Savunma Şampiyon Yapandır

Abone Ol

“Hücum maç kazandırır, savunma şampiyon yapar.” Bu söz Jürgen Klopp’a aittir ve futbolun en eski gerçeklerinden birini özetler. İyi savunma, takıma yalnızca temiz bir sayfa açmaz; oyuna direnç, karaktere direnç katar. “Pes etmeyin” dendiğinde ilk akla gelen savunmacılardır. İsyan bayrağını açanlar, rakibe boyun eğmeyeceğini haykıranlar yine onlardır. Maçın psikolojisini belirleyen ana dinamik, çoğu zaman o görünmez kalkandır.

İyi savunma boyun eğdirmez; aksine rakibi umutsuzluğa mahkûm eder. Kazanma ihtimalini zirveye taşır. Güçlü hücumların tek gerçek garantisi, arkasını kollayan güçlü bir savunmadır. O güveni cebine koyan hücum oyuncusu, hata yapmaktan korkmaz; çünkü biliyordur ki hatası bir yerde telafi edilecektir. Ve en önemlisi, ağır baskıların ilk paratoneri yine savunmadır; baskıyı emer, etkisiz kılar, oyunu ayakta tutar.

Peki Amedspor’un böyle bir savunması var mı? Maalesef hayır.

Güçlü savunma dediğimiz şey, öncelikle herkesin inandığı, keyif aldığı, her hafta biraz daha geliştirdiği bir oyun düzeninden doğar. Amedspor’da böyle ikna edici, süreklilik taşıyan bir oyun yok. Olmayan şeyin güçlü savunması da olmaz.

Neden bir oyunumuz yok?

Çünkü teknik direktörlerimiz liyakate göre değil, şunun bunun tavsiyesiyle seçilir. Kulüpte Amedspor’a özgü bir oyun hafızası olmadığı için, bu hafızadan beslenecek bir oyun aklı da yoktur. En pahalı ve en yakıcı sorumluluk, adeta bir askerlik şubesi mantığıyla birilerine teslim edilir.

Hayatında oyun kurgusu üretmemiş, futbol bilgisi vasat, menajer tavsiyelerinin ötesine geçememiş, özgün fikri olmayan kişiler yetki sahibi kılınır. “Parayla, transferle çözeriz” zihniyeti artık sert kayalara çarpmaktadır.

Bu yapı içinde teknik direktör ve ekibinden ne beklenebilir? Hiçbir şey.

Sonuç: Her şey değersizleşir, önemsizleşir.

Amedspor’un en pahalı ürünü oyundur. Bir oyun inşa etmek için milyonlar harcanır, transfer üstüne transfer yapılır; üstelik çoğu “iyi oyuncudur” gerekçesiyle, belirli bir oyun tarzına ya da ihtiyaca dayanmadan. Ardından bu oyuncuları lige hazırlamak için yine milyonlar dökülerek teknik heyet getirilir.

Gerisi yoktur. İş bunlara havale edilir ve biter.

Peki bu işin doğruluğunu kim denetler? Kimse.

Kurumda böyle bir pozisyon, böyle bir yetki yoktur. Bunca masraf, kıyamet kadar para havaya mı savruluyor? Evet, maalesef tam da öyle oluyor. Doğru kurumsallık ve denetim mekanizması olsa bunlar yaşanmaz.

Bolu maçını örnek verelim. Sinan Kaloğlu maçtan bir gün önce “Bu maçı şu taktikle, şu oyuncu grubuyla şöyle oynayacağım” dese, oyunun denetiminden sorumlu bir akıl devreye girer ve itirazlarını sıralardı:

Birinci itiraz; Murat sağ bekse orada oynamalı.

İkinci itiraz; Deplasmandayız, bir puan altın değerindedir; önde baskı yerine ikinci bölgede karşılayalım.

Üçüncü itiraz; Dia Saba, Traore, Sinan ve Diagne dörtlüsünün gerek hücumda gerek savunmada pozisyon ilişkileri ayrıntılı şekilde belirlenmeli.

Dördüncü itiraz; Boluspor geçiş oyunuyla gol arıyor; bu geçişleri daha oyuna dönüşmeden kesecek plan nedir?

Beşinci İtiraz; Aytaç Kara’nın son antrenman performans grafikleri nerede? Yetersiz görünen bir oyuncu neden ilk 11’de?

Kulüp kurumsallığı, aynı zamanda oyunun kurumsallığıdır. Bunlar yoksa geriye yalnızca harcama kalır; Hücum değil. Savunma şampiyon yapar. Ama onun için önce bir oyun, bir akıl, bir hafıza ve hesabı soracak bir kurumsal pozisyon lazım.