Gazete Emek- Kadınlar arasında günlerdir süren bir tartışma var, Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan, şehir, sınır, bölge tanımayan bir tartışma: Dilan Karaman’ın şüpheli ölümü. Sosyal medyada ve kadın örgütlerinde olayın karanlıkta kalan yönleri tartışılırken, erkek egemen zihniyetin politik çevrelerde nasıl yeniden görünür hâle geldiği sorusu da bir kez daha gündeme taşındı.
Kürt kadın mücadelesinde uzun yıllardır aktif rol üstlenen Dilan’ın ölümü, ardında çok katmanlı sorular bıraktı. Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin yaptığı açıklama ise tartışmanın seyrini belirgin biçimde değiştirdi.
Bu çerçevede Eren Keskin ile, Dilan’ı umutsuzluğa sürüklediği iddia edilen süreçleri, “intihara sürüklenme” kavramının hukuki ve politik boyutlarını, politik çevrelerde benzer vakaların ele alınışına dair yapısal sorunları ve Dilan’ın ölümü üzerine soru sormanın Kürt kadın hareketi ile feministler açısından neden hayati önem taşıdığını konuştuk.
‘Bu tartışma devam edecek ve başka kadınların hayatını kurtarabilir’
Dilan’ın kaybının kendisinde uyandırdığı üzüntüyü anlatan Eren Keskin, Dilan’ı mücadele alanlarından da tanıyormuş:
“Bir kere çok büyük bir hüzün hissettim. Çok yakından değil, ama gazeteci olarak tanıdığım bir insan. Ayrıca ailesinden birinin de avukatlığını yapmıştım bir zamanlar. Yani ağır bir hüzün hissettim. Kadınların, Dilan gibi güçlü bir kadının bile bu kadar güvende hissetmediği bir yerde yaşıyor olmaktan bir kez daha üzüldüm.”
Bireysel hüznünün yanında bir de gözlemi ve beklentisi var:
“Bu tür olaylar genel olarak, özellikle politik çevrelerde tartışılmıyor, üstü kapatılıyor. Ama Kürt kadın hareketinin bu konuyu tartışmaya açması ve ‘peşindeyiz’ demesi benim için bir kere güven verici.”
Kadınların kendi örgütlenmelerinde bile erkek egemenlikten tam anlamıyla kurtulamadıklarını vurgulayan Eren Keskin bunu şöyle açıklıyor:
“Biz kendi kurduğumuz örgütlerle de maalesef egemenimize benziyoruz. O nedenle bu tartışmaları çok rahat yapamıyoruz, yapmak istesek de engellenebiliyor. Ama Kürt kadın hareketinin bir gücü var. Dilan’ın kişiliği ve siyasetteki yeri nedeniyle bu tartışmanın yapılabiliyor olması bile önemli. Bu tartışma devam edecek ve başka kadınların da hayatını kurtarabilir.”
‘Belli ki yaşama dair umudunu elinden alan olaylar olmuş’
Kadın cinayetleri ve kadınlara yönelik suçlarla ilgili sayısız davada çalışan Eren Keskin, “intihara sürüklenme” kavramının hukuki karşılığını “Türk Ceza Kanunu’nda gerçekten de böyle bir madde var, ‘intihara sürüklenme’ diye. İntihara sürüklemek suçunun intihara azmettirmek, intiharı kolaylaştırmak gibi koşulları var” diyerek açıklıyor.
Dilan’ın yaşama dair umudunu elinden alan olaylara dikkat çeken Eren Keskin, şöyle devam ediyor:
“İntihar çok tartışmalı bir konu, bir taraftan gerçekten bir hayattan vazgeçiş ve arkasında çok sağlam bir kararlılık gerektiriyor. Bir insanın verebileceği, bir anlamda, en cesur karar; bir insanın kendi hayatını sonlandırması… Dilan için belli ki yaşama dair umudunu elinden alan olaylar olmuş. Bu onu gösteriyor. Bu kararı Dilan vermiş ama onu umutsuzluğa götüren olaylar olmuş, bu olaylarda kimlerin sorumluluğu varsa bu önemli. Bunun tartışılması gerekiyor.”
Olayların farklı toplumsal sorunlarla ilişkilendirilebileceğini anlatan Eren Keskin’e göre aydınlatılması gereken asıl nokta Dilan’ın intiharının arkasındaki olası nedenler:
“Bu bir kadına yönelik şiddet olabilir, bir mobbing olabilir, aile içi bir çatışma olabilir, emek sömürüsü olabilir, her şey olabilir. Yani bunun arkasındaki nedeni tartışmak gerekiyor, özellikle geldiğimiz bu noktada… O kadar büyük savaş acıları yaşandı ki herkesin hayatı çok travmatik. Onun dışında ekonomik olarak herkesin durumu çok kötü.”
Dilan’ın yaşadığı umutsuzluğun tüm kadınlar açısından anlaşılabildiğine dikkat çeken Eren Keskin “Yani hepimizi umutsuzluğa sürükleyecek o kadar çok şey var ki bir an gelir insanın nasıl kalbi yoruluyorsa, romatizma oluyorsa, boğazı ağrıyorsa duyguları da hastalanabiliyor; doğru kararlar veremiyorsunuz, olabilir” diyor ve ekliyor:
“Ama Dilan güçlü bir kadın, Dilan’ı kimse sürükleyemez; sadece Dilan’ın bu noktaya gelmesine neden olan kişi ve olaylar sorunlu olabilir.”
‘Aile onuru değil, insanlık onuru, kadın onuru…’
Dilan Karaman, ‘hak odaklı habercilik’ ve ‘kadın gazeteciliği’nin önemini bir kez de hatırlattı. Biz kadın gazeteciler, ne yazık ki meslektaşımızın şüpheli ölümü konusunda bilgi kirliliğini aydınlatma ve kamuoyunu sağlıklı bilgilendirme konusunda refleks olarak geride kaldık. Standartları yıllara dayanan bir hafıza ve kadın mücadelesiyle oluşmuş kadın haberciliği, kadına yönelik her türlü şiddet olayında, her kadın cinayetinde veya şüpheli ölümünde, o olayın özgünlüğüne bağlı olarak kendi dilini de yeniden tartışan, değiştiren, geliştiren bir olgu elbette. Her kadının farklı bir hikayesi, onun da farklı travmatik ve etik boyutları var. Ama Dilan Karaman’ın şüpheli ölümünde hafızamızın hakkını veremedik.
Sosyal medyada ve kadın gazeteciler arasında zaman zaman, “Bu tartışmalar aileye zarar verir mi?” kaygısı öne çıktı.
Bu bağlamda, Keskin’e aile hassasiyetlerinin kadın haberciliği üzerindeki etkilerini sorduğumda şu yanıtı verdi:
“Bizim coğrafyamızda son derece erkek egemen, feodal ve militer bir anlayış hüküm sürüyor. Kadına yönelik şiddet konusunda da tartışmamızı esas başlatacağımız nokta, en küçük nüve ailedir. Aslında kadınlar en çok kendi ailelerinden zarar görüyorlar. Eşlerinden, babalarından, oğullarından, ailelerindeki erkekler tarafından şiddete maruz kalıyorlar.”
“Onursa aile onuru değil, insanlık onuru, kadınların onuru ve hakları esas alınmalı” diyerek net bir tutum sergileyen Keskin, bu konuda Türkiye’nin tek gecede imzasını çektiği ve kadınların mücadelesinde çok merkezi bir yere oturan İstanbul Sözleşmesi’ne de dikkat çekiyor:
“Mesela İstanbul Sözleşmesi’nin önemi buydu. İstanbul Sözleşmesi şunu söylüyordu: hiçbir örf, hiçbir adet, hiçbir ahlak anlayışı kadına yönelik şiddetin gerekçesi yapılamaz ya da şiddetin üstü örtülemez. Bir ailenin onuru korunacak diye gerçekler tartışılmıyorsa eğer, bu erkek egemen sistemin devamına hizmet eder ancak.”
‘Yakın hissettiğimiz siyasetler de erkek egemenlikten arınmış değil’
‘Gündüz kuşağı’ kadın programlarından, dizilere ve futbola kadar toplumsal yaşamın her alanında erkek egemenliğin yeniden üretildiğine dikkat çeken Eren Keskin’e göre “Bugün coğrafyamızda, yaşamın her alanında ailenin ve erkek egemenlik kutsanırken erkek egemen, militer ve feodal anlayış ailede örgütleniyor. Bu yılı aile yılı ilan etmelerinin nedeni de bu. Bizim esas aşmak istediğimiz konu da bu. Bu bizim kendimizi çok yakın hissettiğimiz siyasetler için de geçerli bir şey; bu anlayıştan kimse vareste değil. O nedenle bu anlayışın esas olarak tartışılması gerekiyor.”
Böylesi bir ortamda sosyal medyada ve bazı çevrelerde, Dilan Karaman’ın ölümü üzerinden “kan davası” gibi bölgesel hassasiyetler de öne sürüldü. Bazı iddialarda şiddet faili erkek Mazlum Toprak’ın adının açıklanmasının aile üyeleri arasında yeni şiddet olaylarına yol açabileceği ve başka canların tehlikeye girebileceği gibi hususlar dile getirildi. Bu bağlamda Eren Keskin’e ‘bölge gerçekliğine’ dair gözlemlerini sorduğumda bu tür bir algıyı kesin bir dille reddetti:
“Böyle bir bölge gerçekliği yok. Bu coğrafyanın her tarafında, doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde, bütün kadınlar maalesef ki namus gerekçesiyle katlediliyorlar. Ama sanki bu sadece Kürtlere özgüymüş gibi tartışılıyor, ama bu böyle değil. Kürtler maalesef ki böyle bir anlayışın içine hapsedilmek isteniyor.”
Bu bağlamda Keskin, Dilan Karaman’ın ölümünün arkasındaki nedenlerin ortaya çıkarılmasında en doğru ve kararlı adımı atacak olanın Kürt kadın hareketi olduğunu vurguluyor:
“Bence kadına yönelik şiddeti en çok Kürt kadın hareketi ve feministler tartışıyor. Dilan’ın ölümüne neden olan durumu en gerçekçi biçimde araştıracak olan da yine Kürt kadın hareketi olacaktır. Böyle düşünüyorum. Güveniyorum ben Kürt kadın hareketine.”
Kaynak: İlke Tv