Gazete Emek-Gazeteci Amberin Zaman, dikkat çekici bir yazı kaleme aldı. Zaman Diken haber sitesine yazdığı yazıda Devlet ile PKK'nin yeniden masaya oturup oturmayacağı sorusuna cevap aradı. Zaman'ın Çözüm Süreci'nde yaşananlara da ayna tutarak kaleme aldığı yazı şu şekilde:


"Kürtlerle kalıcı barış talep etmenin artık hapisle cezalandırıldığı bu günlerde daha iki buçuk yıl öncesine kadar devlet ve PKK’nın masaya oturduğu, devlet yetkililerinin Öcalan, Kandil, Brüksel ve HDP arasında mekik dokuduğu insana hayal gibi geliyor.


Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu’nun paylaştığı son verilere göre aralarında 409 sivil, 987 güvenlik personeli ve 1446 PKK militanı olmak üzere 2.5 yıllık ateşkesin sona erdiği 20 Temmuz 2015 tarihinden beri en az 3 bin 61 kişi öldü.

Geçtiğimiz günlerde Mezopotamya Yayınları tarafından basılan Amed Dicle imzalı ‘2005-2015 Türkiye-PKK Görüşmeleri, Kürt Sorununun Çözümüne ‘Çözüm Süreci’ Operasyonu’ başlıklı kitap bu noktaya nasıl varıldığına dair kritik veriler sunuyor. Oslo görüşmeleri hep parçalı anlatıldı. Kitap Dicle’nin ifadesiyle, “Bir puzzle gibi bir araya getirdiğimiz parçalar, bu görüşmelerin arkasındaki gerçeği resmediyor.”

Türkiye’de ‘Kapatılırız’ endişesiyle yayıncı bulamayan kitap devlet ile PKK arasında yürütülen görüşmeler hakkında birçok yeni ve bir o kadar sarsıcı unsuru gözler önüne seriyor. Türk yetkililer hariç görüşmelerin bizzat muhatabı 20 kişiyle konuşan Dicle, Oslo süreci diye adlandırılan görüşmelerin ne zaman, nerede, nasıl olduğunu ve kimlerin katıldığını, toplantıların formatı ve her toplantıda varılan mutabakatın metinlerini ilk kez ortaya koyuyor.

Devlet ve PKK’nın doğrudan masaya oturma fikri 2005’te filizleniyor. Erdoğan’ın uluslararası bir toplantıda karşılaştığı ancak Dicle’nin ismini vermediği bir eski Norveç başbakanı, çözüm için inisiyatif almak istediğini söylüyor. Erdoğan fikri olumlu karşılıyor. Dahası, Kjell Monde Bondevik olduğunu tahmin ettiğim Norveçliyi zamanın MİT müsteşarı Emre Taner’e yönlendiriyor. Norveçli bu olumlu yanıttan hareketle Kandil’e gidip Karayılan ve Duran Kalkan’la görüşüyor. Onların da teklife sıcak baktıklarını Türk tarafına iletiyor.

Aynı tarihlerde Norveçlilere paralel olarak iki İngiliz vatandaşı, merkezi Cenevre’de bulunan bir kurum adına Brüksel’de PKK’ya yakın isimlerle temasa geçip benzer teklifte bulunuyor. Türkiye devletiyle görüştüklerini ve Kandil’e gidip PKK yöneticileriyle de bir araya gelmek istediklerini aktarıyorlar. Görüşme gerçekleşiyor. İlk başta İngilizlerin temsil ettiği Cenevre merkezli kurum  ve Norveçliler birbirinden habersiz. Fakat Türk tarafı Cenevre merkezli kurumun aracılığına karar kılıyor. Ve toplam 11 defa Oslo’da bir otelde bir araya gelen Türk ve Kürt heyetleri Cenevre merkezli aracı kurumun da katılımıyla 3 Eylül 2008 günü öğlen saatlerinde ilk kez masaya oturuyor.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan görüşmelere ilk defa tarafların Oslo’da 5inci kez bir araya geldiği 13 Eylül 2009 günü katılıyor. Fidan bir sonraki görüşmeye silahlı korumalarıyla gelince Kürt tarafı itiraz ediyor. Türk heyeti, silahlı korumanın PKK’lilerle ilgili olmadığını, İsrail’in Fidan’a yönelik tehditlerine karşı böyle bir tedbire başvurulduğunu söylüyor.

Brüksel ve Cenevre’de yapılar ön ve ara görüşmeler dahil taraflar toplam 16 kez buluşuyor. Sürece Öcalan da dahil. Alınan bütün kararlar kendisine iletiliyor. Ama Kandil’in kendisiyle direkt iletişim kurma isteği devlet tarafından kabul görmüyor.

Baklavalar zehirsiz

Oslo’daki ilk görüşmeden bazı kareleri Dicle şöyle aktarıyor:

“İlk görüşme hasebiyle önce selamlaşma tanışma faslı yapılır. Türk temsilciler, getirdikleri baklavaları masadaki katılımcılara ikram eder ve Kürt heyetine dönerek, ‘Alabilirsiniz, denedik, zehirli değil’ der…

Türk heyetinden  ‘Bayan Güneş’ [dönemin MİT müsteşar yardımcısı Afet Güneş A.Z.] toplantının başında söz alır: ‘Türkiye’de bombalar patlatılıyor. Bir terör sorunu var. Türkiye’nin amacı öncelikle terörü sonlandırmak’ der.”

Dicle’nin ifadelerine göre “Güneş devlet içerisinden bu sürece itiraz edenlerin olduğunu, kendilerinin hükümet ve devleti hazırlamaya çalıştıklarını, adım atılmasının kısa sürede vuku bulmayacağını masada ifade ediyor.”

Artık emekli olan Güneş’in bu sözleri Oslo ve akabindeki görüşmelerin neden başarısızlıkla sonuçlandığını özeti aslında.

Dicle’ye göre Erdoğan ve devlet barış konusunda asla samimi değildi.

Yoksa görüşmeler sürerken askeri operasyonlar devam etmez, binlerce Kürt siyasetçi ve aktivist KCK davaları kapsamında hapsedilmezdi. Türkiye’ye Ekim 2009’da Habur’dan geçerek gelen, şiddete bulaşmamış PKK’li militanlardan oluşan ‘barış grubu’ üyeleri tutuklanıp yargılanmazdı. Örnekleri çoğaltabiliriz.

Yine Dicle’ye göre Erdoğan ve AKP süreç bahanesiyle PKK’yi  ateşkese razı edip oyaladı. Askeri vesayet rejimine karşı elini güçlendirdi. Bunu başından beri sezen PKK ise barış konusundaki kendi samimiyetini ortaya koymak için görüşmelere katıldı.

Ancak Dicle yine de Güneş’in işaret ettiği devlet içerisindeki derin çatlaklara da pay tanıyor. Bu bağlamda görüşmeleri sabote etmek için maksimum gayret sarf eden Gülen Cemaati’ne bağlı unsurların sorumluluğunu da gündeme getiriyor. Ve 2013’te Hakan Fidan’la ilgili tutuklama teşebbüslerine değinerek şu hatırlatmada bulunuyor: “Abdullah Öcalan ilk defa bu süreçte Gülen’in örgütlenmesi için ‘Paralel Devlet’ kavramını kullandı ve bu tespite önce karşı çıkan AKP, daha sonra bir politik argüman haline getirdi.”

Dicle PKK’ye yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı’nda yazıyor. Öcalan’a duyduğu sempatiyi gizlemiyor. Kitap boyunca barış görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasında Kürt hareketinin veya PKK’nin herhangi bir sorumluluğuna değinmiyor. Oysa 2015 ve 2016’de bölgede yüz yüze görüştüğüm birçok Kürt, hendek savaşından dolayı mesela, örgüte karşı son derece öfkeliydi.

Kitabın en önemli eksiği elbette Dicle’nin görüşmelere katılan Türklere ulaşamadığı için onların ifadelerine yer verememesi. Oysa hangi saiklerle olursa olsun devletin PKK ve Öcalan ile masaya oturması büyük bir cesaret işiydi. Ve her ne kadar anayasal güvence altına alınmasa da, ilk zamanlar başta Kürt diline uygulanan yasaklar olmak üzere cumhuriyet tarihinde ilk kez çözüme yönelik somut adımlar atıldı.

Ne var ki özellikle 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra Türkiye’deki kötü gidişat Kürt sorunu bir yana hükümetin demokrasi konusunda hiçbir zaman samimi olmadığı görüşünü gittikçe pekiştiriyor.

Ancak Kürt meselesinin çözümünde gerçek ölçü samimiyet mi yoksa zaruret mi? 33 yıl ve bunca acının ardından her iki taraf için esas can alıcı soru bu. İrlanda ve Kolombiya örneklerinde görüldüğü üzere nihai barış sabır ve uygun konjonktür işi. Bu konuda tecrübe sahibi olan aracı kurum üyeleri devlet ve PKK’yle temaslarını sürdürüyor."

Kaynak: Diken

Editör: TE Bilişim