Türkiye’de özellikle Adana gibi sınıfsal ayrışmanın, göçün ve kültürel çatışmanın yoğun yaşandığı kentlerde çetelerin palazlanması kendiliğinden gelişen bir süreç değil; devletin bilinçli politikalarının bir sonucudur.
Devlet, yalnızca askeri sahada değil, toplumsal alanda da intikamcı bir strateji izlemekte; Kürt özgürlük mücadelesinin kök saldığı mahallelerde uyuşturucu, fuhuş ve çeteleşmeyi teşvik ederek gençliği ya kriminal yapılara teslim etmekte ya da apolitikleştirmektedir. Böylece bilinçli gençliğin yetişmesi engellenmekte, toplumsal kökler kurutulmaktadır.
Son elli yıldır farklı biçimlerde uygulanan bu yöntem, son yirmi yılda en rafine halini almıştır. Dünyadaki örneklerden beslenen devlet, “özel savaş” konseptini Adana gibi kentlerde bire bir hayata geçirmiştir.
Asimilasyonun tamamlanamadığı her yerde devreye uyuşturucu, çeteleşme ve yoz yaşam tarzı sokulmuş; gençlik politik özneleşme yerine kriminal kültüre çekilmiştir. Çukurova mahallelerinde türeyen çeteler adeta aynı fabrikadan çıkmış gibidir. Hepsinin işlevi aynıdır: toplumu çürütmek, gençliği yozlaştırmak, politik bilinci yok etmek.
Bu taktik dünya direniş tarihinden bilinir. İngiltere, IRA karşısında Katolik mahallelerde uyuşturucuya göz yummuş; ABD, Kara Panterler’e karşı siyahilerin yaşadığı bölgeleri çetelere teslim etmiştir. İsrail, Filistin direnişinin sosyalist damarını kırmak için aynı yöntemi izlemiş; Kolombiya’da FARC’a karşı karteller
güçlendirilmiştir. Ortak mantık açıktır: Askeri olarak yenemedikleri direnişi, toplumsal zemini çürütüp içten bitirmek.
Türkiye’de de durum aynıdır. Metropollerin “tehlikeli” mahalleleri devlet için öngörülemez alanlar değil, kontrollü laboratuvarlardır. Çeteler buralarda serbestçe cirit atar, gerektiğinde ise ufak bir uyarıyla geri çekilir.
Devlet, mafyacılığı dizilerle, filmlerle, sosyal medyayla cazip hale getirir; küçük “mahalle abileri” ve “mafya babaları” üretir. Gençliğin önüne iki yol konur: ya isyan edip politikleşmek, ya da düzenin ayartıcı sahte hülyalarına kapılıp apolitikleşmek. Çoğu genç tüm imkânsızlıklar içinde ikinci yola itilir; sonuç ise bilinç erozyonu ve toplumsal felçtir.
Bu politikalar yalnızca Kürt gençliğine karşı değil, direniş potansiyeli taşıyan tüm toplumsal kesimlere yöneliktir. Kürt sorunu üzerinden meşrulaştırıldığı için daha görünür hale gelmiştir ama bugün tüm Türkiye halkları aynı girdabın içindedir: işsizlik, güvencesizlik ve yoz kültür dayatmasıyla politik özneleşme ihtimalinden koparılmaktadır. Kadınlar fuhuş çarkına, erkek egemen şiddete mahkûm edilirken; toplumun her kesimi bilinçli olarak politik zemininden uzaklaştırılmaktadır.
Ancak bu tablo değişebilir. Çetelere ve devletin mafyatik düzenine karşı en güçlü yanıt, sol ve sosyalist gençlik ile kadın hareketlerinin yeniden örgütlenmesidir. Mahallelerde dayanışma ağları kurulmalı, uyuşturucu ve fuhuşa karşı kolektif bir mücadele örülmelidir. Gençlik isyanı ve politikleşmeyi seçtiğinde, düzenin tüm dayatmalarını aşacak güce kavuşacaktır. Kadınların öncülüğünde gelişecek toplumsal öz savunma yalnızca çeteleri değil, onları besleyen devleti de geriletecektir.
Bugün çeteler devletin gölgesinde büyüyor, halkı soyuyor, gençliği yozlaştırıyor. Ama bu düzen kalıcı değildir.
Halk, örgütlü gücüyle sizi sokaklardan süpürecek, tabelalarınızı çöpe atacaktır. Tarih boyunca hiçbir çete düzeni, halkın öfkesi karşısında ayakta kalamamıştır. Adana’nın sokakları çetelerle değil, özgür gençliğin nefesiyle dolacak; mahalleler silah sesleriyle değil, dayanışmanın türküsüyle yankılanacaktır. Bu topraklarda yoz kültür değil, özgürlük kazanacaktır.