Gazete Emek- Kürt Sanatçılar'dan Gülistan Perwer, Rudaw Radyo'da katıldığı programda Şivan Perwer ve çocukluğuna dair dikkat çekici bir röportaj verdi. Perwer, henüz 16 yaşında ike Şivan Perwer'den hamile kaldığını ve o dönem bunun çok tartışıldığını söyledi.
Gülistan Perwer, sanat ve siyaset hayatından özel hayatına kadar birçok konuda yaşadıklarını ayrıntılarıyla ele alıyor. Perwer’in anlatımları aynı zamanda Kürtler açısından önemli bir döneme ışık tutuyor.
Altıncı bölümde Almanya’da kurdukları müzik grubu ile sanat çalışmalarından bahseden ünlü sanatçı, Şivan Perwer’le çıkardıkları kasetlerin Kürtlerin yaşadığı her yerde ses yankı uyandırdığını anlatmıştı.
Gülistan Perwer bu bölümde de Lübnan’a yaptıkları 3 aylık geziyi, Beyrut’ta 1980’lerin başında Kürtlerin durumunu ve hamilelik sürecini dile getiriyor.
Röportajın devamı şu şekilde:
Hamilelik sürecinden bahsetmiştin. Artık oğlunuz Serxwebun’un doğumuna hazırlık yapıyordunuz. Şivan Perwer ile çocuk sahibi olmaya karar vermiş miydiniz. Bunun için planınız var mıydı?
Hayır, hiçbir planımız yoktu diyebilirim. Almanya’da Kürtlerin tanıdığı bir doktora kontrole gittim. İlk o bana hamile olduğumu söyledi.
Çocuk sahibi olmak istemiyor muydunuz?
Doğrusu bu karar bizim için çok zordu. Henüz bir yılımı doldurmuştum yurt dışında. Hayatımız zorluklarla doluydu. Ekonomik sıkıntılarımız vardı ve birlikte aile gibi yaşayan iki birey olarak da zorlandığımız şeyler vardı. Çok yoğun ve zahmetli bir çalışma içindeydik. Dediğim gibi, zamanımızın çoğu yolculukla, bir konserden diğerine yetiştirmekle geçiyordu. Adeta otomobil içinde yaşıyorduk.
Biliyorsun, Almanya büyük bir ülke ve biz hergün bir şehirdeydik. Arada bir diğer ülkelere de gidiyorduk. O dönemde konser ve gecelere giderken kendimiz hazırlık yapıyorduk. Koma Niştiman adlı bir grubumuz vardı ki sonra adını Koma Berxwedan olarak değiştirdiler. Grubumuzda yaklaşık 30-35 sanatçı yer alıyordu. Tüm grubun sorumluluğunu da biz üstlenmiştik.
Yani kendi aranızda çocuk sahibi olma konusunda konuşmamış mıydınız?
Hayır. Zaten ortamımız bunun için uygun değildi. Biz yeni bir yaşam tarzı yaratmak istiyorduk. İdeolojimiz buydu. Herşeyimizi Kürdistan’a adadığımız bir hayat. Aile kurma gibi bir düşüncemiz yoktu. Rahat ve lüks yaşamayacak, tüm enerjimizi uğruna hayatımızı adadığımız davamıza verecektik. Bu yüzden çocuk yapma planlarımız arasında yoktu.
O dönemin devrimcileri arasında aile kurmak ve çocuk sahibi olmak ilkel bir anlayışmış gibi karşılanıyordu…
Evet öyle.
Ama kalbinde böyle bir şey yoktu. Sanırım sen anne olmak istiyordun?
Daha küçüktüm bende, 16 yaşındaydım. Biliyor musun, o dönemde Kürdistan’da kız çocukları erken evlendirilsin diye yaşları kimlikte büyük yazılırdı. Benim de kimlikte yaşım 2 yıl büyük yazılmıştı. Kimlikte 18 yaşındaydım ama gerçekte 16 yaşındaydım. Oğlum Serxwebun doğduğunda 17 yaşındaydım.
Yani kendim çocuk yaştaydım. Anne olup çocuk bakmayı tasarlamamıştım ki böyle bir hayat ve çalışma içinde hiç kimse erken çocuk sahibi olmak istemezdi. Bizim için çocuk yapmaktan önce gelen şeyler vardı ve omuzlarımızda büyük bir yük vardı. İçimde yeni şeyler yaratmaya dair büyük bir istek vardı. Şimdi oturup düşündüğümde o ne heyecan ne tutkuydu. Öyle bizi iliklerimize kadar sarmıştı diye soruyorum kendime.
Hamile olduğunu duyduğunda ne hissettin?
Doğrusu şok oldum, dondum. Serxwebun’dan kısa bir süre önce bir kez daha hamile kalmıştım. Şivan şimdi “vakti değil” demişti. O yüzden aldırmıştık. Bu defa da aldırma kararı alırız sandım. Doğrusu çocuğum olsun istiyordum ama hayatımıza bakıyordum. Gerçekten çocuk büyütmek için uygun değildi.
Hamile olduğunu Şivan’a ne zaman açıkladın?
Hatırlamıyorum. Bir konser için Berlin’e gitmiştik. O konserde bizden Lübnan’a gitmemiz istendi. Bize bir program belirlediler, Beyrut’a gidip biz dizi konser verecektik. O süreçte Beyrut’ta iç savaş vardı. Ben hamileydim ve hiç böyle uzun soluklu bir seyahat ve çalışmaya katılabileceğimi düşünmemiştim.
Beyrut’a gittikten sonra Şivan “çocuğumuz doğsun” dedi. Beyrut’ta 3 ay kaldık. Yanımızdaki bazı arkadaşlar da benim hamile olduğumu öğrenmişlerdi. Hatta bize kızanlar da oldu, “henüz erken” diyenler oldu. Bize, “daha fazla çalışmanız gerekiyor, bu çocuk size engel olur” diyorlardı.
Lübnan’da iç savaş var ve oraya gidiyorsunuz. Peki bu kadar tehlikeli bir yere gitmekten korkmadınız mı? Üstüne bir de hamilesin ve bu halinle koserlere çıkacaksın…
Anlattığım gibi, o dönem biz çok farklı düşünce ve duygular içindeydik. Biz devrimciyiz ve bizden ne istense onu yapacağız diyorduk. Öyle bir atmosferde çalışmamak için gerekçe üretemezsin. Ben yapamam, yoruldum, sıkıldım, hastayım, demek hoş karşılanmazdı. Zaten böyle birşey bizim felsefemizde yoktu. Çalışmaz ve emek sarfetmezsen küçük, yetersiz olurdun. Böyle bir psikoloji ile yaşıyorduk.
O halinle shneye çıkıp şarkı mı söylüyordun? Çocuğuna bir şey olur diye kormuyor muydun?
Hayır. Hevidar biliyor musun, biz hayatımızı kaybetmeyi göze almıştık zaten. Ruhumuz ve canımız davamız içindi. Gece gündüz ayakta kalsak, aç, susuz ve uykusuz olsak, malımız, mülkümüz olmasa, ail eve akrabalarımız olmasa da önemli değildi. Önemli olan Kürdistan için çalışıyor olmamızdı.
O dönemde Lübnan’da çok Kürt var mıydı?
Evet, Lübnan’da 150 hatta 200 bin Kürt var diyorlardı. Bu bizim için de bir sürpriz oldu. O kadar çok Kürdün orada olmasını beklemiyorduk. Biz de gidip o topluma karıştık, aralarına girdik. Zaten amacımız da oydu. Gidip onları biraraya getirmek ve örgütlemekti.
Çoğu Mardin’den gitmeydi sanırım…
Evet, birçoğu Mardinliydi. Rojava’dan da gelen Kürtler vardı. Bazıları Türkiye askerliğinden kaçmış gelmişti. Bazıları oraya çalışmaya gelmişti. Savaştan önce Beyrut’un durumu çok iyiydi ve Ortadoğu’nun Paris’i olarak adlandırılıyordu. Gelişmiş bir kentti ve ekonomik durumu fevkalade iyiydi. Düşün öyle ki Kürtler para kazanmak için Beyrut’a gidiyordu.
Evet, Kürt dengbejler de klamlarında Beyrut’tan bahsederler. Adam sevdiğine bir elbise almak için Beyrut’a gidip 7 yıl çalıştığını anlatıyor…
İnanılmaz bir şey işte, bir elbise için 7 yıl çalışmış. Ama Beyrut’ta Kürtler bizi çok iyi karşıladılar. Büyük bir konser yaptık, çok sayıda kişi katıldı.
Sadece bir koser mi verdiniz? Başka konserleriniz de oldu mu?
Şivan ve Sayın Abdullah Öcalan Filistinlilerin kaldığı bir kampa gidip, Filistinli militanlar için bir konser düzenlediler. Ben katılmadım bu konsere. “Askeri bir kamp, senin gelmene gerek yok” dediler. Şivan ve Öcalan birlikte gittiler.
Filistinlilere Kürtçe şarkı mı söylediler yani?
Şivan konserden döndükten sonra bana, “Biliyor musun Gülistan, Filistin askerlerinin yarısı Kürt’tü. Suriye Kürtleri gidip Filistin için savaşıyor” dedi. Konserin başında Kürt olduklarını söylemiyorlar. Şivan Kürtçe şarkı söylemeye başlayınca askerler bir-bir gidip kendilerini tanıtıyor ve Kürt olduklarını söylüyorlar.
Sonra şu itirafta bulunuyorlar; “Burada Kürt olduğumuzu söylemiyoruz. Kürdüz desek hoş karşılamıyorlar. Hatta Kürtlere küçümseyici bir gözle bakıyorlar.” “Kürdüz” demiyorlarmış, “Filistinliyiz” diyorlarmış. Zaten bu yüzden Şivan çok üzülmüş ve kızmıştı.
“Şu Filsitinliler sözde kendilerine devrimci diyorlar, demokrat ve enternasyonalist diyorlar ama burada Kürtler kendilerine Kürt diyemiyorlar. Bu nasıl devrimcilik, nasıl demokratlık?” diyordu. Fakat o gün konserde Şivan’la birlikte Kürtçe şarkı söylemişlerdi. Biz de Beyrut’ta o savaş hali içinde konserler verdik. Bir salon kiralamıştık konserlerimizi orada veriyorduk. Savaşa ragmen binlerce kişi geliyordu.
Savaşa paralel normal hayat da devam ediyordu…
Evet, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, herkes katılıyordu. İlk defa Kürtler bu dönemde Beyrut’ta konser düzenliyordu. Sanatçı Sefkan ve Delil Doğan’da bizimle birlikteydi. Hep birlikte çıkp şarkı söylüyorduk. Halkın konserlerimize ilgisi büyüktü. Konserlerden sonra halk bizim Beyrut’ta olduğumuzu duydu. Daha sonra toplantılar düzenledik. Siyasi propaganda yapıyorduk.
Siz de toplatılara katılıyor muydunuz?
Evet, halk, “Şivan ve Gülistan bir parti kurmuş, gelip propaganda yapıyorlar. Gidip dinleyelim bakalım bu parti ne istiyor?” diyorlardı.
Halk sizi tanıyordu değil mi?
Evet, artık tanınıyorduk.
Beyrut’ta yakından savaşa tanık oldunuz mu?
Evet, hatta bir anımı anlatayım. Deniz kenarında bizim için bir ev tutmuşlardı. Çok güzel bir evdi. Her sabah uyanır kapı ve pencereleri açar denizi seyrederdik. Birgün Kürt bir aile bize dolma yapıp getirdi. Bize, “dolmalarımızı erkenden yiyip gideceğiz. Siz de hazır olun. Bu gece bu mahallede çatışma olacak” dediler.
Onlar bu kentte bizden daha eski oldukları için tecübeliydiler. Ne zaman, hangi mahallede çatışma olacağını söylentilerden duyuyorlardı. Bizi de uyardılar, “hepiniz bir odada kalın, kapı ve pencerelerinizi örtün ve ışıklarınızı söndürün” dediler.
Sizde öyle mi yaptınız?
Evet, bizde yemekten hemen sonra kalkıp hazırlıklarımızı yaptık, kapı ve pencereleri kapattık, ışıkları söndürüp beklemeye başladık.
Her ihtimale karşı evde silah var mıydı?
Evet, evde tedbir amacıyla silah bulunduruluyordu. Akşam çöker çökmez çatışma başladı. Her bir patlama sesinde evimiz sarsılıyordu. İki grup arasında evimizin etrafında şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. Hatta gece yarısı bir grup bizim evin danıma çıkarak karşıya ateş etmeye başladı. Bir ara evimizin arka tarafına bir roket isabet etti. Büyük bir patlama sesi geldi. Ev başımıza yıkıldı sandık.
Hepiniz bir odada mıydınız?
Hepimiz koridordaydık. Ses çıkarmadan oturuyorduk. Çatışmalar sabaha kadar sürdü. Sabah pencereleri açtığımda sokakta cenazelerin öylece kaldığını gördüm. Korkunç bir manzara vardı. Evimizin yanında Hlidayn adında bir otel vardı. Otel roketlerden dolayı harabeye dönmüştü, çatısı uçmuştu.
Çok ilginç ama bir saat sonra gün ağardığında ve ortalık yatıştığında araçlar gelip cenazeleri kaldırdı, belediye çalışanları kan ve kiri temizledi. Sonra mahalle halkı sanki hiçbir şey olmamış gibi gidip gelmeye başladı. Sanki o gece orada hiç çatışma olmamış, insanlar ölmemiş gibi. Sanki gece boyunca sadece film çekmek için bu kadar kavga ve gürültü çıkmış gibi.
Halk savaşla birlikte yaşamaya alışmıştı yani?
Evet, halk bu duruma alışmıştı.
Abdullah Öcalan Lübnan’daydı dedin. PKK kurulmuş ve bazı grupları da Lübnan’a geçmişti değil mi?
Evet. Bahsettiğim süreç 1979 yılıydı. PKK ile birlikte diğer Kürt ve sol gruplar da vardı. Onlar da Filistinlilerden eğitim almak için Lübnan’a gelmişlerdi. Rızgari, DDKD-Peşeng, Ala Rızgari, Kawacılar, KUK ve PSK gibi örgütler vardı.
12 Eylül askeri darbesinden önceki süreçti yani. Bazıları da kendilerini korumak için Lübnan’a geçmişlerdi…
Türkiye’de askeri darbe olmamıştı henüz ama ortalık çok karışıktı. Her gün sağcı ve solcu gruplar arasında çatışmalar çıkıyor, onlarca genç öldürülüyordu. Çoğunluğu da üniversiteli gençlerdi.
Lübnan’da kamp mı kurmuştu örgütler?
Doğrusu ben herhengi bir kampa gitmedim. Dolayısıyla hangi örgüte ait kamlar vardı bilmiyorum. Ben Beyrut’ta halk içersinde geçirdim bu 3 aylık dönemi.
3 ay sonra tekrar Şivan Perwer ile Almanya’ya mı döndünüz?
Evet öyle.
Kaynak: Rudaw