Gazete Emek-Felsefecilerin düşüncesini öğrenmeyi sevdiğimi söyleyemem; ancak hayat hikâyelerini merak ettiğimi ve felsefe yapmayı çok sevdiğimi bilgisayar çağının gençleriyle paylaşmak istiyorum. 

Eğer bugün Sokrat yaşamış olsaydı, ona en çok hakaret edecek olanlar Twitter kullanıcıları olacaktı! Sokrat, sokaklarda insanlara, zekâ ve akıllarını neden doğru kullanmadıklarını soruyor ve doğru yanıt veremeyenleri şiddetli bir şekilde azarlıyordu!  

İşte tam bu noktada hayat biyografisini merakla öğrendiğim filozoflardan biri de hiç şüphesiz dünyanın ilk felsefecisi olarak gösterilen Pisagor'dur. 

Pisagor, Tales 'in öğrencisidir. Tales öğrencisi olan Pisagor'u; teoloji, bilim, felsefe ve hikmet öğrenmesi için Mısır’a gönderir. Pisagor, Osoris tapınağına gider, uzun bir süre bu tapınakta kalır, bu tapınakta müthiş bilgiler öğrenir. Daha sonra Yunanistan'daki Delfi tapınağına geri döner. 

Pisagor, kısa bir süre içinde sahip olduğu derin bilgisiyle ve zekâsıyla Delfi Tapınağı’ndaki insanların dikkatini üzerine toplamayı başarır.  İnsanlar Pisagor'a karşı hayranlıklarını dile getirmek için, bir araya toplanır ve Pisagor'a karşı düşüncelerini şöyle dile getirirler:

- Sen normal bir insan değilsin. Olsa olsa bir ilahsın! 

 Pisagor şöyle yanıt verir:  Hayır, ne münasebet! Ben ilah değilim der.  

- O zaman sen peygambersin derler. 

- Hayır, ben ne İlahım ne de peygamberim dedi. 

 O halde izin ver de bizde sana o vakit Filosofya diyelim. İşte filozofya-felsefe-filozof kavramı böyle ortaya çıktı.  

Sözü edilen bu felsefe, önce sanata ve estetiğe ve daha sonra bilime öncülük edecekti. Yani,  felsefe sanat bilincini; sanat bilinci de estetiği yarattı. Sanat, bugünkü bilgisayar çağının eğlendiği beton ve elektronik mekânlar değildir. Sanat estetik demektir. Varoluşa yapışan kiri sanat bilinciyle temizlemek ve kötülükten arındırıp varoluşu kozaya, kozayı da kelebeğe ve kelebeği de mana iklimine uçurmak demektir! 

Tıpkı murcun sivri ucunu devasa büyüklükteki mermer kayalara belli bir estetik doğrultusunda çekiç darbelerini indirerek, muhteşem eserler ortaya çıkaran tüm zamanların en iyi heykeltıraş sanatçısı Michelangelo gibi. 

Michelangelo, hiç evlenmedi. Adeta onun hayatı, evliliği ve çocukları yaratığı sanatı idi. Bir papaz arkadaşı; evlenmemesine, çalışmalarının ürününü ve ününü bırakacak çocuklarının olmamasına çok üzüldüğünü söylediği vakit sanat dâhisi sevgili dostuna şöyle yanıt verir: 

''Sanat daima bana eş oldu, geride bıraktığım eserlerim çocuklarımdır. Hiç bir değeri olmasa bile, ben onlarda yaşarım.'' 

Pietro Torrigiano, Floransa şehrinin yetiştirdiği dünyanın sayılı bir kaç ünlü heykeltıraşlarından biridir. Michelangelo ile birlikte eğitim görür. Eğitim gördükleri okulda öğrencilerin en başarılısı hiç şüphesiz Michelangelo idi. 

Michelangelo, asla mütevazı biri değildi. Başarılarıyla fazlasıyla övünen bir karaktere sahipti. En kötüsü, arkadaşlarının yaptıkları resimleri inceliyor, hatalarını buluyor, onları aşağılıyor ve alay ediyordu.  

Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi heykel sanatçısı Michelangelo; bir gün, birlikte eğitim gördükleri arkadaşlarının yanında Torrigiano'yu aşağılar. Bu durum karşısında Torrigiano'nun canı sıkılır, her zamankinden çok daha fazla öfkelenir, yumruğunu sıkar ve Michelangelo'nun burnuna okkalı bir yumruk indirir. Bundan dolayı Michelangelo burnunun dibindeki bu yumruğun imzasıyla yaşar. 

Yani, Michelangelo icra ettiği mükemmel sanatıyla Rönesans feylozofyasına büyük katkılar sunmuştur. Bugünkü Michelangelo'nun ''Davut Heykeli'' ve Sistine Şapeli'nin tabanında; Raphael'in Atina Okulu'nda ve Leonardo'nun ''Son Yemek'' adlı eserleri milyonlarca bilgisayar çağının insanları tarafından büyük bir hayranlıkla ziyaret ediliyor!

 Batı-Hristiyanlık medeniyetinin Michelangelo gibi birçok sanat ve resim dehası ortaya çıkardığını biliyoruz. Bir de geriye dönüp Müslüman dünyasına bakalım. İslam Dünyası sanat tarihi, sanat bilinci ve estetikle ne kadar alakalıdır. 

Ne yazık ki Müslümanların, heykel ve resim sanatında dünya sıralamasına girebilecek, o düzeyde değerlendirme konusu yapılabilecek hiç bir sanat ürünü ya da sanat dâhisi yoktur.  Bu üzücü bir durumdur. Müslümanların savaşlarda kılıç sallama ve ganimet toplama kültüründen başka övünecekleri hiç bir alâmet-i fârikalarını en azından şimdilik göremediğimi üzülerek belirtmek zorundayım. 

Sevgili Bilgisayar çağının akıllı ve zeki gençleri! Hayat hikâyemi ve benim ilk okuduğum felsefe kitabını merak ettiğinizi tahmin edebiliyorum! Benim ilk okuduğum felsefe kitabı El-Kindi'nin ''Akıl'' eseridir. Kindi, 22 tane felsefe kitabını kaleme alır. Kindi, İslam düşünce tarihinde akıl ile vahyi, başka bir deyişle, felsefe ile dinin uzlaştıran ilk İslam Filozofudur! 

Yeri gelmişken Farabi'den söz etmemek haksızlık olur diye düşünüyorum. Farabi; zeki ve akıllı bir İslam filozofudur! Platon'un ''Devlet'' eserinden esinlenerek, İslam düşünce tarihinin devletle ilgili en muhteşem eseri olan ''El-Medinetü'l-Fazılayı kaleme almıştır! 

Ayrıca Fuzuli’nin Erenler Bahçesi adlı eserini Goethe’nin Faust adlı eserinden çok daha derin ve çok daha azametli bulduğumu siz değerli bilgisayar çağının gençlerine itiraf etmek zorundayım. Biliyorum bazılarınız bu değerlendirmelerime itiraz edecektir. 

 Evet, doğrudur. Doğu felsefesinin merkezinde; DİN, Batı felsefesinin merkezinde; AKIL vardır! Bu anlamda, filozoflar bilimi, sufîler ruhu ve manayı temsil eder. Hatta feylesoflarla sufîler arasında geçen şöyle bir hikâyeden de söz edilir.

Günün birinde bir feylesof yolda yürürken bir sufîye rastlamış Kanları birbirlerine kaynamış ve günlerce muhabbet etmişler. En sonunda vedalaştıklarında, etraflarında toplanan bir dizi insan her ikisine de böyle hararetli hararetli ne konuştuklarını sormuş. 

Filozof ;“ Konuştuk ve anladım ki benim bildiğim her şeyi o zaten görüyor. Sufî ise ; “Konuştuk ve anladım ki benim gördüğüm her şeyi o zaten biliyor.”  demiş.

Ancak İslam dünyası Batı ve Doğu meselesine öyle bakmıyor. Müslüman toplumlar bugün Batıyı kâfir olarak tanımlıyor ve ne gariptir ki Kuran; “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir.” Bakara Suresi 177. Ayet dediği halde.  

Bu mahfilde, Muhammed peygamber; ne Doğu’nun âlimi ve ne de Batı'nın filozofu olabildi! Çünkü Muhammed peygamberin okuma ve yazması yoktu! Kur'an şöyle diyor: 'Kur’an’dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun.'Ankebut 48 ayet 

 "Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı ve âlemlere rahmet olarak gönderdik." Ahzap 45 

Bu anlamda bana göre, hem Doğu'nun ve hem de Batı'nın sufisi, peygamberi ve filozofu Zerdüşt, Buda ve Konfüçyüs gibi güçlü şahsiyetlerdir!

Gerçek şu ki, İslam’ın sevaplarını ve günahlarını entelektüel zaviyede müzakere edebiliriz. Ama kesin olan bir şey var ki Allah-Muhammed-Kur’an adına insan gezegeninde tuğyanlık, mustekbirlik, soytarılık, cahillik ve çılgınlık yapanlar hep var olmuştur ve hep var olacaktır. İslam dini tıpkı bir tenis topu gibi oradan oraya fırlatılıyor. Artık kutsallık ve iyilik yörüngesinden çıkmış, sahtekârların elinde tehlikeli bir figüre dönüşmüştür!

Bugünkü Batı'yı ise, tıpkı ağız salyası ve hücreleriyle estetik ve güzellik harikası olan İpek Kozasını yaratan İpek Böceğine benzetiyorum.

İpek böceği-AKIL İpek kozasını-KAPİTALİZMİ yaratıyor ve sonunda yarattığı bu eserin içinde kendini intihar ediyor! Ya da Risale-i Nur'un tabiriyle Batının  "sûreti me'nûs, sîreti ma'kûs"  Yani, dışı süs içi pis! 

İslam meselesini önemli bulduğum için, kaldığım yerden devam etmek istiyorum: İslamcı unsurların dünyanın en kötü siyasal hareketi olduğunu düşünüyor ve İslamcılığın da dünyanın en kötü düşüncesi olduğuna inanıyorum. Bu yargıya nasıl mı vardım?  Şahit olduğum yüzlerce olay ve yaşadığım yüzlerce tecrübe bana referans oluyor. 

Örneğin 1991 yılında İslamcı bir Türk arkadaşım vardı. Ekonomik durumu çok kötüydü. Bu arkadaşımla en son 1996 yılında İstanbul'da bir toplantı salonunda karşılaştık. Arabasıyla beni gideceğim yere kadar bırakabileceğini söyledi. Arkadaşa teşekkür ederek teklifini kabul ettim. Arabaya bindik, araba TOYOTO JEEP markaydı! Bir kaç km yol gittikten sonra arkadaşım şöyle söze başladı:  

- Kadir kardeş, hepimiz öleceğiz! Dünya malı aldatıyor! Dünya fani biliyor musun?  

- Evet, doğru diyorsun ama söylediğini yaşamıyorsun dedim. 

- Nasıl yani anlamadım?  diyerek dediklerime çok şaşırdı. 

-Sahip olduğun ve sürdüğün bu arabanın değeri tam 10 tane Doğan arabası yapar. Mademki bu dünya fani, mademki ölüp Allah'ın cennetine gideceğiz, o halde bu arabayı sat ve 10 tane Doğan arabası al ve bir tanesini de kardeşine İNFAK et dedim! Çünkü bunu Allah, Kur'an'da apaçık şu iki ayette emir ediyor dedim. 

 ''Size Allah'ın rızık olarak verdiklerinden infak edin' denildiği zaman, o inkâr edenler iman edenlere dediler ki: 'Allah'ın, eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz? Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık içindesiniz.'' Yâsîn Suresi 47. Ayet 

''Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele.'' Tevbe Suresi 34. Ayet

 Tanrı ikimiz arasında geçen bu diyaloğu izliyordu! Arkadaşımın bana nasıl bir cevap verdiğini merak ediyorsunuz, değil mi? Tanrı'ya rağmen; küstahça ve sahtekârca bir yanıt verdi!  

 

                                                     İkinci Fasıl 

Çağımızın filozoflarına şunu söylemek isterim: İbn-i Arabi bir gün babasının peşine takılan Mevlanayı görünce;  “Fesüphânallah! Bir okyanus bir gölün arkasından gidiyor.” demiş.  

 Evet, artık Türklerin-Arapların-Farisilerin, peşine takılmak ve onların sömürgeci zihin kodlarına göre, Batı ve İslam’ı değerlendirmek istemiyorum. Daha doğrusu, onlara itaat etmeyi ret ediyorum ve onların koordinatlarıyla hiç bir iş yapmak istemiyorum! Çünkü primordial ve ontolojik köklerim Kürt. Bende insanlığa bir Kürt olarak hizmet etmek istiyorum. 

Burada bir ırk üstünlüğünden bahsetmiyorum. Bütün ırkları bir tarağın dişleri gibi eşit ve müsavi tutuğumu belirtmek istiyorum; ancak Türk-Arap-Farisi Neo Sömürgeci yazarların düşünce atlasında şöyle bir şey var. Türkler-Araplar-Farisiler demokrasi sorunlarının olduğunu asla düşünmüyorlar! Devletlerini seviyorlar, devletlerine itaat ediyorlar. Kürtleri ise kendi reayası ve sömürgesi görüyorlar. Bu zaviyede Türkler kendilerini İslam'ın Sultanı, Araplar kendilerini İslam'ın halifesi ve Farisiler kendini İslam'ın imamet makamı olarak görüyorlar.

Özellikle Türkler; arzularına çok düşkünler, arzuları için yapmayacakları kötülük yoktur! Bu çılgın arzulara sahip olan bu kavim, sevgili tanrıyı dinlemiyor, Kürtleri öldürüyor, demokrasiden nefret ediyor, şüphelendiği her şeye suikast düzenliyor ve sapıklıkta sınır tanımıyor. Bu alışkanlıklarını biz Kürtlere de bulaştırdılar. 

Örneğin İslamcılık yaptığım yıllarda, Yahudi milletini sevmezdim! Sonraki yıllarda Yahudiler üzerinde bir dizi okumalar yaptım, filmler izledim! Bir gün evde bir belgesel izlerken gözyaşlarıma hâkim olamadım. O an kendimden utandım ve Yahudi milletinden özür diledim.  

Türkler bin yıllık bir devlet geleneğine sahip oldukları halde hâlâ dünyada fikirleri tartışılan bir FİLOZOF çıkaramadılar! Ya da bu iddiamı şöyle öne sürmek daha doğru olur gibime geliyor. Türk-Arap-Farisi yazarlar içinde Alman Stefan Zweig gibi, şerefleri için intihar eden bir yazar çıkmadı. Lakin İran'da Ali Şeriati, Abdulkerim Suruş ve Türkiye'de ise İsmail Beşikçi, Cemil Meriç, Şerif Mardin, Ali Bulaç, Abdurrahman Aslan ve Abdullah Öcalan benzeri bir dizi düşünür-feylozof çıkarmayı başardığını söyleyebiliriz.  

Şimdi bu anlattıklarımda enteresan olan bir şey var: İsimlerini zikrettiğim ve ''Türkiye vatandaşı'' olan bu altı büyük fikir insanın içinde sadece İsmail Beşikçi hocanın etnik kökeni Türk! 

Ali Bulaç, Abdurrahman Aslan ve İsmail Beşikçi hocayı uzun yıllardır okuyor ve takip ediyorum. Cemil Meriç ve Şerif Mardin'le karşılaşma imkânım olmadı. Ancak her iki düşünürün eserlerini okuma imkânım oldu. 

Ali Bulaç, Mardinli bir Arap, Abdurrahman Aslan, Vanlı Bir Kürt, Abdullah Öcalan Urfalı bir Kürt, Şerif Mardin Mısırlı Bir Arap, Cemil Meriç Rumeli göçmeni-Yunanlı bir ailenin çocuğudur. 

Özellikle Cemil Meriç ve Abdurrahman Aslan Kürt meselesi konusunda tek bir kelime etmemiştir. Şerif Mardin ise Kürt meselesine dair özel bir açıklama yapmamıştır. Ancak Türkiye'deki farklı etnik kimliklere ve inanç gruplarına ''mahalle baskısı'' vurgusunu yapmıştır.  

Ali Bulaç'la yaptığım bir telefon sohbetinde Kürtlerin İslam dünyasının kalbi olduğunu, İslam dünyasının bugün iki başat sorun yaşadığını ve bunlardan birinin Filistin, diğerinin Kürdistan meselesi olduğunu ileri sürdü.  Bulaç, Bu iki mesele çözülmediği sürece, Ortadoğu'nun ve İslam dünyasının, suhulet ve huzur içinde yaşamasının mümkün olmadığını düşünüyor. Ona göre bugün Türklerin, Arapların ve Farisilerin hakları neyse, Kürtlerin de hakları aynı olmalıdır. Yani,  ne bir dirhem eksik, ne bir dirhem fazla. 

Kürtlerin Güney'de devlet olmasının, Rojava' da özerklik-federasyon tipi bir yapılanma da kendisini ifade edişinin ve Kuzey Kürdistan'da ise Kürtçe' nin ikinci resmi dil hakkına kavuşmasının, Kürtçe'nin anadilde eğitim ve öğretim dili olması ve birlikte yaşamanın Türkler ve Kürtler açısından hem rasyonel bir çözüm ve hem de İslam'ın hak, adalet, hukuk ve kardeşlik mefkûresine en uygun çözüm yolu olduğunu düşünüyor. 

Sevgili Ali Bulaç'ın Kürdistan meselesiyle ilgili bu değerlendirmelerini elbette ki, çok anlamlı ve değerli buluyorum. Bulaç'ın Kürt meselesiyle ilgili detaylı çözümlemelerini ve çözüm önerilerini merak edenler ''Kürtler Nereye'' adlı eserine başvurabilirler. 

Türk yazarlar liginde, Kürtlerin kendi ülkelerinde her millet gibi, mutlaka hükümdar olmalarını savunan ve bu uğurda 17 yıl hapis yatan İsmail Beşikçi hocanın şahitliğini takdire değer buluyorum.  İsmail Beşikçi'nin Kürdistan tanıklığı Kürtler üzerinde büyük bir etki yaratmış ve Kürtler onu büyük bir değer olarak görüyor. 

Beşikçi; Türk devletinin Kürdistan coğrafyasını işgal ettiğini, Türk halkının bu işgali meşru gördüğünü, Kürtlerin anadilini yasakladığını, ontolojik varlığını inkâr edip, fizyolojik varlığına tecavüz ettiğini söylemekten asla geri durmamıştır. 

Bu anlamda Hasan Mezarcı'nın Kürdistan tanıklığı da önemlidir. Mezarcı, eski bir Türk İslamcı, eski Refah Partisi milletvekilidir. Şimdi ise kendisine Mesih diyen Mezarcı’ nın, 17-01-2022 tarihinde Rûdaw’ dan Rawîn Sterk’ e verdiği mülakatta İsmail Beşikçi gibi Kürdistan şahitliğini cesurca şu sözleriyle beyan etmesi oldukça anlamlıdır: 

  “Ben açıkça şunu söylüyorum: Türklerin devleti var, Arapların devleti var, Farisilerin devleti var, Ermenilerin devleti var, her milletin devleti var; neden Kürtlerin bir devleti yok? Dolayısıyla bu büyük bir haksızlık ve büyük bir zulümdür. Kısaca, İslam dünyası topyekûn bir medeniyet sorunu yaşıyor'' diyordu. 

Son olarak, İsmet Özel'le ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum: İsmet Özel ile ilk karşılaşmam 1994’de İzmir ‘de bir kitap evinde oldu. Bu adam eski bir Türk solcusu! Solculuğu; Türkleştirdi ve en son İslam’ı da Türkleştirmeyi başardı. Ali Şeraiti yıllar önce şunu demişti: ''Türkler İslam'a teslim olmadı, İslam'ı teslim aldı.'' Özel'in şimdiki hedefi ise; Kürtleri Türkleştirmek ve Alevileri Sunnileştirmek! Bunu başaramadığı takdirde Türkiye’nin bölüneceğini işaret ediyor. Doğru söylüyor! Ama bu kez başaramayacak! 

Geçmişte, İslam’ın hüküm sürdüğü TOPRAKLAR bütün Müslümanların vatani olarak tasavvur ediliyordu, öyle olduğuna inanılıyordu ya da birileri buna inandırılıyordu! Ne gariptir ki şimdi aynı topraklarda her millet birden fazla devlete sahipken, Kürtler ise bu Müslüman devletlerin sömürgesi ve hâlâ eski kafa! 

Örneğin Halifeliğin Türkler’ den alınıp Araplara verilmesini öneren ilk milliyetçi Arap düşünür Abdurahman Kavakibi olurken, ümmetçilikten Arapçılığa geçişi öneren ise gene bir Arap düşünür olan Necip Azuri’dir. Bugün Araplar, 450 milyon nüfusa ve 22 devlete sahipler. 

Sevgili gençler! Bir de Hint coğrafyasına bir göz atalım: Muhammed İkbal, Brahman soyundan, Hint asıllı bir düşünürdür. Sonra Müslümanlığa geçer, ama sekûler bir İslam düşünürüdür. Siyasal İslamcılar, İkbal'e her fırsatta hayranlığını gösterirken, onun Ali bin Cinnah ve Atatürk hayranı olduğunu bilmiyorlar mı?(!)

Beşir Ayvazoğlu'nun "Mehmed Akif ve Muhammed ikbal" adlı eserinde şu bilgileri paylaşır: ''Dua edelim kardeşlerim, o bayrak, o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslam'ın güneşi kararmasın, Allah, Müslümanları Hıristiyanlara karşı savunan Büyük Lider Mustafa Kemal'e yardım etsin. İslam'ın son askerlerini muzaffer kılsın.''  

 Kürt yazarlarda ise durum çok daha trajik! Tıpkı ülkesi Norveç’i işgal eden Nazilere sempati besleyen Knut Hamsun gibi, Kürt yazarların önemli bir bölümü ülkelerine değil, sömürgeci devletlere sempati besliyor! 

Bilgisayar çağının güzel gençleri! Kürt kimliğime nasıl yabancı olduğumu ve Kürt kimliğimi ifade etmekte ne kadar çekingen davrandığımı size göstermek için, ilginç bir hatıramı paylaşmak istiyorum: 1991 yılında Bingöl merkezde, 'Ülfet Kitap Evi'ni çalıştırıyordum. Kürt meselesiyle ilgili hiç bir eser satmıyordum. O dönem şehir merkezinde Kürt yurtseverlere ait tek bir kitabevi vardı;''Mezopotomya Kitabevi'' 

 S. B isminde, takva ve ilim sahibi bir yurtsever bir arkadaşım vardı. Bir gün bu arkadaşımla birlikte 'Mezopotomya Kitabevi'ne uğradık. Arkadaşım, Ehmedê Xanî'nin; 'Mem û Zîn'in aşk romanını ve Şivan Perwer'in 'Halepçe' isimli müzik kasetini satın aldı. Doğrudan benim sahibi olduğum kitap evine geldik.   

Arkadaş, 'Mem û Zîn’ eserini herkesin göreceği şekilde dükkânın ön vitrinine yerleştirdi ve Şivan Perwer'in de ''Halepçe'' kasetini teybe koydu. ''Halepçe Parçası'' bittiğinde ikimizin de tüyleri diken diken olmuştu!   

Arkadaşımla birlikte Şivan Perwer'in ''Halepçe'' kasetini İslamcı arkadaşlarımızdan gizli dinlerdik. Çünkü arkadaşlarımız tarafından dışlanacağımızı ve tekfir edileceğimizi biliyorduk!

Şimdi başka bir medeniyetin zaviyesine geçelim: İki yüz yıl önce Avrupa' da ulusların kendi kaderini tayın etmede ve özellikle Yunan uluslaşmasına öncülük eden ''Küçük Kaynarca Anatlaşması''nın önemi oldukça büyüktür! Aynı zamanda Osmanlı-Türk İmparatorluğu içeriden yavaş yavaş çökme ve toprak kaybetme dönemidir!  

 Aslında Yunanistan bağımsızlık fikriyatının kahramanı Filozof Rigas Fereos'dir. Fereos, Montesquieu’nin (Kanunların Ruhu) adlı eserini okur, Yunancaya çevirir. Napolyon Bonapart ile temas kurup Helen topraklarına bağımsızlık getirmesi için onu teşvik eder. 

Rigas Fereos’un Yunan Aydınlanmasına ve Yunan millî hareketine paha biçilmez katkısı nedeniyle idam edildiği halde; 1821 isyanına giden süreçte Yunanlar için ulusal bir kahraman haline gelir.  

1798’de Avusturya, Rigas Fereos’u ve bir grup dava arkadaşını yakalayıp Osmanlı’ya teslim etmiş ve Rigas Fereos kırk gün işkence edildikten sonra idam edilir.  Daha sonra 1814 yılında onun fikirlerinden ilham alan Emmanouil Ksantos, Nikolaos Skoufas ve Athanasios Tsakalof adlı Yunan Aydınları ''Filiki Eterya Hareketi''ni kurarlar. Bu aydınlar hareketi yunan bağımsızlığını gerçekleştirir. 

 Bulgarları bağımsızlığa taşıyan ''BATAK KATLİAMI''  dır! Türk güçleri bir Bulgar köyünü basar yüzlerce Bulgar Yurtsever köylüsünü katleder ve Avrupa Devletleri bu katliama sessiz kalmaz ve Bulgarları 1908’de bağımsızlığa taşır! Sanırsam, Kürtler ROBOSKÎ Katliamını dünyaya iyi duyuramadılar!

Şimdi başka bir kıtaya bakalım: Thomas Paine’nin 1776’da çıkan “The Common Sense” adlı eseri eski kardeşleri birbirinden ve Britanya Krallığından kopuşu sağlamıştır. Yazarın bu kitabı Amerikalı gerilla, siyasetçi ve yurtseverleri coşturmuş ve Amerika’yı bağımsızlığa taşımıştı! 

 Kürtlere gelince; beş bin yıllık dillerini unuttular; yerli inançlarını ve kültürlerini terk ettiler! ''Çöl bedevilerinin ve bozkırlarda gelen at hırsızlarının ve şehir haydutların önünde secdeye kapandılar!  Öyle ki bir bölümü Kürt olduğunu gizliyor, bir bölümü Kürtlüğünden utanıyor, bir bölümü Kürt olmanın başa bela ve musibet getireceğine inanıyor!  Bir kaç asırdır yeryüzünde hükümdarsız yaşıyorlar ve yalınayak dolaşıyorlar! Çok daha kötüsü, Muhammed peygamberin doğduğu ülkede doğan, yaşayan ve ziyaret eden cahil, dilenci, hırsız ve katil bir insan bile olsa, Kürtlerin önemli bir kesimin gözünde dünyanın en değerli varlığı olarak görülüyor! Sonuç olarak; Kürtler’ in İslam dinine ve Müslüman halklara büyük emekleri oldu ve bu emeğin karşılığı bu olmamalıydı.  

 


 

Editör: TE Bilişim