Gazete Emek-  Veysel AYIK

İçinde bulunduğumuz bu pandemi günlerini düşünürken, virüsün ortaya çıkıp küresel bir etkiye ulaştığından beri adeta turnusol kağıdı gibi bazı hususları bize daha net gösterdiğini anladım. Virüs, etkisini gösterdiği her alanda korkular, acılar, umutlar, yeni uygulamalar, çelişkiler üretiyor. Bunlar hem bireylerde hem de bireysel uzamın devamı olan toplumsal alanda farklı mekan ve zamanlarda ve farklı şekillerde karşılık buluyor. Sadece bununla da sınırlı değil, bu süreçte doğa ve insan arasındaki ilişkiyi antroposen(insanoğlunun dünyaya olan etkisinin en üst düzeye dönem) açısından da yeniden değerlendirmemize imkan verecek değişimler de gözlemliyoruz. Öncemizi, şimdimizi ve sürecin sonrasını uzun bir süre konuşacağımız tarihi bir döneme şahitlik ettiğimiz bir gerçek. Ben de bu yazıda bu gerçekliğin içerisinde iktidarın değişen dönüşen veya sürece rağmen vazgeçmediği reflekslerini belirli alanlar üzerinden irdelemeye çalışacağım. 

İktidar kavramı üzerine hala devam eden okumalarımda gördüğüm şey, iktidarın merkezsiz bir işleyiş olduğudur. İktidar beziehung (ilişki) dir. Bu doğru, yaşadığımız dünyada farklı gerçekliklere bürünmüştür. O, bin yıllardır aramızda dolaşan korkunç bir hayalettir. Onu saraylarda bir kralın başındaki tacın ışıltısında, bir komutanın buyurgan ses tonunda, kadına kaldırılan bir erkeğin parmak uçlarında ya da etrafındaki herkesten fazla konuşan birinin diğerlerinden çaldığı zamanda hatta bir devrimcinin gizli kahramanlık arzularında da bulabilirsiniz. İktidar sürekli değişen ve dönüşen bir ilişki biçimidir; tıpkı kapitalizm gibi kendi öznesini yaratır. İşte tam olarak bu dönemde iktidarın ve kapitalizmin –ki bu ikisi çoğu zaman iç içe geçmiştir- sınırlarını ya da sınırsızlıklarını; değişen yönlerini, aldığı yeni şekilleri görmeliyiz. Pandemi sürecinin etkilediği alanları ve o alanlarda iktidarın reflekslerini gözden geçirmeliyiz. 

Disiplin toplumundan denetim toplumuna giden uzun yolda değişimin kaynağında teknolojik gelişmeler vardır. Foucault’un hapishanenin doğuşunda kullandığı Jeremy Bentham’a ait hapishane inşa modelinde ilkel bir panaptikonun izlerini görebiliriz; ama günümüzde bu panaptikonun(Hapishane İnşa Modeli) yöntemleri değişmiş olsa da değişmeyen şey görünmeden gözetlemek ve sürekli veri toplamaktır. Denetim merkezleri hızlı bir şekilde dijitalleşiyor. Virüsten kaynaklı olarak insanların sağlıklarını kontrol etmek ve anında gerekli müdahaleyi yapmak gerekçesi ile Çin’in geliştirdiği ve diğer ülkelerin de benzerlerini hızla uygulamaya koyduğu ‘‘dijital panaptikon’’ yöntemler üzerinde durulması gerekir; çünkü virüs tehdidi ortadan kalktığında bu iktidar sahiplerinin iyi niyetlerle bu uygulamalardan vazgeçeceğini ya da yasal düzenlemeler eşliğinde kullanılacağını sanmak, İktidar için çok fazla iyimser düşünmek olacaktır. Çin ‘‘Close Contact Detector’’ ve ‘‘WeChat’’ gibi uygulamalarla rahatlıkla mekan tespiti yapabilecek hareketli kameralarla sürekli yüz taramaları yapabilecek. Uzun zamandır fantastik edebiyatın, distopik filmlerin gündeminde olan siberpunk (Cyberpun) dünyanın, hayal sınırlarımızı aşarak dünyada bir gerçeklik kazanmasının ciddi örnekleri ile karşı karşıya olabiliriz. İktidar merkezleri için ağız sulandırıcı gelişmelerdir bunlar. Demem o ki Big Brother(Büyük Birader)’in yerini geleceğin dünyasında iktidar teknolojileri (Power Technologies) tarafından oluşturulacak Big Data (büyük veri) alacaktır. 

İktidarın evde kal çağrıları bir turnusol kağıdı gibi toplumsal sınıfları birbirinden ayrıştırdı ve kapitalizmin sınıflar arası yarattığı çelişkiyi daha net görmemizi sağladı. ‘Hayat eve sığar’’ ne güzel slogan değil mi? Ne masum? Sonra başka bir slogan daha çalındı kulaklarımıza ‘‘Karantinanın romantikleştirilmesi sınıfsaldır.’’ Evet, herkesin hayatının eve sığmadığını; çoğu insanın fabrikalara, tersanelere, marketlere vb. sağlıksız koşullar altında; mobbingler altında sığdırılmaya çalışıldığını görmeliyiz. Lüks villalarda; havuz başında çekilen ‘‘evde kal’’ reklamlarının sınıfsal olduğu bir gerçek. Oysa sadece nisan ayında koronavirüs nedeniyle 104 işçi, iş kazası nedeniyle de 220 işçi hayatını kaybetti. Bu alanda iktidar mekanizması en belirgin ve bilinen tepkisini verdi; insan sağlığı yerine kapitalist üretimin ve tüketimin devamını sağlayacak önlemler aldı. Hazırlanan ekonomik paketler çoğunlukla patronları korudu. Siyasal iktidar ve kapitalizm el ele vererek yaşamın ve ölümün parametrelerini kendi meşruiyet alanları içinde sürece uygun düzenleme refleksini gösterdi. 

Eve sığmayan bir başka hayat ise kadınların hayatıydı. İktidar bu kez, evde erkek şiddetine dönüştü ve ev içi emeğin eşitsiz bölüşümünde kendini gösterdi. Bu süreçte onlarca kadın ev içindeki erkek şiddetinden hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar ise sürecin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle hak arayışına girmekte zorlandı(Ki arasalar da adil bir sonuç alamayacaklardı.) Tüm bunlar yetmezmiş gibi hukukun erkekliğine rağmen kadınların, zamanında yaptıkları eylemler sonucu ceza alanlar ise İnfaz yasası ile dışarı salındı. Dışarı çıkanlar arasında, üzerinden daha birkaç gün geçmeden tekrardan çocuğa ve kadına şiddet gösterenlerin haberlerini okuduk. Bununla beraber tekrardan düşünmemiz gereken bir diğer konu kadının görünmeyen ev içi emeği. Feministlerin 1970’lerde başlayan, bu alandaki hak talepleri ve devamındaki tartışmalar yürürlükte olan iktisadi işleyişin patriyarkal yönünü açığa çıkaracaktı. Uzun süre önce okuduğum bir makalede bu emeğin ekonomide görülmeyen milyonlarca dolar etkisinden bahsediyordu ki bu işin sadece ekonomik kısmı. İktidarlar kendi meşruiyet alanını belirler ve tüm değer yargılarını bu alan içinde kurarlar. Althusser’in de anlattığı ve ifade ettiği gibi devlet, ideolojik aygıtlarında belirlediği müfredatlar ile egemenliğine rıza oluşturmak için topluma değer pompalaması yapar. Belki de en önemlisi dil ile düşünce arasındaki ilişkiyi bu alan içerisinde yeniden inşa eder. Bu meşruiyet alanının dışındaysanız karşı karşıya kalacağınız şey bu sefer baskı aygıtlarıdır. Mesela; bir televizyon programında seçilmiş başkanı yedirmemek uğruna zamanı geldiğinde bir götürülecekler! listeniz olduğunu söyleyip tehditler savurabilirsiniz. Bu konuda maddi ve manevi donanımlı olduğunuzu rahatça söyleyebilir üstelik - bir katliam çağrısı olarak nitelenebilecek bu söyleminiz karşısında- bir yaptırıma uğramazsınız; ama başka yerlerde seçilmiş başkanlar için kayyım atamalarını protesto ederseniz en üstten yaptırımlara maruz kalabilirsiniz. Muhalif belediyelerin ekmek dağıtması bile rahatsız edebilir iktidarı. ‘‘paralel devlet’’ suçlamasının bile arkasında meşruiyet krizi yatmaktadır. Ve iktidarlar pandemi sürecini kendi meşruiyet alanının sınırlarını yeniden kurmak için bir fırsata çevirir. 

Virüsün demokratik olup-olmadığı ile ilgili tartışmalar da yapıldı. Elbette burada belirleyici olan etken virüsün tesir ettiği alanlarda iktidarın ve neoliberal kapitalist politikaların yarattığı koşulların demokratik/eşit olup olmamasıdır. Ve biz zaten eşit koşulların olmadığı zemini daha net gördük. Ultra lüks hastanelerde tedavi edilenler ile normal hastanelerde sıra bekleyenleri gördük. İlaçların ve maskelerin tedarik edilmesi hususunda da aynı durum vardı. Neoliberal politikanın, kurumları bir tür felce uğrattığını görmek –Özellikle sağlık alanında- bu sürecin en kritik tartışması olacaktır. Hatırlarsanız Žižek: Koronavirüsü Karar Vermeye Zorluyor: Ya Küresel Komünizm Ya Orman Kanunları’’ diyerek tartışmanın fitilini ateşlemişti. Neoliberal devletler bu kriz karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar; öyle ki İngiltere salgının başında müdahale etmeme kararı aldı. Krizin devlet müdahalesi olmadan neoliberal piyasa koşullarında kendiliğinden bir sonuca ulaşacağını düşünmüş olabilirler; ama süreç onları istemedikleri halde devlet müdahalesine mecbur bıraktı. Bu neoliberal devlet için ciddi bir çelişki oluşturuyor. Bu sebeple, bu süreçten sonra en çok bu tarz çelişkiler ile ilgili değişimleri izleyeceğiz. Sosyal devlet anlayışının ve vahşi neoliberal politikaların neye dönüşeceğinin ve krizlerinin doğru bir analizini yapmak pandemi süreci sonrası dünya için en önem teşkil edecek tartışmalardır.


Ülkede ilk vaka ortaya çıkmamışken, halkın çoğu bir an önce bir kapatılma halinin gerekliliğini savunuyordu. Adeta insanlar gözetilmeyi arzular hale gelmişti. Ama iktidarlar nedense; uygulamayı sevdikleri bu kapatma hali (olağanüstü hal-sokağa çıkma yasağı) için acele etmiyorlardı. Bir başka durum ise avm’ lerin açılması ve önlerinde oluşan kuyrukların genel toplum sağlığı için olumsuz bir durum teşkil etmesinin umursanmaması ama park, bahçe, mesire alanlarının, sahillerin hala kapalı tutulması veya salgın için yapılan hastanelerin sağlık turizmi için kullanılacağının belirtilmesi. Bu örneklerin bize görünenden öte bir şeyler anlatacağını düşünüyorum. İktidarlar-özellikle siyasal iktidar yani devlet- sebeplerini ve sonuçlarını kontrol edebileceği doğal olmayan afet anlarında bile sermayeyi koruyup kollamıştır. Ama virüsün yol açtığı doğal afetin tamamıyla kontrol edilememesinin bir kırılma olmasa da devlet ve sermaye arasında bir gerginlik yarattığını düşünüyorum. Bu bir kırılma noktasına varır mı? Emin değilim. Ama siyasal iktidarın sermaye ile olan ilişkisinin sınırlarını bilmek isteyebiliriz.

Süreçle ilgili olarak doğa-insan ilişkisi, viral çağın bireysel ve sosyal psikolojiye etkisi gibi hakkında uzunca yazılar yazacak çok konu var ama sözün özü eski dünya gittikçe arkamızda kalıyor yeni dünya ise henüz ufukta görünmüyor. Etrafımızı saran bu sis bulutunun içinde değişimin kendisi ile interaktif bir uyumla, yönümüzü bulmaya yardımcı olacak değerlendirmeler ile konumumuzu belirlemeli ve yönümüzü ona göre tayin etmeliyiz.

Şimdilik esenlikle kalın..

Editör: TE Bilişim