Gazete Emek- Edebiyat bir ‘yığından’, ‘sürü’, ve başkalarından dolayısıyla yine Sartre’ın deyişiyle ‘Cehennem’ den bir kaçıştır. Sadece başkalarından değil kendinden de bir kaçıştır. Varoluş tüm ağırlığıyla insan ruhunun üzerine çöktüğünde, her şey karanlıklaştığında bir soluk ve ışık olarak bazen yanı başımızdaki bir kitap uzanır bize. Benliğimizi içimizdeki diğer onlarca benlikten kaçırır; kendimize ortak duygudaşlar buluruz. Başkalarının hayatlarına yeni bir solukla şahit oluruz. Kendi odamızda otururken aynı zamanda Pariste, Nevada da ya da Beyrut’tayızdır. İnce Memed’in ağalara sıktığı her kurşunda coşarız. Derweş, Adule’si için Şengal ovalarında atını sürerken üç yüz yıl öncesine gider, yitirilmek üzere olan bir aşkın bütün hüznünü iliklerimizde hissederiz. Raskolnikov'la birlikte yatağında sanrılarla kıvranırız. ‘Yeraltından Notlar’da kendi yeraltımız uyanır varoluşumuza daha yakından şahit oluruz. Maksim Gorki’nin Pavel’ iyle kavgaya omuz veririz. Empatiyi en zirvede yaşarız. ‘’Evimizin rahatlığında ölümü, boşanmayı, hainliği deneyimleyebiliriz’’ iyi kitaplar sayesinde iyi dostlar ediniriz. Bir roman karakterinin duygusunu acısını varoluşunu hissederken daha çok insan olmaya yaklaşırız. Voltaire’nin söylediği ‘Acı çekiyorsan canlısındır, başkalarının acısını hissedebiliyorsan insansındır’ sözü yerini bulur. Okuduğumuz kitaplar aracılığıyla yalnızlıktan kurtuluruz ya da yalnızlığımıza anlam düşürürüz. Böylece farkında olalım olmayalım kendi kendimize bir terapi gerçekleştiririz.

 

 

                                                                    

Mario Vargas VLLOSA ‘’Kitap okumayan, edebiyata el sürmemiş bir insanlık kaba ve ilkel dili yüzünden ürkütücü iletişim sorunları yaşayan bir sağır-dilsizler topluluğuna döner. Aynı şey bireyler içinde geçerlidir. Hiç okumayan, az okuyan ya da yalnız sürpüntü okuyan insan engelli bir insandır.’’ derken, yakıcı gerçeği önümüze sermektedir.

 

 Bilgi ve teknolojinin arttığı dolayısıyla birçok şeyin karmaşıklaşarak ulaşılır olduğu kadar da ulaşılmaz olduğu bir dönemde edebiyat bütünleştirici yaratıcı-üretici bir niteliğe sahiptir Tarihi, felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi hayat gerçekliğini tek bir potada buluşturur. Örnek Freudyen psikoloji, Varoluşçuluk felsefesi, Determinizm sorunsallığı, çağ eleştirisi dolayısıyla belli bir sosyoloji Dostoyevskinin kitaplarında somutlaşır ve birer ilhama dönüşür. Nitekim isimlerini zikrettiğimiz felsefi akım ve ekollerin düşünürleri her fırsatta Dostoyevski’den etkilendiklerini kendilerine ışık tuttuğunu ifade etmişlerdir.

 

Freud’un bilimsel bir makalesinin ismi şöyledir. ‘’Dostoyevski ve baba katilliği’’

Nieztche; ‘Kendisinden bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevskidir.’ Demektedir. Dostoyevski’nin yüceliği buradan kaynaklanır. Bir yazardır ama aynı zamanda bir psikolog, sosyolog, bilim insanı, düşünür ve filozoftur.

 

Edebiyat başlı başına bir estetiktir. Edeb’ten gelir. Anlamı iyi ve güzel davranıştır. Daha spesifik anlamdaysa güzel söz, güzel anlatım ve güzel davranış sanatıdır. Dilimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi, ifadelerimizi, insanlığımızı güzelleştirir. Fakat hepsinden daha önemlisi bize bir sığınak, görünmez bir in, ve çatı olmasıdır. Nitekim bu konuda düşünürlerin de değerli ifadeleri olmuştur.

 

Nieztche; Yaşamı güzelleştiren, insanı hayata bağlayan, öz duygularla zenginleştiren edebiyattır.

 

Aldous Huxley; Edebiyat; gençliği yetiştirir, yaşlılara zevk verir ikbalde süs felakette teselli ve sığınak olur.

 

Mehmed Uzun; Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır.

 

Fernando Pessoa; Edebiyat yüzümüzde tutulmuş bir aynadır, renkliliklere, farklılıklara rağmen aynada gördüğümüz esasında bizim aksimizdir.

 

Dostoyevski; Hiç kuşkusuz edebiyat olmasaydı insanın pek çok yanı gizli, örtük kalacak, tutkularımız, hayallerimiz ortaya çıkmayacaktı.


 

Editör: TE Bilişim