadece beşeri faktörlerden kaynaklı siyasî ve idarî kıtlıklar var. Eğer bugün Burundi, Sudan ya da Somali'de insanlar açlık, susuzluk ve barınma yetersizliğinden dolayı ölüyorsa, bu durum kapitalizm döngüsüyle beraber bazı siyasetçiler ve yöneticiler böyle olmasını istediği için oluyor. Geçtiğimiz günlerde bir araştırmamın sonucunda dünyanın yoksul ülkeleri üzerine birkaç ülke tanıtım belgeseli izledim. Bunlardan biri de en yoksul ülke sıralamasında, en diplerde yer alan Doğu Afrika'ya bağlı Burundi ülkesiydi. Geçmişte Avrupalı devletler tarafından Afrika'nın birçok ülkelerinde olduğu gibi Burundi'de yıllarca Fransa'nın sömürgesi altında büyük acılar çekmiştir. Sonrasında emperyalist devletlerin iç işlerinde rol oynaması ile Burundi ülkesi yıllarca kendi içinde iç savaşlarla derin yoksulluk içinde can veren bir ülke halini almıştır. Belgeselde en çok dikkatimi çeken şey şu oldu. Burundi ülkesinde bölgenin insanı yaşam malzemesi kıtlığı içinde açlık, susuzluk ve barınma yoksunluğu sebebiyle çocuklar, yaşlılar sokaklarda can verirken, bu acı tablo karşısında Çin Seddi görünümünde inşaa edilmiş büyük duvarların ardında yiyecek stoklanan büyük depoların varlığı beni derinden üzmüştü. İşte Kapitalizm buna denir. İnsanlar bir taraftan açlıktan kırılırken, diğer taraftan boy boy stok halinde yiyecek depoların varlığı sadece alım gücü yüksek olanlar için var olacaktır. Bunun gibi Afrika ve bazı yoksul ülkelerde, depolarda stoklanan yiyecekler bozulup çöpe gitme pahasına olsa da yinede yoksul insanların açlık içinde yok olmaları izlenmeye daha değer bir görüşe hâkimdir. Doğrusu bu anlayış iğrençliğin en alçak zeminidir.

 

 

Bu anlayış, ülkemiz başta olmak üzere birçok ülkede bu görüş hakim olmaktadır. Bugün yoksul insanlar yiyecek ekmeği binbir zorluklar içinde bulamazken, hergün zincir marketlerde tonlarca gıda ve yiyeceklerin tarihi geçtiği için çöp konteynerlerine atılmaktadır. Hergün askeri alanlarda, hastanelerde, iş yerlerinde, okul ve yatılı yurtların yemekhanelerinde binlerce ton yiyecek yemek çöpe dökülmektedir. Neden yiyecekleri çöpe atmaktansa, açlık sınırı  içerisinde sokaklarda boğuşan yoksul kesimlere verilmiyor? Neden insanlar arasında yiyecek gıdalar bir terazide adil dağıtılmıyor? Bu sorulara cevaben terim karşılığı olarak Kapitalizm ile bu acımasızlığı tanımaya gidiyoruz. Dünya üzerinde hızla artan üretimle derinleşen yoksulluğun adıdır, Kapitalizm! 

 

 

Ülkemizde son dönemlerde özellikle serbest piyasaya müsaade edilmesiyle, devlet denetleme görevinin yapılmamasından kaynaklı üretimde ürün toplama, stoklama ve depolama düşünceleri hakim oldu. Bu durum nedeniyle ürünleri depolayan ağabeyler, piyasada toplatılmış ve yok olan ürünleri istedikleri gibi en pahalı fiyatlar ile piyasaya taşıyarak vatandaşların alım gücünü iyice yok eder duruma getirdi. Elbette bunlar siyasî ve idarî etmenlerden yani beşeri faktörlerden kaynaklı politikalardan oluşan yöneticilerin, siyasetçilerin eksiklikleridir. Fakat dünyada ve ülkemizde dini yapılar, insan eliyle oluşturulmuş olan kapitalizm gerçekliğini halen dini kutsallıkların gölgesinde bırakıp görmemezlikten gelinmektedir. İnsan eliyle oluşturulmuş ve yeryüzünde en büyük acıların doğumunu gerçekleştiren kapitalizimin yerine, neden dini kutsallıklara bağlamada bu kadar ısrarcıdırlar? doğrusu halen anlamış değilim. Yani Yaratıcımız bu kadar mükemmel doğaya sahip bir evrende bolluk ve bereketin içinde insanları yaratırken, neden kullarının yeryüzünde açlık, sefalet, yoksulluk ve savaşların içinde acı çekmesini ister ki? 

 

 

Bilinmelidir ki bizler kapitalizm sonucu savaşıyoruz, eziliyoruz, parçalanıyoruz ve ayrışıyoruz sonrasında ufalanıp birer birer yok oluyoruz. Ardında yıkık kentlerde bitmeyen acılar, dinmeyen gözyaşlar, yoksul ve terkedilmiş sokaklarda, geride sadece yollara bakan esmer yüzlü kadınların ve çocukların çaresiz bakışı kalır...


 

Editör: TE Bilişim