Gazete Emek- 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Sebahat Tuncel, muhalefetin halkla kurduğu bağın zayıfladığına dikkat çekti. Sosyal medya platformları üzerinden geliştirilen siyasetin sorunların çözülmesine çok katkı sunamayacağını belirten Tuncel, "Türkiye sol ve sosyalist hareketinin yapması gereken Kürt halkıyla, Kürt halkının siyasi temsilcileriyle, HDP ile dayanışmayı güçlendirmesi, Kürt sorununun çözümü için daha çok emek ve çaba göstermesidir. Önemli olan HDP’yi kapattırmamaktır. Bunun için safları sıklaştırmak ve mücadeleyi yükseltmek gerekir" dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin HDP'nin kapatılmasına yönelik sözleri ile ilgili Tuncel, "Bahçeli'nin talebi Kürtlerin kültürel soykırımını başarıya ulaştırmak.

'Hayatımın Haberi' adlı kitapta gazeteci Akinan'dan Erdoğan ile ilgili dikkat çeken iddia!

Cumhur İttifakı'nın eş başkanlığını yapan Bahçeli 21. yüzyılda Kürtlerin kendi kaderlerini belirleme, kendi varlığını korumasını ve kendi kendini yönetmesini engellemek istiyor" ifadesini kullandı.

Filiz Gazi'nin sorularını avukatı aracılığıyla yanıtlayan Sebahat Tuncel'in Gazete Duvar'da yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:

‘’KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ GELİŞMEYECEKTİR’’

HDP’nin Kürt halkıyla olan teması ve Batı’yla olan teması sizce denk mi gitmeliydi ya da orada nasıl bir denge kurulmalıydı? Sizin sözünüz, yolunuz yönteminiz bu konuda neydi?

HDP kurulduğundan bugüne aslında benzer tartışmalar yürütülüyor. HDP birleşik mücadelenin Türkiye'deki halkların, inançların, kadınların, ekolojistlerin, hak savunucularının ortak mücadele zeminidir. Ve bence şu an iktidar karşısında direnen neredeyse tek birleşik güç olması açısından da çok kıymetli. Kısacası HDP hem Kürt halkının hem Türkiye halklarının ortak mücadele zemini.

Boğaziçi eylemleri gerekçesiyle birçok öğrenci gözaltına alındı

Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasi gelişmeyecektir. Diğer taraftan Kürt sorunun çözümsüzlüğü bugün sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu’yu da etkilemekte. Kürt halkının; dil, kimlik ve kültür haklarının tanınması, kendi kendini yönetmesi, kendi geleceğini belirlemesi Türkiye'deki demokrasi sorununun çözümünü de getirecektir. HDP; Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak yaşamını, demokratik cumhuriyetini savunuyor. HDP dışında hiçbir siyasi partinin Kürt sorunu ile ilgili siyasal, toplumsal ve ekonomik projesi yok. Oysa Türkiye halklarının ve Kürt halkının geleceği birbiriyle bağlantılı. Türkiye’yi yönetenler kendi iktidarları için Türkiye'nin tüm kaynaklarını savaşa, çatışmaya, muhalefeti baskı altına almak için kullanıyor. Bugün yoksulluk bu kadar yaygınlaşmışsa, insanlar açlık sınırında yaşıyorsa, eğitim ve sağlık alanında ciddi sorunlar yaşanıyorsa nedeni hükümetin Kürt karşıtı savaş politikalarıdır.

HDP ortak mücadele çatısıdır. Tüm Türkiye halklarının eşit, özgür, barış ve güven içinde yaşaması için mücadele ediyor. Ancak Kürt halkının kendi özgün sorunları için dil, kimlik ve kültür sorunları etrafında örgütleneceği kurumlar da olmalı. Varlığı güvencede olmayan bir halk için varlığını korumak, geleceğini güvence altına almak ancak örgütlü bir mücadele ile mümkün. Bu açıdan HDP’nin en büyük bileşeni olan DBP’nin (Demokratik Bölgeler Partisi) varlığı çok kıymetlidir bana göre. DBP; Kürt halkının eşitlik, özgürlük sorunlarını, Kürt halkının kendi öz örgütlülüğünü sağlaması, yerel demokrasinin gelişmesi, Kürt halkının kendi kaderini kendisinin belirlemesi için çalışma yürütmektedir.

Aslında HDP kurulduğundan bugüne yapılan “HDP’nin Türkiye partisi mi yoksa Kürt partisi mi?” tartışmaları bizim dışımızda yürütülen tartışmalar. Yaklaşık 25 milyon nüfusa sahip bir halkın sorunlarına çözüm getirmeyen hiçbir parti Türkiye partisi olamaz. Bu tartışmalarla özünde Cumhur İttifakı'nın Kürt karşıtı siyaseti ile Kürtleri sadece seçmen olarak gören, Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesini cesurca savunamayan, hatta Kürt siyasetini kriminalize edilmesine zımni destek sunan Millet İttifakı'nın saflarına HDP’yi eklemlemek, Kürtlere karşı siyasi ve kültürel soykırımın bir parçası haline getirmek istiyorlar. Asıl sorun, bugün Türkiye'de yaşanan kutuplaşmanın, siyasi ekonomik krizin aşılması; HDP’nin ortaya koyduğu radikal demokrasi çizgisi, cumhur ve millet bloku dışında demokrasi blokunun güçlendirilmesi ve örgütlenmesi.

‘’TEMSİLİYET KRİZİ CİDDİ BİR SORUN’’

Siyasetin kendisi; temsil etme biçimlerinin yarattığı imajla müsemma. Fikrin ne olursa olsun, temsil edenin seni tuttuğu yerde kalabilme ihtimali var. Parlamenter mücadele içinde -bunca yıllık bir hareketin oluşturduğu dinamikleri, birikimleri hesaba katarak- hakkıyla Kürtleri kim temsil ediyor ya da etti?

Toplumsal ve siyasal sorunların çözümünde temsiliyet krizi aslında ciddi bir sorun ve bu sorun günümüzde daha yoğun görülüyor. Çağımızda insanlığın yaşadığı temsiliyet krizi- ki bu ancak doğrudan demokrasinin kanalları açılarak, halkın, kadınların karar ve uygulama mekanizmalarına katılımının güvenceye alınması ile, yerel demokrasinin gelişmesi ile giderilebilir- 'tek adam rejimi' denilen tekçi bir rejim ile daha da derinleşti. Devleti, iktidarı denetleyecek, toplumun, bireylerin devlete karşı haklarını koruyacak, güvence altına alacak hiçbir mekanizma kalmadı. Tüm kurumlar, denge denetleme kurumları, sivil örgütleri ortadan kaldırma ya da iktidarın politikalarını onaylayan kurumlar haline getirilmeye çalışılıyor. Derneklere kayyım atanması tartışmaları da muhalif kalan birkaç kurumun da sesinin kısılarak, toplum tamamen susturulmak isteniyor.

Bu iktidarın diğer bir adı da bana göre 'kayyım iktidarı'dır. Kayyım siyaseti Kürt halkının siyasi iradesini gasp ederek başladı. Şimdi tüm Türkiye’ye yayıldı. Utanmasalar milletvekillerine de kayyım atayacaklar. Gerçi zaten mevcut meclis başkanı kayyım gibi çalışıyor, muhalefetin hiçbir hakkını korumuyor. Bütçe görüşmelerinde bu çok net görüldü. Sarayın hazırladığı bütçenin bir virgülü bile değiştirilmedi. Tüm bu koşulları dikkate aldığımızda temsiliyet krizinin derin bir sorun olduğunu görüyoruz. Temsiliyet krizi; doğrudan demokrasinin olanakları yaratılarak aşılabilir. Kürt siyasal hareketi, Kürt kadın hareketi bu "temsili demokrasi" krizini uzun süredir tartışıyor ve aşmak için de çabalıyor.

Meclis örgütlenmesi, eş başkanlık sistemi, geri çağırma hakkı (…) aslında bu tartışmaların bir sonucu. Ancak Kürt siyasi hareketi, 2015 yılından bugüne sistematik devlet şiddeti ile cebelleşiyor. O günden bugüne binlerce Kürt siyasetçi gözaltına alınıp, tutuklanmış veya siyaset yapamaz hale getirilmiştir. Bu baskı politikası sadece HDP ile de sınırlı değil. Kadınlara, Kürt halkının örgütlü olduğu tüm alanlara, kurumlara, yerel yönetimlere yönelik sistematik gelişen devlet şiddeti, zulüm politikası var. Tüm bu zor ve zulüm politikaları karşısında durmak, faşizme karşı durmak bile önemli diye düşünüyorum. Direnmek, biat etmemek, mevcut duruma teslim olmamak zafer için umudu da diri tutmaktadır.

‘’TÜRKİYE KİŞİYE ÖZEL BİR HUKUK REJİMİ UYGULUYOR’’

Abdullah Öcalan’a yönelik politika nedeniyle açlık grevine girmeye karar verdiğinizi duyduk. Yüz yüze olsaydık sorumu belki daha iyi izah edebilirdim ama şöyle anlatmaya çalışayım. Politik yerden baktığımda dahi yerli yerine oturmuyor. “Önderlik” kavramı ne için bu kadar gerekli? Aynı şeyi Kürt kadın hareketindeki kadın arkadaşların dev Abdullah Öcalan afişleri altında açıklama yaptıklarında da hissederdim, konuya yabancılaşırdım. Şimdi açlık grevini duyunca yine benzer bir fikirde çakılı kaldım. Niçin?

Keşke bu röportajı yüz yüze yapma imkanımız olsaydı. Ancak mevcut koşullar doğrultusunda anlatmaya çalışayım.

Türkiye'de yaşanan Kürt karşıtı siyaset ve Kürt halkına yönelik gelişen baskı politikaları karşısında bir kez daha cezaevleri sorumluluk üstleniyor. Hatırlarsınız 2018 yılında sevgili Leyla Güven’in başlattığı ve 200 gün süren, binlerce kişinin dahil olduğu açlık grevi sonucunda sayın Öcalan ve arkadaşları aileleri ile görüşebilmişti. Sayın Öcalan'ın yasal hakkı olan avukatlarla görüşebilmesi de ancak açlık grevi sonucu mümkün olabilmişti. Yine bu süreçte sayın Öcalan, yasal hakkı olan ve bugüne kadar kullanamadığı telefon görüş hakkını 21 yıl sonra savcılık izniyle bir defaya mahsus kullanabilmişti. Avukatları 7 Ağustos 2019’da son kez görüştürülmüştü. Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) yayınladığı raporda İmralı’da özel bir hukuk sisteminin, tecrit politikasının uygulandığı ve Türkiye'nin derhal buna son vermesi gerektiği çağrısında bulundu. Aslında İmralı’da devreye konulan bu "özel hukuk" rejimi şu an tüm Türkiye cezaevlerinde pandemi de bahane edilerek genel bir uygulama haline getirildi. Türkiye kendi yasalarını askıya alarak, kişiye özel bir hukuk rejimi uyguluyor. İnsan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden yana olan, hak ve özgürlük mücadelesi yürüten herkesin buna karşı çıkması gerekir. Eğer siz yasaların keyfi uygulanmasına onay verirseniz, yarın sizin başınıza aynısı veya daha kötüsünün gelmeyeceğini garanti edemezsiniz.

Bunları söyledikten sonra asıl merak ettiğiniz konuya gelelim. Eğer bir halkın 'önderim' dediği kişi özgür değilse o halk da özgür değildir. 'Önderlik' yoğunlaşmış halk iradesini temsil etmektedir aslında. Kürt halkının dil, kimlik, kültür, ekonomik, toplumsal sorunlarının çözümünün merkezine koyduğu 'önderine' yaklaşım, halkın nezdinde kendine yaklaşım olarak algılanır. Bunu en son 2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog ve müzakere sürecinde de gördük. Sayın Öcalan’ın çağrısı Kürt halkı tarafından, Kürt hareketinin tüm bileşenleri tarafından olumlu karşılandı. Ve bu süreç tüm Türkiye açısından hak ve özgürlüklerin, demokrasinin alanının en geniş olduğu bir dönem oldu. İnsanlar o dönem geleceğe umutla bakmaya ve birlikte yaşamanın mümkün olduğuna inandı. Ancak iktidar bu süreci sonlandırarak, içeride ve dışarıda Kürt karşıtı siyaseti merkezine aldı. O günden bugüne eş genel başkanlar, milletvekilleri, belediye eş başkanları, belediye meclis üyeleri de dahil olmak üzere binlerce HDP’li gözaltına alınıp tutuklandı. Bununla birlikte muhaliflere, sosyal medya üzerinden kendi görüşlerini paylaşanlara, aydın, sanatçı, iş insanları da dahil Türkiye muhalefeti de benzer bir baskı politikası ile karşı karşıya kaldı.

Kısacası Kürt sorunun çözümü ile Türkiye'nin demokratikleşmesi birbiri ile bağlantılı süreçler olarak gelişiyor. Ve Kürt sorununun çözümü için sayın Abdullah Öcalan ile sonlandırılan diyalog süreci yeniden başlatılmalı ve müzakere süreci geliştirilmelidir. Bunun olması ise ancak mücadele ve dirençle mümkündür. Cezaevlerinde Kasım ayı itibariyle başlayan açlık grevlerini aynı zamanda Türkiye'nin içine girdiği krizden çıkış, Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi, halklar arası eşitlik, kardeşlik açısından bir yol açma mücadelesi olarak görmek ve bu mücadeleye destek olmak gerekir. Bu vesile ile tüm demokrasi ve özgürlük güçlerine içerideki bu sese ses vermeleri çağrısında bulunuyorum.

‘‘BAHÇELİNİN İSTEDİĞİ KÜRTLERİN KÜLTÜREL SOYKIRIMI’’

Devlet Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması yönünde sözleri oldu. Halihazırda işin aslı buna ihtiyaç olmadığını da düşünenlerdenim. Yani HDP fiilen aslında zaten bitirildi. (‘Ne yazık’ diyerek söylüyorum bunu) Tam burada Kürtler ve tabi HDP’yle bağ kuran sol ne yapabilir? Misal yeni bir parti kurulmalı sesleri duyuldu. Sizdeki yol haritası nedir?

HDP’nin kapatılma tartışması daha çok seçim üzerinden ele alınıyor. Bu eksik bir yaklaşım diye düşünüyorum. Esasta Bahçeli'nin talepi Kürtlerin kültürel soykırımını başarıya ulaştırmak. Cumhur İttifakı'nın eş başkanlığını yapan Bahçeli 21. yüzyılda Kürtlerin kendi kaderlerini belirleme, kendi varlığını korumasını ve kendi kendini yönetmesini engellemek istiyor. Bu politikanın önündeki engel direnen Kürtler, Kürtlerin dostları ve tüm halkların, özgür, eşit bir arada yaşamını savunan HDP’dir. Tabiki HDP’ye oy veren 6,5 milyon insan önümüzdeki sürecin belirleyecisi olacaktır. Tıpkı yerel seçimlerde ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinde olduğu gibi.

Türkiye sol ve sosyalist hareketinin yapması gereken Kürt halkıyla, Kürt halkının siyasi temsilcileriyle, HDP ile dayanışmayı güçlendirmesi, Kürt sorununun çözümü için daha çok emek ve çaba göstermesidir. Önemli olan HDP’yi kapattırmamaktır. Bunun için safları sıklaştırmak ve mücadeleyi yükseltmek gerekir.

‘’GÜÇLÜ BİR KADIN ÖRGÜTÜNE İHTİYACIMIZ VAR’’

Her içerde olan insana sorulur. Dışarıda en çok neyi özlediniz? Çıkar çıkmaz yapacağım dediğiniz bir şey var mı?

 Başlarken de söylediğim gibi burada her şey o kadar sınırlı ki insan sınırsız gökyüzüne bakmayı özlüyor. Devlet her nedense yeşili sadece dolarda seviyor, onun dışında yeşile tahammülü yok. Pandemi sürecinde havalandırmamızın duvar diplerinde betonu yırtarak boy veren otları, yeşillikleri her fırsatta kopartıyorlar. Size ne zararı var deyince "Bize böyle söylendi" deniyor. Ağaçların, çiçeklerin başlarına bir iş gelmeyeceğini bilerek onlara bakmayı özlüyorsunuz mesela. Dostları özlüyorsunuz tabii ki…

Son olarak dışarıdaki kadınlara ne söylemek istersiniz?

Yeni bir yıla giriyoruz. 2020 tüm insanlık için zorlu bir yıl oldu ama aynı zamanda kadınların direniş ve mücadelesini bu zor koşullarda da yürüterek umudu diri tuttuğu bir yıl oldu. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, kadın dayanışmasının güçlenmesi tüm topluma fayda sağlayacaktır. Kadın hareketinin önümüzdeki süreci daha örgütlü karşılaması için ortak bir kadın ağının örgütlenmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Kadınların karşısında tüm kurumları ile hem ideolojik hem ekonomik hem de siyasal olarak örgütlü bir erkek egemen sistem var. Bu sistemi aşmak için farklılıklarımızı yok etmeden ama bir arada yürümeyi başarabileceğimiz ortak bir çatı kadın örgütüne ihtiyacımız var. Belki de dışarıda bunlar tartışılıyordur. Yoksulluğa karşı mücadele, kimliğinden ve inançlarından kaynaklı ayrımcılığa karşı mücadele, emek ve beden sömürüsüne karşı mücadele, ekolojik bir yaşam için mücadele… Kadın hareketinin içinde birçok ortak paydayla örgütlenebilecek bir güç potansiyeli var. Ancak bu potansiyel örgütlü değil. Bu örgütlülüğün geliştirilmesi kadın hareketlerinin alanlarını da genişletecektir.

2021 yılının kadınların mücadelesi başta olmak üzere tüm halkların, ezilenlerin, emekçilerin kazanacağı bir yıl olmasını diliyorum. Siz basın emekçileri şahsında tüm halkımızın yeni yılını da kutluyorum. Ser sala we piroz be.

Editör: TE Bilişim