Gazete Emek- Aydınların mücadelesi ve özellikle aydın sınıfının oluşumu ilkin Avrupa’da Hristiyan dogmatizminin baskıları karşısında özgür düşünce ve hümanizm direnişi olarak ortaya çıkar. Yani aydın sınıfının oluşumu ilkin, iktidar zulmü ve zalimliği karşısında ezilen sınıf yanında ve özgür düşünce davasında yer almakla belirir.

Aydınlar, sanatçılar, entelektüeller tarihsel gelişimi itibariyle kölelik düzenlerine karşın toplumun içinden çıkmışlardır.  Galileo Galilei, Giardiano Bruno, Sokrates, voltaire, Hallac-ı Mansur, Muhyiddin ibn-i Arabi, Roger Bacon, Hypatia hakikat uğrunda iktidar eliyle cezalandırılan düşünürlerden sadece bazılarıdır.

Bir aydın ve sanatçı vardır. Bir de bunların çakması imitasyonu vardır. Aydın ve sanatçı hakikat uğrunadır. Tarih, bu yol üzerinde canlarını verenler ve mahpusluğu göze alanlarla doludur. Bu açıdan bir ses ve haykırışlardır. Sesleri duyulmayanların, haykırışları işitilmeyenlerin ifadesidirler. Onların, gerçeği ifşa etme gibi bir görevi vardır. Bu görevler maskeli tanrılar örtük krallar çağı altında, İktidarın hokus pokus dönemlerinde daha da elzem olmuştur.

Aydın ve sanatçı, güçlü bilincin güçlü zihnin kudretini temsil eder. Sadece beyin işçisi değil, aynı zamanda ‘yürek işçisidirler.’ Çünkü kendi toplumlarının kültür ve değerlerinden onun vicdanından bağımsız oluşmamışlardır. Toplumsal statüleri gereği güçlü bir ağırlığa ve karşılığa sahiptirler. Bunu Emile Zola’nın Dreyfus davasındaki tavrında J.P.Sartre’ın Cezayir duruşunda Voltaire’ın Calas davasındaki tutumunda görebiliyoruz.

Modernizmin büyük düşünürü olan M.foucault’nun analizlerinden beri iktidarın artık çok yollu ve çok kollu bir örgütlenme içerisinde olduğu aşikar. İktidar ile birey arasında önceden daha çok iktidar ve özne münasebeti vardı. Fakat artık iktidar kendi yandaşlarını yaratma yoluna girmiştir. Kilise-Diyanet, Okul, Kışla, hapishaneler, tımarhaneler, Psikiyatriler entelektüeller, sanatçılar, medya ile bir koalisyon kurmuştur. Dolayısıyla iktidarlar, toplumsal mühendislik konularında aydınları sanatçıları çokça kullanmıştır. Bunun Türkiye’ deki somut örneği işgali ve militarizmi meşrulaştırmak için Suriye sınırına yığılan ‘sanatçı’ ve ‘aydınlardır’ Bunu küçümsememek gerekir toplumsal dinamiğin oluşmasında ve konumlanışında aydın ve sanatçının rolü proleterya, orta sınıf ve burjuvaziden daha az değildir. Buna karşın maalesef bizim topraklarımızda imitasyon aydın ve sanatçılar iktidar çarkında özgür insanı ve özgürlük zihniyetini öğüten sistemin dişleri haline getirilmiştir.

İktidara eklemlenmeyen aydın ve sanatçının Türkiye’deki yeri ise yine tarihsel olarak karşımıza çıkmaktadır. 1993 Madımak katliamı hafızalardaki yerini korumaktadır. Otuz üç aydın otelde diri diri yakılmıştı. Günümüzde ise aynı politikalar sanatçılar ve aydınları medyadan tecrit, ajanstan ekipten kovma, ekonomik ve sosyal ambargo koyma gibi yöntemlerle kendisini sürdürmektedir. (Füsun Demirel, Deniz çakır yakın dönemin örnekleridir.)
Çok daha yakın günlerdeyse imitasyon aydın ve sanatçı sorunu Altın Portakal ödül töreninde bir daha yaşanmış ve ortaya çıkmıştır. İktidar yanlısı ‘sanatçı’ muhalif bir sanatçının konuşmasına sabredememiştir. Kendisini aklamak için ise devlet erkanının ağzıyla konuşmuştur. Ortaçağdan kalma bir alışkanlıkla hemen karşısındakini ‘cadı’, ‘Şeytan’, ‘Terörist’ ilan etmiştir. Böylece kimin imitasyon kimin hakikat üzerine olduğunu da göstermiştir.

Editör: TE Bilişim