Serdar Bozkurt’un Kastamonu maçında şahit olduğum düşünsel gerilemesi, beni cidden korkutuyor. Onu tanıdığım ilk günden beri, oyun düşüncesi konusunda bu denli gerilediğine tanık olmamıştım. Her maçta fikir üstünlüğünü rakip teknik direktörlere kaptırmayan, oyuna ve maça doğru müdahalelerle nitelik kaybına uğrayan takımına yeni ve diri fikirler aşılayan bir teknik adam, bu kez kenarda adeta donmuş bir heykel gibi durdu; ne oyunun akışına ne de maçın gidişine en ufak bir müdahalede bulundu.
Geride ip gibi dizilen savunmanın oyundan tamamen kopuk bekçiliğine ses çıkarmadı; dahası 60. dakikadan sonra bu dörtlüye iki kişi daha ekleyerek altılı, gömülü bir savunma duvarı kurdu. Savunmanın geriye doğru derinliği bu kadar düz ve geniş vermesi, benim bu takımdan ilk kez gördüğüm bir manzaraydı.
Savunma ne kadar geri çekiliyorsa, Kastamonuspor o kadar geniş ve boş alan buldu. Batman Petrolspor, işte bu tuhaf oyun anlayışından dolayı doksan dakika boyunca ne oyunun inisiyatifini ele geçirebildi ne de alan hakimiyetini kurabildi.
Bahis skandalı sonrası kimyası bozulan takımın karakter değiştirmesi bana hiç gerçekçi gelmedi. Urfaspor maçında sergilenen özgüvensiz ve endişeli oyunu, bahis skandalının yarattığı travmayla bir nebze açıklamak mümkündü. Ama Kastamonuspor maçından böylesine statik, durağan ve otobüsü en geriye park eden bir anlayış çıkması kabul edilebilir gibi değil.
Evet, maç kazanıldı;
Ama gelecek kazanıldı mı?
Bu takım bir şampiyonun oyununu oynuyordu; gücü o cesur, dominant oyundan geliyordu. Kastamonu maçında “rakip arkaya kaçmasın” korkusuyla o kimlikten tamamen vazgeçildiğini görmek insanı dehşete düş… hayır, üzüntüye sürüklüyor.
Emir Alagöz yok, Kubilay Yavuz yok, Onur Eriş yok, Batuhan yok; bunlar gerçek ve bu eksikler oyunun gücünü elbette etkiler.
Ama bu etkiyi takımın oyun karakterini değiştirecek kadar büyütürseniz, sorunlar er ya da geç kapınızı çalar.
Sezonun ilk devresi daha bitmedi. Bildiğiniz oyundan vazgeçmeden bir-iki maç kaybetmeyi göze almak büyük bir maliyet değildir; çünkü o puanları telafi edecek bolca zaman ve fırsat vardır.
Bir yandan savunmayı oyuna hiç katmayan bir anlayış sergilenirken, öte yandan sol kanadı tamamen genç ve tecrübesiz oyunculara emanet etmek başka bir çelişkidir. Sol stoper Devran, sol bek Arda Gülmez ve sol hücum oyuncusu Furkan… Üç çaylağın dinamizmi fena değildi, ancak pozisyon hataları ve isabetsiz pas yüzünden sol koridor adeta delik deşik oldu.
Keşke gençlere gösterdiği cesareti, savunmayı ileri çıkararak da gösterebilseydi sevgili Bozkurt.
Savunmanın bu kadar geri kaçması, birinci bölge ile ikinci bölge, hatta ikinci bölge ile üçüncü bölge arasında uçak piste inecek büyüklükte boşluklar bıraktı.
Oysa aynı kadro biraz daha kompakt dursaydı, top rakipteyken herkes topun arkasına geçebilseydi, bu kadar alan terk edilmezdi.
Atılan goller de gösterdi ki Serdar Bozkurt bu maçı oynayarak değil, kaleci Yusuf’dan, Mert Örnek’e atılacak asistlerle kazanmayı düşünüp planlamış.
Bu düşünüş ve planlama Serdar Bozkurt’un futbol dehasına yakışmıyor.
Mert Örnek demişken… Bu oyuncuyu ayrıca kutlamak gerekiyor. “Beş kişilik oynadı” derler ya; Mert tam da o oyunculardan biri. Sert, agresif, mücadeleci ve asla pes etmeyen bir savaşçı. Bütün alkışlar, gerçekten bütün alkışlar Mert Örnek’e ait.