YAZAR KÖŞESİ

Zuhal Özden yazdı: Sınırsızlığın İçinde Kaybolmak

Abone Ol

Tanrı “Ol” dedi ve yeryüzü yaratıldı.

İnsanı yarattı; ona bir zekâ verdi.

Bence şimdi seyrediyor: “Bakalım bu donanımla neler yapacak?” diye.

İnsan da tuttu teknolojiyi yarattı.

Tıpkı zekâsının sınırları gibi, insanoğlu bu yarattığı şeyin sınırlarını da tahmin edemiyor. Hatta bu aralar kontrol edemiyor.

Avustralya’da 16 yaşa kadar çocukların internet erişimi yasaklanmış deniyor. Bu çocuklar herhangi bir sosyal medya ağına erişim sağlayamayacaklar. Ağır bir maddi yaptırım uygulanacak bu tarz uygulamalara.

16 yaşına kadar internet kullanmış birine nasıl birden yasak uygulayacaksın; benim pek kafam basmadı.

İnsanlar yalnızlar ve kafası kesilmiş bir tavuk gibi geziniyorlar. Sese gider gibi internete çekiliyorlar sanki. İnternetin kesik olduğu, elektriğin olmadığı bir dünya, bir kâbus senaryosu demek.

Okullarda çocuklar manifestolar yayınlıyor. Bunu kendi WhatsApp gruplarında paylaşıyorlar.

Beni dehşete düşüren velilerin sakinliği. Zorba çocuklarını kollaması. Okula gönderirken

“Çocuğum, sana biri vurursa sen de ona vur; hadi bakalım, iyi dersler” demesi.

Öyle bir çocuk, oğlum ilkokul birinci sınıftayken defterlerini ayağının altına alıp paspas gibi yerde sürüklüyordu. Veliler anneye şikâyet edince, “Ay ben çocuğumu ‘sana vurana sağ yanağını çevirme’ diye gönderdim ama yanlış anlamış” demişti.

Böyle aileleri komple terapiye almak gerek.

Okullardaki rehberlik bölümleri görevini yapmakta yetersiz kalıyor. Veliden korkuyorlar, müdürden korkuyorlar. Çünkü çocuklar birer bağlantı. (Okula bağış yapılmadan kimse kayıt edilmiyor; kolejde ise tonlarca para dökülüyor.)

Herkes şu okul birincisi çocukların nasıl bu kadar kötücül olabildiğine şaşırıyor. Neden olmasınlar? Kim bilir birinci olabilmek için ne maratonlardan geçtiler; nelerden mahrum kaldılar. Ya da ders çalışmak için kapandıkları odalarında kendilerine nasıl bir dünya yarattılar.

Bu çocuklar anne babalarının genlerinin dışında, içine doğdukları dünyanın hafızasına da sahipler. Her yeni doğan resetlenerek, yenilenerek daha zeki doğuyor. Bu da dünyanın engellenemez alametifarikası.

Öğretmenlerin çocuklarla bir olup başka çocukları zorbaladığını da bu devirde gördük. Ya da internet sayesinde fark ettik. Öğrenciler de aynı şeyi öğretmenlerine yapıyor. Öğretmen şikâyetçi olmuyor; seviyormuş çocukları.

Sevmek başka bir şey. Bu çocuklar saygısız.

“Bu çocuklara saygıyı öğretin” demiyor kimse. Kendine saygı duymayan anne baba da çocuğuna saygı duymaz, demiyor.

İnsanlar yalnızlıktan ölüyorlar. Onları tetikleyen, tehdit gördükleri dünya… O kadar çok şey var ki, içlerine kapanıp kendi dünyalarında onlarla oyalanmak, gönüllerini hoş etmek istiyorlar.

Çocuk doğuruyorlar; sonra onları mikroskobun altında inceler gibi büyütmeye kalkıyorlar. Ya da bırakıyorlar; okulda öğretmenleri uğraşsın. Sonuçta karınları doyuyor, giysileri tamam; eve gelince odası var.

Babam bana kızdığı bir gün “Senin yaşında benim evim, arabam, üniversiteye giden çocuklarım vardı” demişti. “Yazık” demiştim; beni aşağılayarak iyi hissetmeye çalışıyor.

Oysa her zaman yeni gelen hep bir önde oluyor. Dünyanın kuralı böyle.

Bizim çocuklarımızın aklına yetişmemiz imkânsız; dünyalarını anlamamız da mümkün değil. Sadece evin hâllerini kopyalarlar. Evde nerede konumlanırsa, oradan inşa ederler hayatlarını.

Bu yasaklar, geldiğimiz yüzyılda bana uygun gelmiyor. İnsan zekâsına aykırı.

İnsanı insan yapan yapı taşları zaman içinde hasar aldı, döküldü, yok oldu. İnsanlar teknolojiyi yarattılar. Onu herkesin kullanımına açtılar; herkes de meşrebince kullanıyor.

Güney Afrika’da bir kadın, kuzeni öldürülüp yol kenarına atılınca yapay zekâdan faydalanmaya karar vermiş. Onun ülkesinde kadın ölümleri sıradanlaşmış; katili bulunamamış.

Kısaca GRIT adını verdikleri sistemi Afrikalı yazılımcılar hazırlamış; ücretsiz yapay zekâ araçlarından biriymiş. Bu uygulamanın bazı yanlarına itiraz edenler olmuş: danışmanın insan olması gerektiği ya da hukuki yardımlarda bazen yapay zekânın hatalı bilgiler verdiği gibi konular gündeme gelmiş.

Sonuçta mağdur olan insanların oraya kaydettiği her şey kaybolmadan muhafaza ediliyormuş.

İnsanların iyilik ve kötülükle dünyaya gelmesi gibi, kendi yarattıklarının da eksikleri kusurları var anlaşılan. Sonuçta tanrı değiller.

Burada sorun, bu sınırsızlığın içinde kaybolmak sanırım.

Her birimiz uzaya fırlatılmış astronotlar gibiyiz. Ya da Mars’a gitmişiz de Bodrum’a mı gitseydik hayalleri kuruyoruz.

Hepsi aklımızın hızına, alışkanlıklarımızın yetişememesinden kaynaklanıyor belki de.

Güzel günlerde görüşelim; görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.