Gazete Emek- Bugüne kadar hep IŞİD’li erkekler konuştu ya da konuşturuldu, ulusal ve uluslararası basında onlarla yapılan kimi mülakatlara denk gelmişsinizdir. Peki ya bu örgütü destekleyen ve onun için savaşan kadınlar? Gazeteci Fatma Koçak bu kadınlarla Kuzey ve Doğu Suriye’deki kamplarda ve cezaevlerinde görüştü. Gazeteci Koçak, Kadınların tam bir “erkek” örgütü olan IŞİD’in sistemini niçin benimsediğini merceğe aldı.

 Gazeteci Fatma Koçak’ın 7 dizilik haber dosyasını sizler için toparladık.

20’nci yüzyılın en büyük filozoflarından Hannah Arendt “Totaliterizmin Kaynakları” adlı kitabında, 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda egemen olan siyasi ideolojilerin, insanı, istenilen şeklin verilebileceği işlenmeye müsait bir madde gibi gördüklerini ve insanların bu ideolojilerin istediği yönde eylemlerde bulunmasının ne denli olumsuzluklara ve kötülüklere sebebiyet verdiğini anlatır. Günümüzün en kanlı terör örgütü IŞİD, bu tespitin doğruluğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Bugüne kadar hep IŞİD’li erkekler konuştu/konuşturuldu. Onların uluslararası bağlantılarını, işledikleri ağır insanlık suçlarını ve itiraflarını okuduk. Okuduklarımızın hepsi gerçekti ama bu IŞİD’in öne çıkan yüzüydü. Peki, bu örgütü destekleyen ve onun için savaşan kadınlar? En son Bağuz’dan kafileler halinde çıkan siyah çarşaflı kadınlar ve işaret parmakları havada poz veren çocuklar bize neyi anlatıyor?

Özerk Yönetim’in verilerine göre Kuzey ve Doğu Suriye’deki kamplarda, IŞİD’in denetimindeki alanlardan çıkan ya da önceden kaçan 70 bine yakın insan var. Bunların 20 bine yakını kadın. Cezaevlerinde ise 4 binden fazla erkek ve 200 civarında kadın bulunuyor. Dünyanın 27 ülkesinden “cihat” için gelen bu insanların ne olacağı, nasıl yargılanacağı ayrı bir tartışma ve çözüm konusu.

Lakin kadınların tam bir “erkek” örgütü olan IŞİD’in sistemini niçin benimsediği ise daha detaylı bir bakışı gerektiriyor. Bu amaçla cezaevlerindeki ve kamplardaki kadınlarla yaptığımız görüşmeler, “kötülüğün sıradanlığının” nasıl insan hayatını esir alabildiğini gözler önüne seriyor.

Film değil gerçekti!

Ortadoğu’daki kaosun ortasında, coğrafyayı korku ile esir almaya çalışan bir güç sahneye çıktı.

Turuncu kıyafetler içindeki insanların kameralar karşısında başlarının kesilmesi, bir kafeste ilahiler eşliğinde yakılan insanlar, recm edilen kadınlar, kurulan köle pazarlarında elleri zincirlenip siyahlar giydirilerek satılan kadınlar…

Bunlar tarihten uyarlama bir film sahnesi değildi, içinde bulunduğumuz çağda yaşadığımız bir hakikatti. Dünya karanlığın adım adım gelişini sessizce izledi.

Musul’un ele geçirilmesi ve ardından Şengal’e yönelik soykırım saldırıları sonrasında kurak çöllerde yola düşen kadınlar ve çocuklar… Onların aç ve susuz öldüğü görüntüler neredeyse naklen yayınlandı. Tüm yazılı-yazısız kurallara göre bir insanlık suçu işlendi.

Egemen güçler bağırlarında yetiştirdikleri bu canavarın ne kadar ilerleyeceğini görmek için bir adım geride durup, soykırımı resmen izledi.

Öte yandan IŞİD’e katılan insanlar, petrol ve ganimet ile illegal ticaret yapıp, bu ticaretten “cihatçı” devşiren ve insanları katı totaliter bir sistem altında yaşamaya mahkûm kılan bu harekete “dinlerini yaşamak için” katıldıklarını söylüyorlar. Bu katılımlar bu kadar masum muydu?

İngiliz rapçiden, Fransız propagandacıya dünyanın her yerinden Irak ve Suriye’ye gelenler, yerli halkları soykırımdan geçirdiler. Bin yıldır bu topraklarda insan öldürmenin en sağlam gerekçesi olarak din adına soykırım yapan bu insanlar kimdi? Sistemlerini hangi ayaklar üzerinden kurumsallaştırdılar?

Ve asıl soru; bu sisteme alabildiğine sıradan hayatlarıyla katılan, IŞİD sistemine çocuk yetiştirmekle görevli, IŞİD’in aile ve hukuk düzenine tabi olan kadınlar kimdi? Nereden geldiler, nasıl geldiler, neler yaşadılar ve kötülüğün bir parçası olduklarının ne kadar farkındalar?

“Kadın Adem’den, Adem için yapılmıştır”

IŞİD sistemi “cihat” adı altında işgal ve biat üzerine kuruludur. İşgal sadece toprağın değil, “cariyelik” adı altında köle pazarlarında kadınların da “işgal” edildiği bir sistemdir.

Bilindiği kadarıyla IŞİD’in kadınlara yönelik ilk fetvaları Haziran 2014 yılına denk gelir. Musul’un işgal edildiği günlerde, örgütün yayın organı olan Takva’da 2 ayrı fetva yayınlandı.

Birincisi, “Dünyanın her yerindeki Müslüman kadınlar, cihat için gelin” çağrısıdır. Bu çağrının devamında şok edici şu cümleler dikkat çeker: “Cihat eden mücahitlere hizmet etmek Allah katında makbuldür ve bu kadınlar cennetin kapısından içeri girmiş sayılırlar…”

İkinci fetva ise savaşta esir alınan kadınlara yönelik olarak yayınlandı. Örgütün şer’i kadısı olarak bilinen Ebu Hemmam tarafından yayınlanan fetvada, cihat savaşlarında “ganimet” olarak görülen kadının hadislere dayanılarak “cariye” olarak alınabileceği, kafir kadınların “helal” görülmesi için cihada gönül verenlerin çok sebebi olduğu savunuldu.

Akabinde dünyanın birçok yerinden IŞİD’e katılanların haberleri gazete sütunlarında yer almaya başladı.

İşte kadınların katıldığı IŞİD sistemi…

Modern köle pazarları: Maddafeler

Suriye’de örgütün hakim olduğu yerlerde kadınlar için makaralar yani diğer adıyla maddafeler (kadın misafirhaneleri) kuruldu.

Hemen hemen her toplulukta (ketibe) en az bir maddafe bulunuyordu. Ve bu yerlerde en az 50 en fazla 100 kadın kalıyordu. Sayı 100’ü geçtiğinde ketibenin kendine yeni bir maddafe açma yetkisi vardı.

Bu yerlerin işleyişi ise modern köle pazarlarını andırır. Eş, baba, kardeş yani herhangi bir erkeğin himayesinde olmayan kadının evde kalma şansı yoktur ve bu kadınlar maddafelerde kalmak zorundadır.

Kadınlar sadece evlendiklerinde bu misafirhanelerden çıkabilirler. Kadının evlendiği kişi izin verirse hemşirelik, çevirmenlik ya da kız çocuklar için öğretmenlik yapabilir.

Kadına biçilen temel roller El Xansa Tugayı’nın manifestosunda şu şekilde tarif edilir: “Kadın Adem’den, Adem için yapılmıştır. Bunun ötesinde yaratıcısı, kocası için eş olmaktan daha büyük bir sorumluluğu olmadığını hükmetmiştir.”

Yani kadının temel görevi erkeğe hizmet ve soyun sürdürülmesi üzerine kuruludur. Bunun dışındaki her türlü davranış, karşı çıkış ve istek “Şeytana hizmet, iffetsizlik” olarak görülür.

Evlilik ve aile hayatının şekillenmesi

Görüştüğümüz kadınların verdiği bilgiler, IŞİD hakkında çıkan yazılı kurallar, fetvalar ve ilgili referanslara baktığımızda evlilik işlerine şer’i kadı denilen bir tür mahkemenin baktığını görüyoruz.

Maddafede kalan ve hiçbir erkeğin himayesi altında olmayan kadınlar ile savaşmak için gelen erkekler ya da ikinci-üçüncü eş almak isteyen erkekler, bu misafirhanelerin sorumlusu olan kadınlar aracılığı ile evlendirilir.

Görüştüğümüz kadınların birçoğuna göre, “Çok sıkıntılıydı, koşulları zordu” dedikleri maddafelerden kurtulmak için evlilik zorunlu bir tercih.

Eşleri savaşta ölen kadınlar ise, babası ve kardeşi yanında değilse maddafeye geri dönerek tekrar evlendirilmeyi bekler.

Boşanmak erkeğin hakkı

Boşanma da şer’i kadının denetimindedir. Bir erkek boşanmak istediğinde mahkemeye başvurup, “Çocuğu olmuyor, iffetsiz, bana itaat etmiyor” gibi nedenlerle kadını rahatlıkla boşayabilir.

Görüştüğümüz IŞİD’li kadınlar, kadına da boşanma “hakkının” verildiğini ancak erkeğin tersine kadında ağır ve zorlu şartlar arandığını, hatta boşanmanın çoğu zaman kadınların aleyhine döndüğünü söylüyor: “İffetsizlikle suçladıklarında ve buna şahit bulduklarında boşanmak bir yana cezalandırılıyorduk, o yüzden çok mecbur kalmadıkça mahkemeye gitmiyorduk.”

IŞİD’in evlilik ve boşanmayla ilgili metinlerinde “Bir kızın dokuz yaşında evlenmesi meşru görülür” ibaresi yer alır ve devamında erkekler için bu yaş 20 olarak belirlenir. Kadın için boşanma şartları zorlaştırılır ve “Erkek erkekliğini yapmıyorsa, kadının rızkını vermiyorsa” gibi muğlak cümlelerle geçiştirilir.

Kadınların çalışması yasak

IŞİD’in yazılı metinlerine göre kadının çalışması yasaktır (istisnai durumlar hariç). Yaptığımız görüşmelerden ve örgütün belgelerinden, kadının ancak “sahibi” olan erkeğin izni ile sınırlı işlerde çalışabildiğini öğreniyoruz.

Örneğin IŞİD’in yayın organlarında, “Bir iş sahibi olmak yalnızca erkeğe ayrılan bir görevdir, kendisine vücut ve beyin verildi ki şartlarına göre kadınlarına, karılarına, kızlarına ve kız kardeşlerine bakmaya meyletsin” ifadesinin sıklıkla vurgulandığını görüyoruz.

Eğitim

Görüştüğümüz kadınların hemen hemen hepsi çalışmayıp evde çocuk baktıklarını söylerken, bir kısmı da “Kuran eğitimi gördük” diyor. Bazı kadınlar ise dikiş-nakış, çeviri ve ebelik konularında kurs gördüklerini ve kısmi olarak evde ya da sadece kadınların olduğu yerlerde (doğum, hasta bakımı ve Kuran eğitimi) çalıştıklarını söylüyorlar.

Örgütün yayın organlarındaki “Kadın eğitimi”’ konulu başlıklarda, kadınların beşeri bilimlere yönelmesine “gerek olmadığını” ve hoş karşılanmadığını okuyoruz.

Kız çocukları için eğitim müfredatı da şöyle anlatılıyor: “Yedi yaşından dokuz yaşına kadar fıkıh ve din, Kuran Arapçası öğrenilecek. On yaşından on iki yaşına kadar daha fazla din çalışması, özellikle fıkıh, kadınlar, evlilik ve boşanmaya ilişkin fıkıha odaklanma olacak. Bu iki konuya ek olarak dikiş-nakış, yemek pişirmenin temelleri de öğretilecek. On üç yaşından on beş yaşına kadar daha fazla şeriata odaklanılacak.”

Seyahat ve iletişim

Kadının her alanda erkeğin hizmetine ve denetimine tabi olduğu IŞİD’de, seyahat edebilmek için de erkeğin izni gerekiyor.

Dünyanın birçok yerinden gelen kadınların pasaportları elinden alınmış ve maddafe sorumlularına teslim edilmiş. Kadınlar ancak yanında bir erkek olduğu zaman şehir değiştirebiliyor.

Alışveriş için sokağa çıkmaları ise uygun görülmüyor. Sadece “eşleri savaşta uzun süre kaldığında” alışveriş yapmaları mümkün olmuş.

Kadınların televizyon izlemesi, telefon ve internet kullanması da yasaklanmış. Sadece propaganda işini yapan ve sistemin yürütücüsü olan kadınların internet ve telefon kullanma hakkına sahip olduğunu söyleyen kadınlar, 2014-2015 yıllarında televizyon izleyebildiklerini daha sonra televizyonun kadınlar için yasaklandığını anlatıyor.

Çoğunun dünyadaki gelişmelerden habersiz oluşu bu anlatılanları doğruluyor.

Sağlık

Görüştüğümüz kadınların çoğu çocuk sahibi olduğunu ve evde doğum yaptığını söylüyor. Çünkü kadınların hastaneye gitmesi yasak. Erkekler hastaneye başvuru yapıp sıra alıyor, daha sonra sağlıkçı kadınlar eve gelerek kadınları muayene ediyor.

“Acil durumlarda ne yapıyordunuz?” diye sorduğumuzda ise, “Sırayı beklemek zorundaydık, çünkü hastaneye gitmemiz yasaktı” yanıtını alıyoruz.

Suç ve ceza

IŞİD’te kadınlar için neyin suç olduğu ve neyin ceza gerektirdiği konusunda yazılı metinlerden bir sonuca varmak neredeyse imkansız. Ancak görüştüğümüz kadınların anlatımları tabloyu yeterince özetliyor.

Örneğin hicaba uygun giyinmeyip “suç işlediği” için sokakta zabitler tarafından gözaltına alınan bir kadının cezası 10 ile 100 kırbaç arasında değişiyor.

Maddafenin sorumlusu “mama”dan (çoğunlukla yaşlı kadınlar mama olabiliyor) izinsiz sokağa çıkan ya da maddafenin kurallarını yerine getirmeyen bir kadın için 10’dan az olmamak şartıyla falaka cezası veriliyor.

Evli olan bir kadının eşinin ihtiyaçlarını karşılamaması (tecavüze direnmesi) ise boşanma ve 6 aydan az olmamak üzere hapis cezası anlamına geliyor.

Erkekten izinsiz çalışan kadın için bir yıldan az olmamak kaydıyla hapis cezası ve şer’i kadının takdir ettiği oranda kırbaç cezası uygulanıyor.

Evlenmek istemeyen, maddafede kaldığı süre içinde 5 kişinin evlenme isteğini reddeden bir kadına kafir gözüyle bakılıyor ve cezası savaşta herhangi bir uzvunu kaybetmiş erkekle evliliği kabul edene kadar hapsedilmek olabiliyor.

Boşanan bir kadın “iffetsizlik” suçlamasıyla karşı karşıya kalmışsa çocuğu elinden alınıyor ve ömür boyu çocuğunu görmeme cezası veriliyor.

Bir erkeğin himayesi olmadan tek başına ya da çocuklarıyla bir evde kalan kadın tespit edildiğinde, çocuklar kadından alınıyor ve başka bir aileye veriliyor. Kadın da şer’i kadının verdiği kırbaç cezası ve hapis cezasına çarptırılıyor.

Evli ya da evli olmayan bir kadın bir erkekle yan yana görüldüğünde ve buna 3 erkek şahitlik yaptığında “zina” sayılıyor ve cezası recm edilerek öldürülmek oluyor.

Eşinin olmadığı zamanlarda makyaj yaptığı tespit edilen ve buna ilişkin aleyhine şahitlik yapılan kadına yine şer’i kadının uygun gördüğü sayıda kırbaç cezası veriliyor.

Neden karanlığı seçtiler?


Peki, yaşamın temel ihtiyaçlarının bile “sahiplik’”eden bir erkek olmadan karşılanamadığı bu sistemi, bu kadınlar neden tercih etti? Bunu, bu “karanlığı seçen” kadınlara sorduk.

Hayatları ve IŞİD’deki deneyimleri benzerlik taşıyan bu kadınları dinlerken, yanıtın çok yalın olmadığını görüyoruz. Farklı serüvenlerden yola çıkan insanların, buluştukları bu karanlığa alıştıklarını ve tek gayelerinin hayatta kalmak olduğunu görünce de şaşırıyoruz.

Bazıları “Dinimi yaşamaya geldim, hicabımı rahat giymek için geldim” şeklinde “masumlaştıran” yanıtlar verirken, bazıları da sorumuzu çocukluk travmalarıyla açıklamaya çalıştı. Bazıları ise yoksulluk, parçalanmış toplumsallığın yarattığı manevi boşluk, sürüklenme ve gelenekler nedeniyle evlendiği erkeğin gittiği yoldan gitme gibi gerekçeleri sıraladı.

Ancak birçoğunun ortaklaştığı tek şey vardı; “sahiplerinin” kölesi olarak hizmet ettikleri IŞİD sisteminin insanlık suçlarını suç olarak görmüyorlardı.


Haziran 2014’te Musul’u işgal ederek sahneye çıkan terör örgütü IŞİD, Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) yürüttüğü 6 yıllık bir mücadelenin sonunda, 21 Mart 2019’da Derazor’un Bağuz kasabasında son nefesini verdi. Ancak ardında, bu topraklardan silinmesi bir hayli zaman alacak bir enkaz ve zihniyet bıraktı. Bir de IŞİD’li binlerce kadın ve çocuk…

Birçok prestijli haber ajansı IŞİD’e katılan bu kadınlarla röportajlar yaptı. Söz konusu röportajlar örgütün içindeki batılı kadınları tekil insan hikayeleri üzerinden “IŞİD’in gelinleri” şeklinde fantastik oryantalist zihniyetle kurgulayarak öne çıkarırken, IŞİD’in sistemi yeterince sorgulanmadı.

Dünyanın her yerinden geldiler

Kadınları IŞİD’e çeken sistem nasıl bir sistemdi? Sözde halifelikten kaçan ya da onun için son ana kadar savaşan IŞİD’li kadınlarla Kuzey ve Doğu Suriye’deki kamplarda ve cezaevlerinde görüştüm. Onlar Amerikalı, Faslı, Türkiyeli, Çeçenistanlı, Fransalı, Norveçli, Kosovalı… Liste uzadıkça uzuyor, söyledikleri ise durup bir kez daha düşünmemizi gerektiriyor.

Yaşları 60 ile 20 arasında değişiyor. Aralarında maddafe yöneticiliği yapanlar, iç güvenlik sorumluluğu ve propaganda gibi işlerde çalışanlar var. Ama çoğunluğu “asıl görevimiz evlenmek ve çocuk doğurmaktı” diyor ve bu neden dışında Suriye’ye niye geldiğini bilmediğini söylüyor.

Sorbonne hukuktan Rakka bekçiliğine: Fatiha

Görüştüğüm ilk kadın Fatiha Mihemmed Tahir El Heseni (60). Örgüt içindeki adıyla Um Adem. Um Arapça “Anne” demek ve Ortadoğu’da anne ve babalar çocukları olduktan sonra ilk erkek çocuğunun ismiyle anılırlar. Fatiha’nın ilk çocuğunun ismi Adem, bu nedenle adı Um Adem.

Konuşmaya Fatiha ile başlıyorum. Çünkü Fatiha 1990’dan sonra “cihatçı” radikal örgütlerin içinde yer almış. Bir de görüştüğüm tüm kadınlar, “O hepimizden çok şey bilir. Sistemi yürüten oydu, bize işkence yapan oydu” diye onu işaret ettiği için.

Fatiha, Fas’ın Dar-ül Beyda (Kazablanka) kentinde dünyaya gelmiş. Fas’ta ve Fransa’nın saygın üniversitelerinden Sorbonne’de hukuk eğitimi almış. Dar-ül Beyda Üniversitesi’nde bir süre iş hukuku dersleri vermiş.

Orta halli, ticaretle uğraşan bir aileden geldiğini ve okulda çok başarılı bir öğrenci olduğunu söylüyor.

“Aile yapın nasıldı?” diye soruyorum. Babasının çok eşli olduğunu ve annesinin bunu kabul edemediğini ama boyun eğdiğini anlatıyor.

Babasına o zamanlar çok öfkelendiğini, bu nedenle 1985 yılında “Çok eşliliğin önlenmesi” üzerine hukuki yaptırımları içeren bir kitap yazdığını söylüyor.

Fatiha’ya, “Ama çok eşliliği savunan bir örgüte katıldın ve üstelik maddafelerde kadınların bir erkeğin ikinci, üçüncü hatta dördüncü eşi olmasını ayarladın. Bu bir çelişki değil mi?” diye soruyorum. Gayet emin bir tavırla, “O zaman anneme hak veriyordum, şimdi babama hak veriyorum” diyor.

El Kaide’nin Fas’taki ilk örgütleyicisi

1991’de Fransa vatandaşı Kerim Nihadi En Necati ile evlenen Fatiha, eşinin laik ve batılı düşüncede biri olduğunu, evlendikten sonra onu Müslüman gibi yaşamaya ikna ettiğini anlatıyor.

Fatiha eşiyle birlikte El Kaide’nin Fas’taki ilk örgütleyicilerinden. 1993’den sonra üniversitede ders vermeyi bırakıp, iki oğlunu büyütmeye karar veriyor. Eşi ise 1994’te Bosna’da savaşıyor ve bir süre Hırvatistan’da cezaevinde kalıyor.

Afganistan’a “hicret”

2001’de eşi ile birlikte kendi deyimiyle “Afganistan’a hicret” eden Fatiha, “Bizim beynimizi batılı düşünceler yıkamıştı. Onlardan arınıp, İslam yoluna adanmamız için biraz zaman gerekiyordu. Çocuklarım da büyüyünce yola çıktık” diyor.

Fatiha Afganistan’a gidiş yolunu şöyle anlatıyor: “Eşim 2000’in başında Afganistan’a gitti ve orada 8 ay askeri eğitim aldıktan sonra geri döndü. Ben 11 yıl Fas’tan hiç çıkmadım. El Kaide ile bağlantımız hep vardı. Eşim Fas’tan Afganistan’a direkt gitmiyordu. İllegal yolları vardı. Amerika, İngiltere ve Pakistan üzerinden gidiyordu. Böylece istihbaratların denetimine girmeden rahat hareket edebiliyordu. Ben de İspanya-Almanya-İran üzerinden Afganistan’a gittim.”

Cevapsız sorular: Amerika Fatiha’yı neden bıraktı?

2003’de Afganistan’dan ayrıldıklarını söyleyen Fatiha, “Neden ayrıldınız, orada savaş devam ediyordu?” şeklindeki sorumuzu yanıtsız bırakıyor.

Bangladeş üzerinden Suudi Arabistan’a geçen Fatiha’nın eşi ve küçük oğlu burada “hücre evi baskınında” öldürülüyor, kendisi ve büyük oğlu Adem ise tutuklanıyor.

2004’te Suudilerin kendisini Fas’a teslim ettiğini ancak Fas’tan Amerikalılar tarafından Atlantik’te bir cezaevine götürüldüğünü anlatan Fatiha, burada 9 ay sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığını söylüyor.

“Neden serbest kaldığı ve nasıl aklandığı?”şeklindeki sorularımıza ise cevap vermiyor. 10 yıl Fas’ta yine El Kaide adına faaliyet yürüttüğünü ve Afganistan’a cihatçı gönderdiğini anlatan Fatiha, 2014’te El Kaide’yi bırakarak IŞİD için çalışmaya başlıyor.

El Kaide’yi neden bıraktığı konusuna pek girmek istemiyor. Sonra da oğluyla birlikte IŞİD’e katılmak için Suriye’ye geliyor.

Suriye’ye Türkiye’den geçti

IŞİD’e katılan hemen hemen herkesin izlediği güzergahtan yani Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen Fatiha, Rakka’ya yerleşiyor. Fatiha bir süre kız çocukları için Kuran eğitimi veriyor, ardından Rakka’daki maddafelerin genel sorumlusu oluyor.

“Maddafelerde kimler kalıyordu?” diye soruyoruz. “Yeni gelen muhacir kadınlar, başlarında erkek olmayan Suriyeli kadınlar, kocaları şehit olan kadınlar… Her ketibenin en az bir maddafesi vardı” yanıtını veriyor.

Yaptığı işi de, “Dul bacıların evlenmesi ve ihtiyaçları ile ilgileniyordum. Yeni gelen muhacir bacıların ihtiyaçlarını karşılıyordum. Kadınların İslamiyet’e uygun yaşamasına yardımcı oluyordum. Şeytan akıllarını çalmasın diye onları terbiye ediyordum” şeklinde tarif ediyor.

İşkencenin adı “terbiye”

“Şeytan kadınların aklını nasıl çalıyor?” diye merak ediyoruz. Fatiha’nın yanıtı tereddütsüz:

“Örneğin bir bacı iffetsizlik yapmışsa onu terbiye etmenin yolları vardır. Bu bir kuraldır. Batılı sistemlerde de kurallar ve kanunlar var. Bizim de kurallarımız vardı. İslam’ı yozlaştırmalarına izin veremezdik. Bir kadın vardı, sürekli camdan erkekleri izliyordu ve göz zinası yapıyordu. Ona terbiye olması için kırbaç cezası veriyordum. Kafirlerin düzenini içimize taşımaya çalışanlara, İslam’ı yozlaştırmaya çalışanlara karşı hoşgörülü olmamızı beklemeyin!”

Cariyeler, esir alınan kadınlar…

Maddafelerde kendi tabiri ile “özgür Müslüman kadınların” barındığını, cariyelik sisteminin ise ayrı olduğunu söyleyen Fatiha, kölelik sistemini şöyle savunuyor:

“Cariyelerle işim yoktu benim, Müslüman kadınların kaldığı misafirhaneye bakıyordum. Ama dinimizde cariyelik var ve Müslüman olmayan kadınlar cariye olarak alınır. O yüzden ben cariyeliğe karşı değilim. Ama satın alan erkeklerin onlara iyi davranması gerekir. Bu da Kuran’da var.”

Nasıl iyi davranmak, mesela tecavüze karşı çıkabilirler mi?

“Sahibi birlikte olmak isterse cariye buna karşı çıkamaz. Ama cariyenin karnını doyurmak, ihtiyaçlarını karşılamak sahibi olan erkeğin sorumluluğudur.”

Fatiha’nın IŞİD’de yaptığı iş maddafelerle sınırlı kalmamış. İç güvenlik dediği istihbarat biriminde de görev almış.

Oradaki görevini de şöyle anlatıyor: “Görevim, gelen muhacirlerin soruşturmasını yapmaktı. Örneğin kafir devletler yaşamımızı bozmak için içimize kadın ajan gönderiyordu. Bunların tahkikatını yürütüyordum.”

Konuştuğumuz bazı kadınlar işkenceye bizzat sizin katıldığınızı söylüyor?

“Fransızca ve İngilizce bildiğim için çevirmenlik yapıyordum. Ajan olarak yaşamımızı bozmak için gönderilen kadınlara işkence yapıldığına tanık oldum. Birçoğu da zaten kafir ülkelerin istihbaratı için çalıştığını itiraf etti.”

Fatiha’nın terör örgütüne son olarak hizmet ettiği yer enformasyon bürosu olmuş. Yani IŞİD’in propaganda biriminde, Fransızca ve İngilizce sosyal medya hesaplarını yönetmiş. Sonra da Bağuz’da çatışmaya girmiş ve yaralı olarak yakalanmış.

Çok eşliliği ve cariyeliği savunan Fatiha’ya, “Peki sen neden eşin öldükten sonra evlenmedin?” diye sorduğumuzda ise yine çelişkili bir yanıt alıyoruz: “Benim için koşullar farklı gelişti. İstemedim ve evlilik yapmadım.”


Kosovalı Fatora Raman

Kosova’nın başkenti Piriştine’de doğan Fatora Raman’ın çocukluğu Bosna hikâyeleriyle geçmiş.

Fatora, “Biz savaşı görmedik ama savaşta neler yaşandığını hep dinledik” diyor ve ailesini “laik, okumuş bir aileydi. Babam radikal İslama çok karşıydı” şeklinde tarif ediyor.

Kendisini IŞİD’e götüren nedeni ise şöyle anlatıyor: “Ailem Müslüman, orucunu tutar, namazını kılar. Kendi halinde bir ailedir, cihat hakkında pek bilgileri yoktur. Biz Müslümanlar iç savaş zamanında çok zulüm gördük. Ailem birebir tanık olmadı ama uzak çevrede olanları hep duyuyorduk. Müslümanlara yapılan zulüm hikâyeleriyle büyüdüm. Ailemin büyük bir kısmı Almanya ve Fransa’ya göç etti. Sadece biz, annem-babam ve küçük kardeşlerim Piriştine’de kaldık.”

“Başıma ne geldiyse aşk yüzünden!”

Fatora Piriştine Üniversitesi’nde öğretmenlik okurken Abdullah Raman ile tanışmış. Bu tanışmadan sonra kapanmış ve okulu bırakıp evlenmiş. Ondan sonra tüm hayatının değiştiğini dile getiren Fatora, ailesinin bu değişimi benimsemediğini, evliliğine karşı çıktığını söylüyor.

Fatora, “Ben ona aşıktım, başıma ne geldiyse aşk yüzünden geldi” diyerek başını öne eğiyor ve Suriye’ye geliş hikayesini anlatıyor:

“Onunla evlendikten sonra Kuran okumaya başladım. Eşim Suriye’de olanları duymuştu ve sürekli cihada gideceğini söylüyordu. Üniversitede mühendislik okudu ama okulu bitirdikten sonra işini yapmadı. Sürekli camiye gidiyor, orada birileriyle görüşüyordu.

“Ben eşime aşıktım, her şeye rağmen onunla evlendim. Ailem eşimi benimsemedi. Cihattan bahsettiğinde, bazı görüntüler gösterdiğinde çok korktum. Kafirlerin kafasının kesildiği görüntüleri gösterdiğinde gecelerce uyuyamadım.

“Bana birlikte gidelim dedi, korktum ama orada kalmak, aileme dönmek de istemiyordum. Beni bırakmasından çok korkuyordum, o yüzden Suriye’ye gelmeyi kabul ettim.”

“Babamla eşim arasında kaldım”
“Birlikte mi geldiniz?” diye soruyoruz Fatora’ya. Eşinin 2016’da tek başına geldiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Eşim Suriye’ye geldiğinde babam boşanmamı çok istedi. ‘Kızım boşan, sen okumuş kızsın, gel yanıma çalış, seni kabul ederim’ dedi. Ama ben bırakmak istemedim. Abdullah’la telefonda konuşuyorduk. İslam Devleti’nde emir olduğunu söylüyor ve beni Suriye’ye çağırıyordu.

“Bir yanda babam diğer yanda sevdiğim adam, uzun süre bu çelişkiyi yaşadım. Sonra bir gün karar verdim ve peşinden onun verdiği ilişkiler üzerinden Türkiye’ye gittim. Hatay’a geçtim, oradan Suriye’ye geldim.

“İdlib’de bir süre El Nusra’nın elinde esir kaldım. Eşim devreye girdi ve beni Rakka’ya getirdi.

“Ben Rakka’ya geldiğimde savaş çok ağırlaşmıştı, orada kalamadık. Eşimle birlikte Meyadin’e geçtik. Eşim Meyadin’de bir hava saldırısında öldü.

“Son olarak Derazor’a gittim ve Bağuz’da maddafede kalan bacılarla birlikte kalmaya başladım. Hepsinin eşi ya ölmüş ya da boşanmıştı. Çocuklar, kadınlar çok zor koşullardaydık.

“Eşim İslam Devleti içinde emirdi ve adı Abdullah Kosavi olmuştu. Çocuğumuz olmadı, çocuk yapmaya zamanımız da olmadı. 2018’de öldü. Sonrasında bacılar evlenmem için ısrar etti ama ben kabul etmedim.”

“Böyle bir yaşam hayalim yoktu”

Tam bu noktada susuyor Fatora. Bir süre bekledikten sonra dudaklarından, “Hayalimde, aklımda böylesi bir yaşam yoktu” sözleri dökülüyor.

“IŞİD’de nasıl bir hayat yaşadın?” sorumuza ise şu yanıtı veriyor:

“Hicret etmek, cihat etmek, benim böyle bir yaşamı seçmek gibi bir düşüncem hiç olmadı. Kendi halinde bir insandım. Ben sadece eşimin yanında olmak istedim. Çok yoruldum, burada yaşadıklarım beni çok yordu. Daha sakin bir hayat sürmek istiyorum.

“Ölüm, işkence, acı… İslam Devleti’nde bunları yaşadım. Bağuz’dayken annemle konuştum, geri dönmemi çok istedi. Çıkmayı çok istedim ama yol bilmiyordum, bacıların yanındaydım ve nereye gideceğimi bilmiyordum. Kurtulma umudum yoktu, orada öleceğimi sanıyordum ama ölmedim, Allah’ın takdiri. Kolumu orada bıraktım (Kolunu gösteriyor).

“Ben İslam Devleti’nde yaşadım, bunu inkâr etmiyorum ama isteyerek yaşamadım. Hayat beni oraya sürükledi. Son ana kadar da kaldım ama mecburdum çünkü gidecek bir yerim, bir bağlantım yoktu. Mecbur orada kalmak zorundaydım. Seçme şansım olsa, eşim vefat ettikten hemen sonra giderdim. Kolumu burada bıraktım, çıkarken patlama oldu kolum koptu.

“İnsan her şeyi yaşıyormuş, ben başıma gelenleri yaşayabileceğimi hiç hayal etmezdim ama yaşadım ve gördüm…”

Suriyeli İntisab Hindavi

Son olarak Suriyeli İntisab Mıstafa Hindavi ile görüşüyorum. Şimdiye kadar hep IŞİD’e dışarıdan gelen (muhacir) kadınların katılım hikâyelerini dinledik. Kötülüğün örgütlü halinin Suriye’deki kadınları nasıl esir aldığını ise İntisab anlatıyor.

25 yaşındaki İntisab Suriye’nin zengin Sunni ailelerinden birinin çocuğu olarak Halep’te dünyaya gelmiş. Babası demir tüccarı, radikal İslami fikirler ailede hep varmış.

Halep Üniversitesi’nde öğrenciyken iç savaş patlak vermiş ve abisi ile babası savaşın ilk yıllarında ölmüş. 2014 yılına kadar Halep’te okula devam etmiş, bir süre UNICEF’te savaş nedeniyle yetim kalan çocuklar için çalışmış.

Üniversitede tanıştığı Suudi Arabistanlı Yakub isimli biriyle evlenerek, annesi ve kız kardeşleriyle birlikte Rakka’ya göçmüş.

Halep’ten çıkışını, “Orada yaşama şansımız kalmamıştı. Eşim İslam Devleti mücahidiydi, ama askerlik yapmıyordu, daha çok muhasebe işleriyle ilgileniyordu. Onun aracılığıyla Rakka’ya geldik” diye anlatıyor.

“IŞİD benim için tercih değil zorunluluktu”

“İslam Devleti’ni sevmedim, nefret de etmedim” diyen İntisab şöyle devam ediyor:

“Bu savaşta tüm ailemi kaybettim. Erkek kardeşim, babam ve kız kardeşlerim öldürüldü. Son olarak Bağuz’da annem öldürüldü. Şimdi aileden sadece kız kardeşim ve ben kaldık.

“İlk eşimden bir çocuğum oldu, sonra savaş ağırlaşınca o da cepheye gitti ve öldü. Rakka’da ikinci kez evlendim. İkinci eşimden üç çocuğum oldu, onu da Bağuz’da kaybettim.

“Rakka’da yaşama şansımız kalmayınca Hacin’e, oradan da Bağuz’a geçtik. Ben inançlı biriyim, ailem Sunni. Katı İslami gelenekte büyüdüm. Babam ve kardeşim ölünce gidecek bir yerimiz olmadığı, can güvenliğimiz olmadığı için Rakka’ya gittik.

“İslam Devleti benim için bir seçim değil zorunluluktu. Bu ülkede savaş var ve herkes diğerini öldürüyor.

“İslam Devleti’ni hiçbir zaman kabul etmedim. Çünkü dinin o kadar kalıpçı şekilde insanlara dayatılmasını hiçbir zaman kabul etmedim. Aslında İslam Devleti herkes için zordu, birçok kişi zulüm gördü. Sonuçlarına baktığımızda bu savaş hepimizi bir şekilde yordu. Artık bitsin istiyorum.”

Kaynak: Gazete Karınca

Editör: TE Bilişim