Barış birilerinin değil, herkesin ortak amacı olmalı!

Abone Ol

Türkiye bugün evinde barışı konuşurken, hemen kapısının önünde savaşlar yaşanıyor...

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye kendi içinde hep iç savaşlar, hesaplaşmalar, kavgalar ile dolu bir yüzyıl geçirdi. Osmanlı Devleti'nin yıkılışı sonrası tüm milletler kendi kaderini belirlerken, bu noktada Kürtler ve Türkler ortak kader bütünlüğüne gitti. İnaç ve manevi değerlerin bu iki milleti bir araya getirmesinde etkili olurken, Fransız devrimi ile beraber başlayan milliyetçilik, 19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da, 20. yüzyıldan itibaren ise tüm dünyada egemen politik düşünce tarzı haline gelmiştir. Bu dönemde dünya politik haritası milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Milliyetçilik akımı ile beraber toplumları bir arada tutan değerler zamanla giderek etkisini yitirmiştir. Bu yeni dünya görüşü ile beraber dinlerin artık toplumları bir araya getiremediği ve milliyetçilik ideolojisinin ise toplumların birbiriyle olan bağlarını doğrudan kopararak, bu ayrıştırılan bağların sonucunda toplumları kavgaya, çatışmaya ve parçalanmaya götürdü. Bu döngü Osmanlı Devleti'nin yıkılışı sonrasında yeni kurulan Türkiye'nin oluşumunda ortak kader bütünlüğüne giden Türkler ile Kürtlerin tam yüz yıl boyunca aynı atmosferin içinde tarafların birbirleriyle olan çatışmasında, bir tarafta inkâr ve imha politikası yaşanırken diğer tarafta ise kendi varlığını dayatan ve yok edilmeye karşı, çeşitli direnişler ve isyanlar ile ayakta var olmaya çalışarak bugüne gelen ve yaşanan tüm bu çatışmaların sonucunda defalarca denenmiş ve bir türlü çözüme kavuşturulamamış bir barış, bugün yeniden inşaa edilmeye çalışılmaktadır.

Bugün Türkiye'de barış diye Türklerin ve Kürtlerin bir araya getiren yek neden şüphesiz ki İsrail'in Ortadoğu'da yayılımcı politikası doğrultusunda özellikle kendi içinde kavga yaşayan devletler için ciddi bir tehdit taşımasından kaynaklanıyor. Giderek topraklarını genişletmeye yönelik politikalar izleyen ve aynı zamanda Ortadoğu'da ABD'nin tetikçisi görevini üstlenen İsrail, bugün özellikle Filistin, Suriye, İran, Lübnan ve Yemen'e karşı saldırgan politikaları nedeniyle acaba Ortadoğu'da İsrail'in sırada saldıracağı ülke hangisi olacak diye Ortadoğu'da bulunan birçok ülkeyi tereddütte bırakmaktadır. Türkiye bugün kapısının önünde artan savaşları göz önüne alarak, kendi evinin içindeki kavgalara son verip, ülkenin huzuru ve selameti için barışta ısrarcı olmalıdır. Bu oluşacak barışın şüphesiz ki gerçek muhatabı Kürtler'dir. Bugün Kürtlerin, Türkler gibi ülke anayasasında temel vatandaşlık hakları olan anadilde eğitim, eşit yurttaşlık, temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alındığı yeni bir anayasanın oluşturulması durumunda, Türkiye'nin kendi evinde olası tüm kavgaların önünün kesileceği gerçeği kuşkusuzdur. Bu yönde bir ilerleme adına PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kendi örgütünü feshi kararı ve sonrasında örgütün silah bırakmaya dair girişimi işin ciddiyetini ortaya koymuştur.

Fakat bugün güncel siyasi gündemde Türkiye'nin Dışişleri bakanı Hakan Fidan'ın Suriye ve Rojava ekseninde yaptığı açıklamalar, Türkiye'de olumlu yönde ilerleyen barış görüşmelerini sekteye uğratabileceğini gösteriyor. Çünkü Türkiye yıllardır kendi içinde süren savaşın, çatışmanın halen bir çözüme kavuşturulmamış ve devam eden bu kısır döngüye artık bir son verip, ülkede Kürtlere haklarını verme konusunda olumlu yaklaşımlarda bulunurken, diğer bir taraftan da Suriye'deki Kürtleri ve diğer halkları, DAEŞ ve Esad yönetiminin zulmünden koruyan SDG'nin tüm kazanımlarını bir yere bırakarak Kürtlerin koşulsuz gidip, Suriye'nin parçalanması sonrası daha düne kadar HTŞ örgütü oluşumundan olan yeni Şam hükümetine, teslim olmasını istiyor. Kısacası Rojava'da bulunan Kürtlerin tüm kazanımlarını bırakıp, esaretin altına girmesini istiyor. Bu Kürtlerin cephesinde Türkiye'de olumluya doğru ilerleyen barış sürecine karşı endişe yaratmaktadır. Çünkü bir tarafta Türkiye'deki Kürtlerin yıllardır yaşadığı zulümlere artık bir son verilip, kardeşlik çatısı altında ve eşit yurttaşlık çerçevesinde beraber yaşama samimiyeti ile görüşmeler yaşanırken, diğer tarafta on yıldan fazladır Ortadoğu'da DAEŞ gibi cani bir örgüt ile savaşmış ve Suriye toprakları için kendi canlarını siper ederek, halkını korumak adına ölümle burun buruna gelen ve bu mücadele sonrası büyük bir güce kavuşan SDG'nin yani Kürtlerin, HTŞ gibi kime çalıştığı bile belli olmayan bir örgüte teslim olması gerektiğini vurgulanıyor. Suriye'deki bu dış politika, maalesef Kürt halkına karşı derin bir düşmanlığı körüklemeye götürmektedir. Bu politika ilerleyen sürece karşı samimiyetsiz bir tutum yaratmaktadır.

Barışa bu kadar yaklaşılmışken, Türkiye iç ve dış politikalarında Kürtler ile yaklaşımında barışçıl bir yol izlemelidir. Ne kadar inkar edilirse edilsin Kürtler artık Türkiye'de ve Ortadoğu'da yok sayılacak veya yok edilecek bir azınlık olmadığını Rojava devrimi ile beraber bunu tüm dünyaya kanıtladı. Bunun için Türkiye Devleti'nin HTŞ gibi DAEŞ yapılmasından üremiş ve kime hizmet ettiği belli olmayan bir zihin anlayışı ile bir arada olmaktansa, Kürtler ile demokratik bir ittifak içinde olması hem ülke içinde güç birliğini sağlar hemde dış politika da Kürtler ile ittifakın sonucunda büyük kazanımlara adım atar. Geçmişi, tarihi inkâr etmeyenler bunu daha iyi görebilir. Türkler ile Kürtlerin kader birliği yalnızca Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile sınırlı değildir. Bunun çok ötesinde Malazgirt Meydan Muharebesi 1071 yılında, yani bundan 954 yıl önce bu kader birliği gerçekleşti. Ve 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu boyunca Kürtlerin savaşçıl özellikleri ve cesaretleri İngiliz tarih kitaplarında hep yazıla geldi. Bugün Kürtler ile varlık yokluk mücadelesine girenler kaybediyor. Çünkü Kürtler tarih boyunca Mezopotamya topraklarında ev sahipliği yapmış kadim bir tarihi var. Yıllarca yok edilmeye çalışılsa da kendini tekrar tekrar çeşitli direnişler ve isyanlar ile dimdik ayakta tutmayı hep başarmışlardır. Esas olan budur ki bugün Kürtleri Ortadoğu'da yok etmek isteyen yalnızca kendi sonunu getirir. Ancak Ortadoğu'da Kürtlerin müttefiki olan herkes için demokratik tüm zeminlerin yolu açıktır. Bu demokratik yolda bugün Rojava'da SDG projesi ile kardeş halkların ortak bir geleceği mümkün görülebiliyor.

Kucaklayıcı ve birleştirice bir politikanın aksine bugün eğer Kürtlere karşı savaş dili esas alınırsa şüphesiz ki Kürtleri, Suriye'nin Süveyda'da bulunan Dürzi halkı gibi İsrail'e yakınlaşmasına sebep olur. İsrail bugün hem Suriye'de hemde Türkiye'deki Kürtleri kendi tarafına çekmesi durumunda, bu politika bölgede Süveyde'deki Dürziler gibi yeni parçalanmalar ve iç savaşların önünü açabilir. Bugün İsrail'in özellikle Suriye'de Dürzileri ve Kürtleri kendi tarafına çekmek için adeta ABD eliyle Suriye'de ki yapıcı politikaları bulanıklaştırmaya çalışıyor. İsrail, uzun zamandır Suriye'de bölge toplumları arasındaki bölünmeleri yönetme politikası uygulamakla suçlanıyor. Bilhassa Beşar Esad yönetiminin düşmesinin ardından Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyda, mezhepçi akımların istismarına açık bir atmosfere sahip olup bugün Suriye'de giderek parçalanmaya gitmektedir.

Bu yazımı okurken daha Kürtlere ne hakkı verilsin, Kürtlerde bizim gibi yaşamıyorlar mı? gibi öfke ile akıllarına bu tür soru işaretleri gelecek olan arkadaşlara şunun cevabını vermek istiyorum. Sevgili arkadaşlar, bugün ülkede her seçim zamanı özellikle her siyasi mecrada, siyasi parti liderlerin özellikle Kürtlerin oylarını alabilmek için bas bas bağırarak "Kürt kardeşlerimiz" diye art arda sloganlar atarken, bu kardeşlik açılımı maalesef seçim uğruna siyasi bir malzemeden öteye gidemiyor. Siyasi arenada Kürt kardeşlerim, mecliste koltuk kazanılınca da Kürt kardeşlerin dili bilinmeyen bir dil olarak karşımıza çıkıyor. Ülkede Kürtlerin dili halen okullarda okutulmuyor, devlet dairelerinde Kürtler ana dilleri ile herhangi bir derdini anlatamıyor, hastanelerde halen türkçe bilmediği için rahatsızlığını kürtçe dile getiren yaşlı anneleri duyan doktorlar, yüzlerini buruşturuyor. 900 yıllık gerek dini gerek manevi ortak kader birliğimizin olmasına rağmen maalesef hâlen tarih ders kitaplarında Kürtlere dair yalnızca milletsel tanım olarak "İsyancı ve Terörist" kavramlardan öte bir tanımlama yok. Yine Metropol kentlerde özellikle o çok sevdiğiniz çalışma arkadaşlarınız, iş alanında ailesiyle telefonda kürtçe konuştuğunu duyduğunuzda yüzünü ekşiten sevgili arkadaşlar, yıllardır her ne kadar yok edilmeye çalışılsada, inkar ve imhalara maruz kalınsada şunu hiç bir zaman aklınızdan çıkarmayın, bu kadim topraklarda Kürtlerin de sizin gibi kendine ait dili, rengarenk bir kültürü, tarihi ve sanatı var. Şimdi soruyorum size bu milletin diline karşı bu öfkeniz, bu nefretiniz ve hazımsızlığınız neden?

Kürtler tarih itibariyle geçmişten bugüne kadar ana dillerini özgürce konuşmak istedikleri için birçok katliamlardan, zulümlerden ve işkencelerden geçti. Kürt kimliği nedeniyle zindanlarda binlerce ömürler çürüdü, sayısız faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Tüm bu acıları yaşatılmasına rağmen, bugün ülkede en çok barışı isteyenler yine Kürtler. Bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyada barış, birilerinin veya bir kesimin değil, herkesin ortak amacı olmalı!