Gazete Emek- Çağlar Demirel, Edibe Şahin, Figen Yüksekdağ, Nurhayat Altun, Gülser Yıldırım, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel… Kürt kadın siyasetçiler… Üç yılı aşkın bir süredir Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde tutuluyorlar.

Haklarındaki suç iddialarından biri 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü’nde ve 8 Mart Kadınlar Günü’nde yaptıkları konuşmalar…

Bianet'ten Evin Jiyan Kışanak tutuklu siyasetçilerle kadın hakları mücadelesi üzerine söyleşi gerçekleştirdi.

İşte o şöyleşi;

Bir kadın milletvekili olarak Meclis'te bulunduğunuz süreçte kadına dair ne gibi siyasi faaliyetler yürüttünüz?

Öncellikle biz kadın milletvekilleri olarak Kürt Kadın Hareketi ile Türkiye Kadın Hareketi'nin ve toplumdaki tüm kadınların sesi olmak için Meclis'te yer aldığımızı söyleyebilirim.

Bizler Meclisteki bütün kadın milletvekilleriyle bir araya gelmek ve siyasi parti grupları dışında (partiler üstü) bir kadın meclisi grubu oluşturmak ve kadın paydasında bir ortaklaşmayı sağlamak istedik. Fakat Mecliste grubu bulunan partilerden bu çağrımıza ve görüşme taleplerimize olumlu bir cevap alamadık.

Biz de HDP olarak parti grubumuzun yanı sıra bir de Mecliste Parlamento Kadın Grubu'muzu oluşturduk. İlk olarak HDP'nin haftalık meclis grup toplantısının, ayda bir haftasını kadın grup toplantısına ayrılmasını sağladık. Meclisteki grup toplantı salonuna sadece kadınların gelmesini ve divan ile konuşmacıların kadınlardan oluşmasını belirledik.

Kadın Eş Genel Başkanımızın konuşmasının yanı sıra, farklı kurumların kendi içlerinde belirledikleri kadınlara konuşma ve kendilerini ifade etme olanağı ilk kez Mecliste gerçekleşmesi sağlanmış oldu. Kadınların sesini Meclis Kürsüsünden topluma ulaştırmaya çalıştık.

Bizler HDP Kadın Grubu olarak hem Genel Kurul çalışmalarında hem de komisyon çalışmalarında kadınların yaşadıkları sorunları ve talepleri öncelikli olarak dile getiriyor, kadın kazanımlarımızın yanı sıra kadınlar lehine yeni kazanımların oluşturulması için ortak bir duygu ile mücadele yürütüyorduk.

Kadına yönelik her türlü şiddetin ve kadın katliamlarının önlenmesi için defalarca Meclise soru, araştırma önergeleri vermiş, bu konuda devlet-erkek zihniyetinin değiştirilmesi ve iyi hal gibi uygulamalarının ortadan kaldırılması gerektiğini belirttiğimiz halde, bu konularda devlet-erkek şiddeti özel ve kamusal alanda olduğu gibi Mecliste de kendisini göstermiştir.

Kadınların mücadelesi bazı konularda iktidarın Mecliste geri adım atmasına da neden olmuştur. Kadınların örgütlü gücü ve ortaklaşması birçok konuda başarının kapısını araladığını da yaşayarak öğrenmiş olduk. Ayrıca kadına dair cinsiyet eşitlikçi ve özgürlükçü bir bütçenin oluşmasının sağlanması için çalışmalar yürüttük. Kadın istihdamının artırılması için önergeler verdik.

Aynı zamanda kadınların çalışma koşullarının iyileşmesini sağlayacak önergeler ve teklifler sunduk. Birçok konuda yasa teklifi verdik. Öncellikle bir Kadın Bakanlığının oluşmasına dair kanun teklifi hazırladık ve sunduk. Bilindiği gibi kadın adının olmadığı ve aile kavramı içine sıkıştırılmaya çalışılan bir bakanlık ile karşı karşıyayız. Bu şekilde kadınların sorunlarına cevap olunamayacağı ve öncelikli olarak özgün bir kadın Bakanlığı oluşturulmalı ve kadın hareketlerinin ve kurumlarının taleplerinin dikkate alınmasını önerdik.

Ayrıca kadınların yaşamın her alanına eşit temsiliyetinin oluşması gerektiğini ve Eşbaşkanlık sisteminin sadece parti genel başkanlığında değil, tüm parti organlarında, yerel yönetimlerde, sivil toplum örgütlerinde vb. kurumlarda, yani bir çerçeveye kavuşturulmasına ilişkin tekliflerimizi sunduk. Kadınların eşit temsiliyetinin sağlanacağı ve karar mekanizmalarında yer almasıyla birçok sorunun çözüleceği ve değişim – dönüşümün sağlanacağını belirttik.

Kadına dair yapılan çalışmalarımız ve söylemlerimiz siyasi iktidarı rahatsız etmiş olmalı ki kadın milletvekilleri ve kadın belediye başkanları rehin olarak tutmuş ve kadınların onurlu mücadelesinden korkmuşlardır. İçerde de olsak sesimiz tüm kadınlara ulaştırmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bizler bulunduğumuz Kandıra Zindanından dışardaki kadın yoldaşlarımızla daha güçlü dayanışmaya ve mücadeleye devam edeceğiz.

Edibe Şahin: "Bizden çalınanı biliyoruz"

İklim krizi kapımızda, savaşta yoksullukta ve bütün diğer felaketlerde olduğu gibi iklim krizi de en çok kadını etkiliyor. Kadın özgürlük mücadelesi ve iklim krizine karşı ortak bir hareket yürütülebilir mi?

"Kadınların ezelden beri bildiği kainatın dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olarak değişmeye başlamış olacaktır..."

Sanırım sorunuzun cevabı tam da bu Kızılderili kabilenin sözlerinde diye düşünüyorum. Toplumların tarihine baktığımızda eril zihniyet egemen olmaya başlayınca kendi iktidarı uğruna doğanın dengelerini bozmaya başladı.

Böylesi yaklaşımlar sonucu da bugün iklimsel kriz denilen ve yaşanılan durumun insanoğlu eliyle yaratılmış bir afetten başka bir şey değildir. Doğada hiçbir kaynak sonsuz değildir. Eril egemen zihniyetin kendi iktidarlarını koruma hırsı, doymak bilmeyen "ihtiyaçlarını" karşılama yaklaşımı, yani doğadaki kaynakları aşırı biçimde kullanma, nihayetinde büyük bir hırsızlıktır. Oysa dönüp baktığımızda aynı zihniyet doğadaki yaşamın döngüsü için polenlemeyi "arıların hırsızlığı" bitkileri de günışığını "çaldığını" iddia etmektedir, yavuz hırsız misali.

Bütün bu yaşananlara karşılık kadın analitik ve duygusal zekasındaki uyum dengeyle insanı toplumsallaştırmış, tarım kültürünü geliştirirken tohum saklama vb. buluşuyla insan ve doğa arasında "rızalık" üzerine kurulu bir ilişki geliştirmiştir. Yani yaşamsal ihtiyacını karşılarken aşırı tüketmeden ve doğanın döngüsüne saygılı olmak. İşte bu anlayışla doğayla bütünleşme ve rızalık bağlarını geliştirmede mülk ilişkisi olmayacaktır. Mülk ilişkisinin olmadığı bir yerde yıkımlardan, afetlerden söz edilemez.

Ekoloji hareketiyle kadın hareketinin ortak noktaları oldukça fazladır. Birlikte mücadele yürütmesi kaçınılmazdır. İnsanoğlunun daha fazla kar hırsıyla kendi eliyle yarattığı bu "afetlere" karşı mücadele, kadın özgürlükçü bir duruşla ivme kazanacak, doğru eksende yürüyecektir. Günümüzde her yerde yeni siyaset yapma biçimini, yürütülen çevre mücadelelerinde kadın en önde yerini alarak zaten işaret ediyor.

Çünkü kadın her yıkımın bir yoksulluk ve yoksunluk olduğunu biliyor. Yoksulluğun da ilk etapta kadını vurduğunun da farkında. Bu bağlamda bizlerden çalınanı biliyoruz. Tekrar hakkımız olanı insanlık için, doğa için geri almanın, birlikte olmanın günü

Figen Yüksekdağ: Kadın Hareketi kadın Savunmasında birleşmeli

Kadın bir seçilmiş siyasetçi olarak mecliste kadına karşı şiddetle mücadele için neler yaptınız?

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın katliamlarının durdurulması için mücadele HDP'nin sürekli gündemlerinden biri oldu. Şiddete karşı mücadeleyi kadın örgütlerinin sırtına yüklemek, bu konudaki görevleri havale etme yaklaşımına karşı, günlük merkezi siyasetin ayrılmaz bir parçası haline getirme yolu izledik.

Aynı zamanda erkek egemen siyasetin merkezi durumundaki meclisin içinden erkek egemenliğine, şiddetine karşı cepheden mücadele yürüten bir zemindir HDP. Dünden bugüne bu rolü oynamıştır.

Meclise bakarsanız HDP'li kadınlar nezdinde erkek-devlet şiddetinin her türüne karşı direnen kadın gerçeği görürsünüz. Aynı zamanda HDP'ye ve politik mücadele içindeki kadınlara yönelik açık iktidar-devlet şiddeti de göz önündeki bir gerçektir. Anlayacağınız HDP mecliste kendi başına bile dursa, erkek şiddetine karşı mücadelenin en görünen ve sivri uçlarından biri. Hem eşbaşkanlık sistemi, pozitif ayrımcılık ve kadının siyasette eşit temsiliyetini savunduğu ve uyguladığı için, cins ayrımcı ve gerici faşist siyasetin bütün şimşeklerini üzerine çeken bir parti, hem de verdiği politik özgürlükler, radikal demokrasi mücadelesi nedeniyle iktidarın hışmına uğruyor.

Bu nedenle HDP'li kadınlar yerelden merkeze kadar her düzeyde iktidarın politik şiddetine ve saldırılarına maruz kalıyor. Son olarak Kürt belediyelerine kayyum atam, yerel yönetimlere el koyup seçilmişleri tutuklama operasyonu da kadına yönelik bir tasfiye ve şiddet hareketi olarak gelişiyor. Eşbaşkanlık sistemini kriminalize ederek, bir tehdit odağı ve illegal faaliyet göstergesi gibi sunarak yok etmeye, kadınların çok önemli bir kolektif kazanımını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Şu an birçok kadın eşbaşkanımız ve daha önemlisi de sistemin kendisi saldırı ve kuşatma altında. HDP kadın meclisi "eşbaşkanlık mor çizgimizdir" diyerek buna karşı mücadele yürütüyor. Ama elbette bu mücadele sadece HDP'li kadınların görevi, ihtiyacı değildir. Bütün kadın hareketlerinin bu savunma hareketi etrafında birleşmesi çok önemli. Yoksa kadın kazanımlarının her yönüyle yutulmaya, parça parça eritilmeye çalışıldığı koşullarda, güçlü direnme mevzilerimiz olmadan varlık savaşına sürüklenmek zorunda kalabiliriz.

Gülser Yıldırım: Anadil mücadelesi nedeniyle fiziki şiddete uğradım

Bir kadın olarak, kadın siyasetçi olarak diliniz sebebiyle şiddete maruz kaldınız mı? Dil mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesinin neresinde sizce?

Evet sizin de belirttiğiniz gibi gerçekten de dil yarası çok derin bir mevzu ve aynı zamanda da çok önemli ve değerli bir var olma temelidir.

Ne yazık ki söz konusu biz Kürtler olduğunda ve bizlerin anadili olduğunda bu yara çok daha derin ve ölümcül bir boyuta varıyor. Sorunuzla bağlantılı olarak söylemem gerekirse; her ne kadar ben şu ana kadar ana dilimi konuşmaktan dolayı fiziki bir şiddete uğramamış olsam da bu benim anadilim üzerindeki baskı zulüm ve asimilasyon politikalarını bütün benliğimde hissetmediğim ve bütün bu uygulamaların psikolojik bir işkence sistematiği olmadığı anlamına gelmez.

Burada rehin tutulmamızın bir gerekçesi de dilimizin özgürlüğü için verdiğimiz mücadeledir diyebilirim. Bugün kurulan cumhuriyetin meclisine baktığımızda bir Kürt milletvekili kendi anadiliyle, birkaç kelime konuşmasına bile tahammül edilemiyor. Ve bu birkaç Kürtçe kelime bile meclis tutanaklarına "x" ya da bilinmeyen bir dil olarak geçiyor. Bu durumu ben de o mecliste yaşayan biri olarak bu yaklaşımı kendi anadilime, kimliğime ve toplumsal hakikatime karşı yapılan büyük bir hakaret, saygısızlık ve vicdansızlık olarak gördüm- görüyorum.

Gültan Kışanak: Savaşın bedelini kadınlar ödüyor

Barış isteminin daha yoğun ve görünür olduğu bir dönem vardı. Kadına karşı şiddettin önlenmesinde toplumsal barışın, barış mücadelesinin nasıl bir yeri var? Barış konuşulabilirken şiddetin azaldığını, konuşulamazken arttığını söylemek mümkün mü?

Artık herkesin kabul ettiği tartışmasız bir gerçeklik var: Savaşlar kadınlar için, yaşam alanlarının yok olmasından, göç ve mültecilik sorunlarına: savaş ganimeti olarak görülmekten, taciz ve tecavüzlere; ekonomik yıkımdan, açlık ve sağlık sorunlarına kadar, korkunç bir yıkım yaratıyor. Savaşın doğrudan etkileri kadar şiddetin normalleşmesi, silaha erişimin kolaylaşması, savaş travmasının şiddet eğilimine dönüşmesi, 'erkekliğin' yüceltilmesi gibi dolaylı etkileri de kadınlar açısından ciddi bir sorun kaynağıdır. Bu nedenle "barış bir insan hakkıdır" ilkesi kadınlar açısından çok daha geçerlidir. Barış bir kadın hakkıdır.

Toplumsal barış "adalet ve özgürlük" değerleri üzerine kurulur. Bu değerlerin yüceltilmesi bile kadına yönelik şiddetin önlenmesinde önemli bir rol oynar. Oysa savaşın ve şiddetin hâkim olduğu atmosferde "güç, iktidar, boyun eğdirme, irade kırma" gibi değerler yüceltilir. Egemen erkek de bu yolu izler.

Türkiye'deki kadınlar da uzun yıllardan beri savaşın ağır bedelini ödüyor. Diyalog ve çözüm sürecinde kadınlar aktif olarak sürece katılmaya, kadınlar açısından çözüm önerileri üretmeye çalıştılar. Bu çabalar, barışı toplumsal bir talep haline gelmesinde önemli bir rol oynadı.

Ancak sonrasında savaşın çok daha ağır bir biçimde devreye konulması karşısında, kadınların barış mücadelesi de zemin kaybetmeye başladı. "Barış" kelimesinin bile yasaklanmasına kadar varan ağır baskı koşulları ne yazık ki kadın mücadelesini de etkiledi. Barış mücadelesine ket vurulurken, kadına yönelik şiddet her geçen gün tırmandı. Gün geçmiyor ki bir kadın cinayeti işlenmesin.

Kadınlar yeniden ve daha güçlü bir şekilde barış talebini yükselterek, kadına yönelik şiddeti önleme mücadelesini de güçlendirebilirler.

Özellikle 2016 yılından itibaren birçok kadın belediye başkanı görevinden alındı ve tutuklandı. Belediyeler kadına karşı şiddetin önlenebilmesi için neler yaptı, belediyelerin bu alandaki çalışmaları neden önemli?

Kadınlar genel olarak siyasetten özel olarak da yerel siyasetten uzak tutuluyor. Zira yerel yönetimler, halka en yakın yönetim mekanizmasıdır, icracıdır. Belediyeler yerel bütçeyi kullanma, kentsel hizmetlere karar verme ve uygulama imkanına sahiptir. Erkek egemen zihniyet, kadınların eline böyle bir imkan geçmesini önlemek istiyor. Bu nedenle kayyum atamalarının genel siyasal nedenleri olmakla birlikte, özel olarak eşbaşkanlık, kadın temsiliyeti ve kadın kazanımları hedef alınmıştır.

DBP ve HDP'Ii belediyelerde kadınlar oldukça etkin bir konum kazanmıştı. Ve kentsel hizmetler kadın bakış açısıyla üretiliyordu. Kadına yönelik çalışmalar belediyenin asli görevlerinden kabul edilerek, idari yapı ve bütçe buna göre ayarlanıyordu. Belediyelere bağlı kadın kurumları, kadına karşı şiddeti önleme çalışmalarını ön planda tutarak, kentteki kadın kurumlarıyla işbirliği içinde etkin bir çalışma yürütüyordu.

Kayyum atanan yerlerde, kadına yönelik şiddetin tırmandığını görüyoruz. Örneğin neredeyse kadın cinayetlerinin durma noktasına geldiği Diyarbakır'da, son dönemde yeniden kadın cinayetleri işlenmeye başlandı. Diyarbakır'da katledilen kadınların cenazelerinin kitlesel olarak sahiplenilmesi, isimlerinin parklara verilmesi, kadınlarda şiddet konusunda farkındalık oluşturulması, şiddet mağduru kadınlar için sığınıklar/yaşam evleri açılması, taciz ve tecavüz sanıklarının teşhir edilmesi, hukuki mücadelenin etkin bir şekilde yürütülmesi gibi birçok çalışma yürütülüyordu. Böylece toplumsal algıda, egemen erkek zihniyeti ayıplanan, kabul edilmeyen bir düzeye gelinmişti. Kayyumla birlikte yeniden eril zihniyet hortlamaya başladı.

Kadınların bu gidişatı durduracak bir mücadele geliştireceğine inanıyorum.

Nurhayat Altun: "Özgürlük için bütüncül mücadele şart"

İklim krizi kapımızda, savaşta yoksullukta ve bütün diğer felaketlerde olduğu gibi iklim krizi de en çok kadını etkiliyor-etkileyecek. Kadın özgürlük mücadelesi ve iklim krizine karşı ortak bir hareket yürütülebilir mi? Yeni bir siyaset yapma modeline ihtiyaç var mı bu bağlamda?

İklim krizi, yaşadığımız yeryüzünün en önemli ve acil gündemi. Ekolojik yıkım, neredeyse durdurulması imkansız kritik bir aşamaya geldi. Bilimsel veriler, gerekli önlemler alınmazsa önümüzdeki 30-40 yıl içinde çölleşmenin başlayacağını gösteriyor. Bir insan ömrünün yarısı kadar az bir zaman.

Aynı şekilde şiddet, taciz, tecavüz, seks köleliği, savaşlar/göç/mültecilik durumunun kadına etkileri, işsizlik/yoksulluk gibi kadın sorunları da giderek ağırlaşıyor. Ekolojik yıkım ile toplumsal yıkım kol kola ilerliyor.

Konu tarihsel kökenleri itibariyle ele alındığında da ademoğlu "doğanın ve kadının efendisi" olmaya soyunduğu günden beri her şey kötüye gitmiş.

"Egemen olma, hükmetme, ele geçirme, sömürme" olguları, doğayı ve kadını yıkıma sürüklüyorsa; her iki mücadelenin birlikte yürütülmesi apaçık ortadadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine sahip olmayan ekoloji hareketi de ekoloji perspektifine sahip olmayan kadın hareketi de egemen erkek zihniyetiyle baş edemez. Özgünlük, öncelik tartışması yapmadan; gelecek hedefleri ve özgürlük değerleri üzerinden bütünlüklü bir mücadele, dünyayı da toplumu da kurtarabilir.

Sebahat Tuncel: "Kadınlar gidişatı değiştirebilir"

İstanbul sözleşmesinin iptali tartışıldı epeyce. İstanbul sözleşmesi yeterli mi kadına karşı şiddetle mücadelede önemi nedir, nasıl mekanizmalarla güçlendirilebilir sizce? Sözleşme sürecine kadın bir seçilmiş olarak dahil olabilmiş miydiniz?

İstanbul Sözleşmesi'nin imzalandığı süreçte bizler de Mecliste kadın örgütleri ile birlikte çalıştık. Kadına yönelik her türlü ayrımcılığı, şiddetin, cinsel istismarın önlenmesi ve kadınlar için eşit, özgür, demokratik ve barış içinde bir gelecek kurmak için mücadele eden kadınlar, sözleşmenin imzalanmasında, kadın erkek fırsat eşitliği komisyonunun (KEFEK) kurulmasında önemli rol oynadı. Kadın hareketlerinin mücadelesi ile atılan bu adımları o zaman da iktidar içselleştirmemişti.

Kadınlara yönelik katliamların, şiddetin, taciz ve tecavüz vakalarının artması, işsizlik ve yoksulluğun kadınlaşması, kadınların toplumsal ve kamusal yaşamın dışına itilmesinde AKP-MHP iktidarının cinsiyetçi ve savaş politikalarının çok büyük etkisi vardır. Savaş aynı zamanda kadınlara karşı yürütülmektedir. Bu kadar çok kadın katliamı, kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel istismarın yaşanması, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin artmasının nedeni savaş politikalarıdır. Daha bir yılı bitirmeden erkek-devlet şiddeti nedeniyle 422 kadın katledildi. Cinsel istismar vakaları, fiziki ve psikolojik şiddeti, yoksulluk ve savaş nedeniyle kadınların yaşadığı şiddeti de göz önünde bulundurursak durumun ne kadar ciddi olduğu görülecektir. Ancak bu yaşananlar biz kadınların kaderi değil. Mevcut bu gidişata dur diyebilir, değiştirebiliriz.

Bunun için yapmamız gereken kadınların yaşamın her alanında örgütlenmesini sağlamak ve erkek egemen kapitalist düzene karşı, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamı bugünden örgütlemeliyiz. Savaşa karşı barışı, bize dayatılan köleliğe karşı özgürlüğü, doğanın talanına, emek sömürüsüne, güvencesiz esnek çalışmaya, işsizliğe, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı mücadeleyi ve kadın dayanışmasını yükseltmeliyiz. Sadece 25 Kasım Uluslararası Mücadele Dayanışma günü veya 8 Martlarda değil, her günü mücadele günü yaparak kazanabiliriz.

Bizler de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle mücadele eden, sokağa çıkan, itiraz eden tüm kadınlara selam, sevgi ve dayanışma duygularımızı gönderiyoruz.

Kaynak: Bianet

Editör: TE Bilişim