Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) Dünya genelinde çatışma ve çözüm süreçleri üzerine toplantılar yapıyor. Bir dönemler önemli sıkıntılar yaşamış olan dünyanın farklı ülkelerinde toplantılar yapan DPI'nin bu defaki durağı İstanbul oldu. Diyarbakır'dan bağımsız bir gazeteci olarak ben de toplantıya davet edildim. Büyük bir keyif ve heyecanla toplantıya gittim. 

İstanbul'da yapılan toplantıda Türkiye'deki çatışma ve çözüm süreçlerinde medyanın rolü, gazeteciler, deneyimli siyasetçiler ve akademisyenler tarafından tartışıldı. DPI Türkiye Program yöneticisi Esra Elmas, Uzun yıllar Türkiye dışında çatışmalı süreçlerin nasıl çözüldüğü üzerine çalıştıklarını ama son bir yıldır Türkiye üzerinde de konuşmaya başladıklarını söyledi. Elmas, toplantıların farklı isimlerle devam edeceğine yönelik de mesaj verdi.

İstanbul'da yapılan programın en önemli konuğu ise İngiltere, Londra Üniversitesi'nden DR. Tom Colley oldu. Colley, 'Çatışma çözümünde stratejik iletişim; dezenformasyon ve sosyal medyanın önemine dikkat çeken bir sunum yaptı. Farklı ülkelerden geleneksel ve sosyal medya üzerinden verdiği örneklerle tartışmayı açan Colley, geleneksel medyanın düşünülenin aksine halla çok güçlü olduğunu belirtti. Colley'e göre, sosyal medya ne kadar hızlı ve etkili olursa olsun geleneksel medyaya olan güven halla daha fazla. Örneklerle güzel bir sunum yaptı. Bizler de sorularımızı sorduk. 

Ama şunu çok net gördüm ki Türkiye ile oradaki örnekler arasında kocaman bir fark var. Örneğin Gazeteci Ayşegül Doğan, yaptığı sunumda Reuters'in medya raporunun içeriğini anlattı. Raporda, 37 ülke içerisinde Facebook ve Whatsapp üzerinden en fazla haber paylaşan ülkenin Türkiye olduğu yine haber okumanın en önemli yolları da internet ve akılı telefon aracılığıyla yapılıyor. Kolombiya'da ayrı, Güney Afrika'da ayrı, İngiltere'de ayrı, İspanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde ayrı süreçler işledi. Türkiye'de ise bu süreç uzaktan görüldüğü kadar kolay değil. Suriye, Irak, İran, İsrail ve Ermenistan'ın içinde olamayacağı bir çözüm sürecinden bahsetmek çok ütopik geliyor. Çünkü Türkiye'deki çözüm sürecinin hepsi birer parçalarıdır. Türkiye'deki çözüm sürecini İran'daki, Irak'taki veya Suriye'deki Kürtler'den bağımsız ele alamazsınız. Hata Avrupa'da diaspora'da yaşayan çok ciddi ve politik bir Kürt nüfusu var. Bu kadar geniş bir alana yayılmış bir sorunu Türkiye içerisinde çözmeyi beklemek biraz hayalciliktir. 


Bu kadar geniş bir alana yayılmış sorun için de çok geniş alana yayılan bir çözüm perspektifi gereklidir. Medyanın bu durumu ele alırken bütün bu dinamikleri dikkate alması lazım. Peki, medya ne kadar bağımsız bu durumu ele alıp işleyebilir bu da çok zor bir soru. Aslında DPI'nin İstanbul'daki toplantısında en çok tartıştığımız üzerinde durduğumuz konu da bu oldu. Colley, İngiltere'deki örneklerini verirken, medyanın yapmış olduğu çarpıtmaların önemli bir kısmını kendi insiyatifi ile yaptığını görüyoruz. Bu dezenformasyonların sebebi çok fazla politik veya yargısal değildi. Elbetteki öyle olanlar da vardı. Örneğin Trump örnekleri başka bir durumu gözler önüne seriyor. Ya da Brexit meselesinde medyanın bölünmesi, acaba kendi insiyatifi ile olan bir durumdur yoksa İngiltere parlementosundaki grupların yönlendirmeleri midir? Ben daha çok kendi insiyatifleri ile beli kutuplaşmalara doğru gittiklerini tahmin ediyorum. 

Örneğin, toplantıda sorulan önemli bir soru vardı. İmralı notları çözüm sürecinde önünüze gelse gazeteci olarak nasıl bir tavır alırdınız? Bu soruya salondaki gazeteciler farklı yanıtlar verdi. Duvar'dan Sadık Güleç, büyük bir keyifle haberleştireceğini söylerken Oral Çalışlar ise o dönem haberleştirmediğini ve şimdi de olsa haberleştirmeyeceğini söyledi. Çalıçlar, dost ortamında söylenen bazı şeylerin haberleştirilemeyeceğini söylerken başka gazeteciler çok önemli bir aktörün söylediklerinin nasıl bir dost ortamında olabileceği ve nasıl haber değerinin olmayacağını sorguladı. İmralı notları benim elime gelse ben haberleştirir miydim? Elbetteki gazetecilik süzgecinden geçirir haber kaynaklarına zarar vermeyecek şekilde haberleştirirdim. 

Önemli bir soru da, bir gazeteci haber yaparken barış sürecinin selametini düşünebilir mi? 

Ben bu soruyu şöyle değiştirip bir daha sorayım. Çözüm sürecinde ve sürecin selameti açısından çok kötü olan bir kişi ağır yaralandı ve doktorun önüne geldi. Bu kişinin iyileşmesi çözüm sürecine yapacağı etki anlamında olumsuz olacak. Doktor, bu kişiyi iyileştirmeli midir?

Peki, bu doktorun hipokrat yemini ne olacak, bu doktor her önüne gelen hastanın herhangi bir sürece yapacağı katkıya göre mi tedavi yapacak.?

Bence, yapmamalı. 

Doktor, hangi şart altında olursa olsun önüne gelen kişinin kimliğine bakmadan tedavisini yapmalıdır. Bir mühendis, müteahit, yapacağı binada nasıl bir etkinlik yapılacağını düşünmeden o binayı yapmalıdır. Bir öğretmen, öğrencisinin ileride nasıl bir karektere evrileceğine göre değil bütün öğrencilerine yaptığı gibi eşit bir şekilde eğitimini vermelidir. Bir gazeteci de haber değeri olan ve mesleki etik ilkelerine uygun haberleri yapmalıdır. Bir gazetecinin yaptığı bir haber çözüm sürecini bitiriyorsa demek ki o çözüm süreci çok sağlıklı ilerlemiyor. Belki de gazeteci barış sürecinin selametini düşünerek o haberi yapmadığı için sahtekarlıklar karşılıklı birikecek ve daha kötü bir sürece evrilecek. Ben bir gazeteci olarak ne olursa olsun önüme gelen ve haber değeri çok yüksek olan bir durumu vicdani ve etik süzgecimden geçirerek haberleştiririm. 

Programa katılan gazeteciler ve diğer katılımcıların çözüm süreci ve medyaya ilişkin fikirlerini kısaca bir özet olarak geçeyim. 

Sivil Sayfalar'dan Emine Uçak Erdoğan, şuan başlayabilecek bir çözüm sürecinde medyanın rolünün artık daha faydalı olabileceğini söylerken, süreç zamanında medyanın da rolünü tarafların rolüne göre belirlediğini söyledi. Evet, o dönem medya pozisyonunu tarafların rolüne göre belirledi. Şuanda daha farklı bir tutum alabilir mi zannetmiyorum. O dönem nispeten ekonomik de olsa daha güçlü bir anaakım medya vardı ama hepsi satıldı ve geriye kalan medya organları büyük oranda sadece tarafı çok net olan medya organları oldu. Oral Çalışlar'ın toplantıda dikkat çekici bir cümlesi vardı. O dönem çok sert olan kutuplarda olan medyaya kimse dokunmadı diye. Yine en çok zarar gören daha ortada olan medya organları oldu. Ufuk Uras, muhalif medyanın da ciddi özeleştiri vermesi gerektiğine dikkat çekerken Yıldıray Oğur ise Türkiye'de bir gazetecilik ekolünün oluşmadığını söyledi. Türkiye'de gazeteler ve medyanın hep bir politik araç olarak kullanıldığına dikkat çeken Oğur, "Herkesin ideolojisi haberlerine çok fazla yansımaya başladı. Eğer çözüm sürecinde iki tarafın medyası bu kadar çarpıtma işine girmeseydi 3. bir göz görevi görebilirdi." dedi. Vahap Coşkun da buna benzer şeyleri vurguladı. İki tarafın da süreci yönetenlerin yerlerine geçip onlardan çok politikalarını desteklediklerini ve onlara angajman olduklarını söyledi. Vahap Hoca, iki tarafın medyasının da çok taraflı bir dil kullandığını vurguladı. 

Türkiye'nin bugün gelinen noktada başka bir gerçeklikle karşı karşıya olduğunu belirten Nagihan Alçı, toplumun her anlamda olduğu gibi Kürt meselesinde de çok kutuplaştığını ifade etti. Alçı, yıkılan köprülerin tekrar nasıl kurulabileceğinin tartışılması gerektiğini de söyledi. 

Herkesin fikrini özgürce söylediği son derece demokratik bir tartışma ortamında çözüm sürecinde neler yaşandığının bir fotoğrafını çektik. Çok farklı görüşler olmasına rağmen görüşlerinin hemen hemen hepsinin de haklılık payının olması aslında nasıl içinden çıkılamaz girift bir süreç ile karşılaştığımızı da gösteriyor. Geçtiğimiz yıl İrlanda'daki toplantıya da katılmıştım. Orada da çok kapsamlı ve geniş perspektifli bir toplantı olmuştu. Bu toplantılara katılan herkese sorulan klasik bir soru var; "Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor" diye. Vallahi de billahi de tillahi de ne ben ne de o toplantıya katılan herhangi birinin bu konuda bir bilgisi yok. Bu konuda herhangi birisinin kulağına da fısıldama olduğu yönünde bir izlenim edinmedim. Ama o toplantıya katılan herkes, insanların ölmeyeceği ama ne kadar sert tartışılırsa tartışılsın bir sürecin olmasını istiyor. 

Tek bir insan dahi ölmesin ama bu süreç isterse yüz yıl tartışılsın. Ama insanların hayatını kaybettiği, canlıların zarar gördüğü bir süreci hiçkimse arzu etmez. DPI bu konuda çok önemli bir sivil toplum örgütü görevi görüyor. Görüş olarak birbirinden çok farklı insanları da bir araya getirip bir tartışma ortamı oluşturuyor. Hepimiz toplumun kutuplaştığını söylüyoruz ama aslında biz gazetecilerin de ne kadar kutuplaştığını göremiyoruz. İlk başta bizlerin birbirimizi ön yargısız dinlememiz gerekiyor. 

Benim Nagihan Alçı ile görüşüm yüzde yüz zıt olsa da ben onu dinliyorum. Bağırmayan, çağırmayan herkesin oturup tartışması lazım. Bizler bölgede dolaştığımızda çok sık bu yönde sorularla karşılaşıyoruz. Hepsine ayrı ayrı cevaplar veriyoruz veya haberlerimiz ve yazılarımızla anlatmaya çalışıyoruz. DPI'nin üstlendiği rolü, birçok kurumun da elini taşın altına koyarak üstlenmesi lazım. Tartışma kültürünü oluşturduğumuz andan itibaren her şeyi konuşmaya başlayabiliriz demektir. Şimdi hatırlamıyorum ama bir gazeteci toplantıda, "sanki sürecin üzerinden 3-4 yıl değilde onlarca yıl geçmiş gibi konuşuyoruz" dedi. Evet hakikaten sürecin ardından o kadar yorucu bir dönem geçirdik ki hepimiz, yılların yorgunluğu var üstümüzde. Her ne kadar birbirimize tahammül sınırlarımız çok daralmış olsa da dinlemeliyiz, empati kurmalıyız ve anlamaya çalışmalıyız. Yoksa 100 yıl sonra da biz ne hatalar yaptık olmadı diye tartışmaya devam ederiz.