Sosyalizm bir iktidar olma sorunu değil toplumsal gelişme ve sosyalleşme sorunudur

Abone Ol

ÇKaybedilen değerler büyük olunca, değerleri aramanın ve bulmanın bedeli ve çabasıda büyük oluyor. Değer arayışçısı olmak büyük bir fedakârlık ve duyarlılık gerektiriyordu. Toplum içinde bir küçük kesim, hiç çekinmeden hayatlarını bunun için feda ediyorlardı. Bu çok önemli bir şey olmalıydı ki, İnsanlar, hayatlarını bunun uğruna feda edebiliyorlardı. Bu davanın insanlığın en büyük davası olduğunu biliyordum ve bende bu yolda yürümeye devam ediyordum. Daha çocukken kendi yaşadığım küçük ortam ve çevremde, bir haksızlığın ve adaletsizliğin olduğunu

anlamıştım. Bende bu adaletsizten payıma düşeni almıştım. Dava insanlık davasıydı. İnsanı yüceltme davasıydı ve hiç bir küçük hesap, beni bu davadan alıkoyamazdı. Ben, bu kutsal insanlık davası için, bu özgürlük yolunda yürümek için and içmiştim. Bu dava için, çok insan bedel veriyordu. Hatta bu uğurda canlarını feda edipte, borçlu olduğunu söyleyenler bile vardı. Davaya tam olarak bağlı olanlar, ancak böyle söylerlerdi. Bu yolda yürürken davaya inanmak çok önemliydi. Bu yol devrim yoluydu ve tehlikelerle doluydu, herkesin yürüyebileceği bir yol değildi. Güçlü olanlar ancak yürüyebilirlerdi ve bu yol insanları güçlendirirdi, yeni olan yaşama yaklaştırıyordu.

Devrim kendini yeniden keşfetmekti, bulmaktı, adam etmekti. Kaybedilen değerlere devrim yolunda yürüyerek ulaşacaktık. Aslında kaybedilen şeyleri kaybedilen yerde aramamız gerekiyordu. Çünkü kaybedilenler kaybedildiği yerde bulunurdu. Bu yol adam olma ve adaleti yaşanılır kılma yoluydu. Hayat adil olabilmekti, ekmeği paylaşabilmekti. Topluma bakıyordumda, kimsenin içecek su içme gibi bir sorunu yoktu ama yiyecek ekmek sorunları olanlar çoktu. İnsanlar, su bulmakta zorlanmıyorlardı ama ekmek bulmakta zorlanıyorlardı. Herkese yetecek kadar ekmek vardı vardı ama kimse ekmeği paylaşmak istemiyordu. Herkese, normal sade bir hayat yaşayabilecek kadar ekonomik imkan vardı ama insanlar, bundan çok daha fazlasını istiyorlardı. Yani ihtiyaç olmayan şeyleri istemek, insanları anlaşılmaz kılıyordu. Kibirli olmak, kendini üstün görmek, birileri üzerinde otorite kurmak insanların ihtiyaç duymadıkları şeylerdi. Yaşayabilmek için, ihtiyaçtan çok daha fazla paraya ve mülke sahip olmak gereksizdi. İşte devrim bunun için gerekliydi. İnsanın değişimiydi. Öze dönüşün başlamasıydı. Bu değişim, bir siyasi konu olmaktan ziyade, bir manevi insanlık sorunuydu ve siyaset sadece bunu gerçekleştirmek için bir araçtı. Devrimci siyasetin, burada oynayacacağı rol, bir iktidar olma değil toplumu değiştirme rolüydü.

Kapitalist çağda, sosyalist devrimlerin hepside devlet iktidarı olmaktan öteye gidememişti. Hiçbir sosyalist devrim, istenilen düzeyde bir toplumsal değişim gerçekleştirememiş, yeni insanı ve toplumu yaratamamışlardı.

Devrim sorununun bir kültür ve karakter sorunu olduğu idrak edilememişti. Devrimci güçlerin, devleti iktidarını ele geçirmekle devrimin olduğu ve böylece halkında yeni sistemle beraber değişeceği düşünülmüştü ama hiçte düşünüldüğü gibi bir gelişme olmadı. İktidarcı ve egemenlikçi zihniyetle toplumun ve insanın yenilenmediği görülmüştü. Bu konuda, en öğretici olanda Sovyet sosyalist pratiğiydi.

Sovyetlerde büyük bir devrim olmuştu yada öyle olduğu düşünülmüştü ama yetmiş yıl sonra, devrimin olmadığı, sadece sosyalistlerin devlet yönetimine geldikleri ama sosyalist bir ahlak temelinde toplumsal bir değişimin olmadığı ortaya çıkmıştı. Sovyetler'de sosyalist bir devlet ve rejim vardı ama sosyalist bir toplum ve sosyalist birey oluşmamıştı. Sadece sosyalist bir devletin ve rejimin sosyalizmin gelişmesi ve kalıcılaşması için yeterli olabileceği düşünülmüştü. Koskoca bir sosyalist devlet kendi zıttına dönüşmüştü. Sovyetlerin akıbeti, dünya solcuları içinde büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı ama bunun sosyalist ideolojiden kaynaklanmadığı, sosyalist yöneticilerin, sosyalizmi geliştirememelerinden ve uygulayabilecek ustalıktan yoksun olmalarında kaynaklı olduğu tespit edilmişti.

Sovyetler'de, geleneksel olarak her konuda bir gelişmişlik vardı ama sosyalizmin gelişimiyle ilgili olarak pek bir gelişim olmadı. Rusya'ya ve eski Sovyet cumhuriyetlerine baktığımızda, 1917 Ekim devriminin esamesi bile görünmüyordu. Sosyalist devrime ait bir değerler kırıntısı bile yoktu. Sanki bir devrim olmamıştı, bir iktidar değişimi olmuştu. Sovyet cumhuriyetlerinin hiçbirinde, kimsede sosyalist bilinç ve kültür yoktu. İnsanlar, adeta aç bırakılmış gibiydiler. Burada, kimsenin kötü niyetinde söz etmiyoruz. Ancak bazı büyük yanlışlıkların olduğu ortadaydı. Sovyet vatandaşları, Sovyetlerde sosyalizm vardı ama demokratik değildi ve bir süre sonra, ekonomik olarak yeterli bir üretim olmadı diyorlar. Oysaki 1950'lerde, komünizme ulaştık diyorlardı. 1980'lerin sonlarında, bunun bir bir hata ve yanılma olduğu ortaya çıkmıştı. Sosyalizm daha emekleme dönemini bile bitiremeden bitmişti. Geriye sadece görüntüden ibaret bir sosyalist devlet ve komünist parti-devlet vardı ama sosyalizm bir toplumsal sistem-düzen olarak yoktu. Sovyetler'deki bu çöküş, kapitalist ülkelerde sosyalist ideoloji, uygulanamaz bir sistem olarak yorumlandı. Tabiki bu, kapitlist ideologların bilinçli bir karalaması ve kara propagandasıydı. Sovyetler'de 1960'larda, devlet içinde ayrıcalıklı bir bürokratik sınıf oluşmuştu. Yüksek maaş alan, bazı ayrıcalıklara sahip olan bir devlet burjuva sınıfı oluşmaya başlamıştı. Bu devlet burjuva sınıfı, 1990'larda, ortaya çıkmaya başlayacak olan liberal ekonomiyle günümüzün seçkin burjuva sınıfının ilk temellerini oluşturmuştu.

Yani 1960'ların sonlarına doğru, devlet içinde zaten ayrıcalıklı bir bürokratik-asker sınıfı oluşmuştu. Sosyalizmle çelişkili olan bu durum, sonraları daha çok büyüyerek devam edecek ve 1990'larda büyük bir kriz olarak kendisini gösterecekti. Bütün bunlar, Sovyetler'de yeterli ve doğru bir sosyalizmin olmadığını gösteriyordu. Sosyalizmin ideolojisinde bir sorun yoktu ama sosyalizmi doğru kavramada ve doğru uygulamada bazı sorunların olduğu ortadaydı. Dünyanın açlıkla ve yoksullukla boğuşması, sosyalizmin ne denli bir gereklilik olduğu açıkça ortadadır. Sovyetlerin çözülüşü sosyalizmin çözülüşü değildir. Buna rağmen, Rusya'da, halkın büyük çoğunluğu, gün geçtikçe, Sovyet dönemine özlem duyuyorlar. Çünkü Sovyetler döneminde evet, bazı yanlışlıklar olmuştu ama en azında sınıflar yoktu ve birçok şey ücretsizdi ve herkes çalışıyordu. Sovyet devletinin halk üzerinde egemenlikçi bir anlayışla hareket etmesi, sosyalist kültüre ve ahlaka aykırıydı. Bir süre sonra, ekonomik üretimde düşüşün olması arz ve talebi karşılamadı ve toplumda huzursuzlk başladı ve bütün bunların sorumluluğu sosyalizme mal edildi ve hatta bazıları, bütün bu kötü gidişattan Lenin'i ve arkaşlarını sorumlu tutmuşlardı. Demokrasiye dönelim diye ve sorunları çözelim diyorlardı. Nasıl bir demokrasi istedikleri, günümüzde bile anlaşılmış değildi. Arzuladıkları sözde demokrasi gelmişti ama ve her taraf mafya-çete dolmuştu. her köşe başında hırsızlar türemişti. Kadınlar, parayla fuhuş yapmaya başlamışlardı. Rüşvet ve yolsuzlk bir kültür olmuştu. İşsizlikten ve yoksulluktan kaynaklı bir milyon insannın intihar ettiği resmi bilgiler arasındaydı.

1990'a kadar, dünyanın en güvenli ülkesi en güvensiz ülke olmuştu ve Sovyet halkı, adeta kriz yaşıyordu ve bu kriz, hayatın her yerine yansıyordu. Sanıyorum, özlemini duydıkları ve hayal ettikleri demokrasi yoktu ve hiçbir zaman olmayacaktı. Onların, demokrasi diye bildikleri ve duydukları şey, serbest piyasa ekonomisi ve özel olarak istediğin kadar mülk edinmeydi. Anlaşılan, Sovyet halkı, umdukları demokrasiyi bulamadıkları için, ikinci bir kriz yaşıyorlardı ve Sovyet dönemine özlem duyuyorladı ve demokrasi dedikleri şeyin aslında bir kandırmaca olduğunu görmüşlerdi. Kapitalizme geçmek demokrasi değildi. Sovyet halkı, kapitalizme, serbest piyasa ekonomisine geçmekle demokrasinin geleceğini ve sorunlara çözüm bulabileceklerini düşünmüşlerdi. Oysaki Sovyet halkının demokrasi diye özlemini duydukları şey bir avuç zenginin bütün ülke kaynaklarını kendi özel mülkleri haline getirmeleriydi. Sovyet ülkelerinde, küçük bir bürokrat çevrenin dışında, kimse bu gidişattan memnun değillerdi.

Yapılması gerekenler, serbest piyasa ekonomisine geçmek değil, üretime hız vermek ve ekonomik sorunları çözmekti. Sovyetlerin batıyla silahlanma ve uzay yarışına girmesi, devlet aygıtının çok güçlenmesi ve halkla ilgilenmemeleri, sosyalizmin gelişimine darbe vurdu. Komünist partiyle-devletla halk arasında büyük bir uçurum vardı. Oysa sosyalizmde devletle halk iç içe olur ve halkın yönetime katılmasına önem verilir ve halkın sosyalist eğitimine gereken önem verilir. Bunların Sovyetlerde olmaması, sosyalizmi geliştiremedi ve yıkılan aslında sosyalizm değildi, sosyalizm adına uygulanan devletin yanlış uygulamalarıydı. Bu bir deneyimdi ve bu deneyimde bazı derslerin çıkarılması gerekiyordu. Sosyalist-komünist parti ve hareketler, bu durumu çok tartışıyorlardı ve Rusya'da, devlet bile bu durumu tartışıyordu ve Sovyetler dönemindeki hataların bir özeleştirisi veriliyordu. Ben, Rusya'da Sovyetler dönemine dönülmek istendiğini seziyordum. Yani sosyalizmi daha bilinçi ve doğru bir şekilde kurmanın planlarının yapıldığını düşünüyordum. Kapitalizmin dünyayı kasıp kavurduğu bu kötü zamanda, sosyalizme kesinlikle ihtiyaç olduğu gün gibi ortadadır. İşte sosyalizm kaybolan değerleri tekrar bulmak ve yaşamak demekti. Her bireyin, kendi içindeki sosyal cevheri ve devrim ışığını keşfetmesi sosyalizmin kurulması için, hayati önemdeydi.