Bahis Skandalları ve Toplumsal Vicdanın Kör Noktası

Abone Ol

TFF’nin futbolculara yönelik bahis cezaları son günlerde ülkenin gündemini epey meşgul ediyor. Kimine birkaç gün, kimine bir yıl… Ceza aralıkları geniş, tartışmalar hararetli. Fakat bütün bu gürültünün arasında gözden kaçırdığımız çok daha derin bir mesele var: Biz bu olayda aslında etik mi tartışıyoruz, yoksa yalnızca yakalanmışlığı mı?

Bir futbolcu her gün bahis oynuyor olabilir. Hatta kendi etrafındaki yakınlarını kullanarak sistemin boşluklarını kolluyor da olabilir. Ama yakalanmadığı sürece kamuoyunun gözünde hiçbir sorun yok; adeta masumiyet zırhına bürünmüş gibi dolaşıyor. Öte yandan aynı fiili işleyip de “suçüstü” yakalanan bir futbolcu, bir anda etik dışının bayrak taşıyıcısı ilan ediliyor.

Toplumsal vicdan etikle değil, görünürlükle çalışır.

Vicdan dediğimiz şey çoğu zaman gerçeğin kendisine değil, önümüze konan bilgiye tepki verir. Bilmediğimizi yargılayamayız; görmediğimizi eleştiremeyiz. Yakalanan futbolcuya karşı bir anda etik duvar örmemizin sebebi, aslında onun etik olarak daha kötü olması değil; yalnızca fiilinin görünür hale gelmiş olmasıdır.

Algı Yönetimi ve Etik İhlaller

Bu yüzden bugün futbol dünyasında yaşananlar, etik tartışmasından çok bir algı yönetimi meselesine dönüşmüş durumda. Etik ihlal, yakalanan kişide görünür olduğu için, toplumsal vicdanın hedefi yalnızca o oluyor. Yakalanmayan ise aynı davranışı sürdürse bile “temiz sayılıyor”; çünkü vicdanın onu yargılayacak bir bilgisi yok.

Etik Sınırlarımızı Kim Belirliyor?

Peki bu neyi gösteriyor? Aslında çok basit bir şeyi: Etik sınırlarımızı vicdan değil, hukukun bize gösterdiği kadarı belirliyor.

Devlet birini yakaladığında öfke duyuyoruz; yakalamadığında ise sanki ortada hiçbir etik mesele yokmuş gibi davranıyoruz. Böylece etik, öznel bir vicdan meselesi olmaktan çıkıp, hukukun spot ışığı nereye tutulursa orayı aydınlattığı dar bir alan haline geliyor.

Sporun Değerleri ve Etik Çöküş

Oysa sporun asıl değerleri adalet, tarafsızlık, eşitlik değil midir? Bahis oynayan futbolcunun etik açısından sorunlu olması, onun fiilen yakalanmış ya da yakalanmamış olmasına göre değişmemeli. Bahis ihlali, mesleğin doğası gereği zaten bir etik kırılma yaratır. Çünkü sporcu, oyunun kaderini değiştirebilecek güçtedir.

Son Soru: Etik Toplum mu, Tepkisel Kalabalık mı?

Bugün yaşadığımız bu tablo bize şunu hatırlatıyor: Toplumsal vicdan, hukukun penceresinden dışarı bakmayı bırakmadığı sürece, gerçek etik tartışmaları hep gölgede kalacaktır. Yakalanan suçlu olur, yakalanmayan masum; ama bu sadece bizim sınırlı bakışımızın bir yansımasıdır.

Belki de aslında sormamız gereken soru şudur: Biz gerçekten etik bir toplum muyuz, yoksa sadece yakalanmışlıklara tepki veren refleksif bir kalabalık mıyız?