Gazete Emek- Cumhuriyet’in yüzüncü yılına giderken ülkeyi yönetmeye aday olan, AKP-MHP faşizminden tükenmiş birçok toplum kesiminin iktidar alternatifi olarak gördüğü “Millet İttifakı veya 6’lı Masanın” “Mutabakat” metni dün yayınlandı. Metinde olamayan konuların üzerinde mutabakat sağlanmadığı görülüyor. Metinde mutabakat sağlanmadığı çok açık olan başlıklardan birisinin de Cumhuriyetten daha uzun ömürlü olan Kürt meselesidir. Bu yönüyle HDP ve bileşenlerinin Kürt meselesi, emek ve özgürlük bağlamında kurduğu 3. Yolun ne kadar meşru ve gerekli olduğu da söz konusu mutabakat metnine yansımayan tüm başlıklarda görülmelidir.

Mutabakat metniyle 6’lı masa bileşenleri Kürt meselesi konusunda farklı düşündüklerini ya da bu konuyu neredeyse hiç düşünmediklerini ifade etmiş oldular. Bu düşünme/me tarzının Türkiye demokrasi tarihine katkısı ve zararını konu hakkındaki külliyata havale edip başlığa geçelim.

Kürdistan ile Osmanlı Devleti arasında 16. yüzyıl başlarında kurulan “statü”, 1800’lerde yine Osmanlı devleti tarafından bozulmuştur. Osmanlı’daki çöküşün hızlanmasına karşı, merkezileşme eğilimlerini çözüm olarak gören yaklaşım “asker ve vergi toplamak” üzerine inşa edilen imparatorluğu koruyamamıştır. Bir askeri darbeyle başa geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidarları ülkeyi kasıtlı bir şekilde 1. Dünya Savaşına sokmuştur. 11 Kasım 1914’te İttihat ve Terakki sultasındaki Osmanlı devleti, İtilaf devletlerine resmi olarak savaş açmış ve 6 ay gibi kısa bir sürede Sarıkamış vahşeti, Ermeni Soykırımı, Çanakkale cephesi gibi yerlerde milyonlarca kişi yaşamını yitirmiştir. Balkan savaşları da dahil dünya savaşı boyunca Kürtler Osmanlı’ya askerlik yapmış ve yüzbinlerce Kürt bu savaşlarda yaşamını yitirmiştir. Sadece Kürtler değil, Anadolu’da yaşayan halklar bu savaşlarda emperyalist iktidarların siyaseti nedeniyle kitlesel kırımlara maruz kalmıştır. Dengbêj Şakiro’nun Şerê Ûris stranı Kürtler açısından nasıl bir hafızanın miras kaldığını göstermek açısından önemli bir tarih anlatısıdır.

İTC’den tasfiye olmayan kadroların devam ettirdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin aşama aşama inşası (Kongreler, Millet Meclisinin açılışı, Ulusal Ordunun Kurulması, Cephe savaşları, 1921 Anayasasının Yapılması, Ateşkes ve Barış) sırasında da; Kürtlere ayrımcılık yapılacağına, dillerinin yasaklanacağına, kendi bölgelerindeki idarelerde söz ve irade sahibi olmayacaklarına ilişkin herhangi bir hüküm inşa edilmemiştir. Aksine 1921 anayasasının 10. 11., 12., 13., maddelerinde yerel şuralar, muhtariyet düzenlemesi ve her türlü kamu hizmetinin yerel tarafından seçilmiş şuralarca yapılacağı düzenlenmiştir. Ancak savaş sonunda Kürtler Lozan’da temsil edilmemiş ve bir halk olarak hakları tanımamıştır.  

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt illerine yönelik “ayrı-mcı bir hukukun” işlediği 1924 Anayasasından, Takrir-i Sükûn Kararlarından, İstiklal Mahkemelerinden, Umumi Müfettişlik Uygulamalarından, Dil yasaklarından, Darbe dönemlerinde Kürtlere yönelik saldırı politikalarından, Sıkıyönetim ve OHAL uygulamalarından, en son şehir yıkımlarından ve mevcut kayyum uygulamasından görülebilir. İktidardaki parti hangisi olursa olsun “mesele Kürtlere ilişkin meseleler olunca” siyaset değişmemiştir. Şimdi devlet partisi olan parti Cumhur koalisyonu da ittihat ve terakkinin ırkçı ruhunu tüm politikalarına yansıtmaktadır. Cumhur ittifakının her renkten (Vatan Partisi/TGB+ BBP/Alperen Ocakları, MHP/Ülkü Ocakları+ AKP+IŞİD+Mafya) bileşeninin dünyanın her yerindeki Kürtlere yönelik bir mücadele verdiğini ifade edebiliriz. Sorun şu ki; dünkü mutabakatla 6’lı ittifak da bu çerçevenin ötesinde bir politikaya geçip geçemeyeceği konusunda bir program deklere edememiştir. İyi parti’nin kendi parti programını (Kürt meselesine dair parti programında olumlu veya olumsuz herhangi bir cümle yoktur) 6’lıya dayattığı, 6’lının da bu konuda mutabık olduğu görülmektedir.

Türkiye tarihi boyunca (2013-2015 yıllarındaki çözüm süreci hariç) Bürokratik merkeziyetçilik (1), ırk temelli milliyetçilik (2) ve dışlayıcı bir laiklik (3) üzerine kurulu “resmi ideoloji” iktidar partilerinin temel politikası olmuştur. Partilerin içerisinde farklı kişisel kanaatler ve öneriler geliştirenler elbette olmuştur ancak ana akım siyasetin çerçevesi bu resmi ideoloji olmuştur.

Kırsal ekonomiye dayalı üretim ve geçim koşulları, sosyolojik açıdan aşiretlerin tarihsel konumu, Kürtlerin köklü bir dili, tarihi, otokton bir halk oluşu  “entegrasyonu” güçleştiren faktörlerdi. Ancak en temel sorun yeni Türk Ulus Devleti’nin yurttaşlık tanımını etnik bir bağlamda ele alması dilsel, inançsal ve dinsel her türlü farklılığı yok saymasıdır. Lozan’da Kürtler’in azınlıklar arasında sayılmaması, çoğu zaman iddia edildiği gibi yurttaş oldukları sonucunu doğurmamıştır. Ayrıca konunun çok boyutlu olması ve Kürdistan üzerine emperyalistlerce bölgede kurulan diğer ülkeleri de içermesi nedeniyle çözümü zorlaşmıştır.

“CHP’nin sembolü olan 6 Ok’un temsil ettiği ilkeler” 1930’lardan bugüne ifade edilen resmi ideolojinin saç ayaklarıdır. 6’lı Millet ittifakı Kürt meselesinde CHP’nin 6 Ok ilkesinin dışına çıkamamıştır. Bu çerçeve Kürt ulusunun dili ve varlığını yok sayan politikaları esas almıştır. “Rejim muhalefetinin” bu konuda da rejimle aynı fikirde olduğu görülmelidir.

İttihat ve Terakki’nin  terekesinden çıkmış Halk Fırkasının mirasçısı olan geleneklerin devamı olarak iktidar veya muhalefet partilerinin politikaları, Kürt meselesine bakış ve çözüm açısından neredeyse hiçbir ayrım içermemektedir. Kürt meselesinin önemli boyutları olarak ifade edebileceğimiz aşağıdaki başlıklarda Cumhur ve Millet İttifakında olan veya bu ittifaklarda olmayıp sol-sosyalist gelenekten “gelmeyen” tüm partilerin bir konsensüs halinde olduğu ifade edilebilir.

Ancak cumhuriyetin 2. Yüzyılında da ilk yüzyılının sorunları ile devam etmek anlamına gelen bu yaklaşımın toplumsal maliyeti taşınabilir mi? Kürt meselesinde söz kurmadan, politika yapmadan bu ülkede iktidara gidilebilir mi? AKP’nin iktidara gelişi ve düşüşünde Kürt meselesine ilişkin politikalarının etkisini henüz tartışabilmiş değiliz.  Hangi ittifak iktidarda olursa olsun Kürt meselesinde aşağıdaki politikalarda çözüm ve çatışmaya dair bir tercih yapmak zorundadır. AKP kendi tarihi içinde çözümden yana eğilimi sürdürdüğü sürece iktidarda kalabilmiştir. AKP’nin gidişinin en önemli nedeni aşağıdaki başlıklarda çözümden uzaklaşması olmuştur. Çözümden uzaklaştıkça hukuk dışına çıkmak zorunda kalan AKP, iktidar da kalmak için daha çok hukuksuzluk yapmak zorunda kalmıştır.

Bu başlıklar aynı zamanda Kürt meselesi denilen tarihi, toplumsal ve güncel sorunun da çerçevesidir diyebiliriz. Millet ittifakı veya herhangi bir iktidar adayının bu başlıklara ilişkin somut bir politika sunmadan iktidara gelmesi ve iktidarda kalabilmesi ne kadar mümkündür?

1. İran, Irak  ve Suriye ve diaspora başta olmak üzere diğer tüm ülkelerdeki Kürtlerin hak ve statü kazanmalarını sağlamaya dair tutumun netleştirilmesi gerekir. Kürtler Türkiye’nin düşmanı bir halk değildir. Kendi dillerine ve siyasi iradelerine, kaderlerini tayin hakkına sahip bir halk olarak görülmelidir bu yönde bir iç ve dış politika benimsenmelidir.

2. Kürtlerin dili olan Kürtçeye yönelik baskı, sansür ve yasak uygulamalarına son vermek ana dilinde eğitim ve kamusal hizmetlerin sunumu önündeki engelleri kaldırmak 21. Yüzyıl demokrasisinin ve eşit yurttaşlığın gereğidir. Bu konuda hak temelli bir yaklaşım esas alınmalı ve geleneksel devletçi tutumdan vazgeçilmelidir.

3. Suriye özelinde işgal altındaki Kürt yerleşim yerlerinden göç ettirilmiş Kürtlerin yurtlarına dönmesi için gerekli politikaları izlemek ve işgale son vermek acil gereklidir. Sadece Kürtlere yönelik değil Suriye ulus devleti ile de normalleşme için de bu politikanın gerekli olduğu bilinmelidir.

4. 6’lı Mutabakatın “Kayyum uygulamasına son vermek” şeklinde mutabakat metninde açıkça belirttiği madde de Kürt sorununda güncel bir sorundur. Kayyumla 5 milyona yakın yurttaşın yaşadığı belediye bölgelerine müdahale edilmiştir. Askeri darbe niteliğinde olan bu irade gaspının sonlandırılması yeterli değildir. Söz konusu belediyelerin borçlandırılması, mülkiyet ve taşınmazlarının devri, insan kaynaklarının ihraç ve sürgün politikaları ile tüketilmesi sürecinin ayrıntılı bir şekilde soruşturulması, tüm kayyumların mal varlıklarının incelenmesi gereklidir.  

5. Kürtlerin demokratik mücadelesine ve temsiline engel olan baraj, siyasi parti kapatma, hazine yardımlarını kısıtlama, seçilmişlere yönelik gözaltı, tutuklama, tutsak alma uygulama gibi darbe dönemi uygulamalarına son verilmelidir. Milyonlarca mensubu bulunan siyasi hareketlere bu şekilde anti demokratik saldırıların yapılması demokrasi mücadelesi verenlerin emeğini ve umudunu yok saymaktır. Var olan tüm sorunlara demokratik bir çözüm bulunması yasal ve demokratik öznelere saygı duyulması ile olabilecektir. Demokrasiye ve demokratik kurumlara saldırı isyan, başkaldırı, ayaklanma vb. yolların meşruiyet kazanmasına neden olmaktadır. Türkiye cumhuriyetinin hafızası bu vakaların örnekleri ile dolu olup sorunu çözmek bir yana ağırlaştıran etkileri olmuştur.

6. Türkiye ile PKK arasında 40 yıldır devam eden çatışmalı sürecin barışa dönüşmesi için bir müzakere ve çözüm süreci başlatmak, bu ülkede iktidar olacak iktidarların ve siyasi partilerin gündemi olmak zorundadır. 2013-2015 döneminde eksiklerine ve eleştirilere rağmen AKP’nin denediği budur. Millet ittifakı veya başka bir iktidarın da dönüp dolaşıp geleceği yer çözüm arayışı olacaktır. Söz konusu çatışma riski minimize edilmedikçe Türkiye’nin içinde olduğu demokrasi, hukuk ve ekonomik krizleri derinleşerek devam edecektir. Ülkede iktidar veya iktidar adayı olan partilerin bu yönde bir programı çekinmeden kamuoyuna sunması gerekmektedir. Bu konuda AKP’nin son 6 yılda parti programını terk ettiği, güvenlik bürokrasisine teslim olduğu ve özgün bir yaklaşımının olmadığı görülmelidir.

7. Ülkede iktidar adayı olan veya iktidar olan siyasi partilerin Kürt meselesi bağlamında hukuk içerisinde söz ve politika kurmak zorunda olduğu bir başlık da tecrit meselesidir. İmralı’da 24 yıldır tutulan Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik açıkça hukuk dışı olduğu bilinen tecrit uygulamasına son vermeden çözüm ve müzakereden söz etmek mümkün değildir. Türkiye cumhuriyetinin cari yasaları, anayasası ve imzaladığı uluslar arası sözleşmeler tecrit uygulaması ile ihlal edilmektedir.

8. Doğrudan Kürt meselesi ile ilgili olmadığı ifade edilse de sayısı 1.500 kişi civarında olan ağır hasta tutsakları ayrımsız serbest bırakmak da bu bağlamda listeye dahil edilmelidir. 6’lı Mutabakat metninde “Cezaevinde kalamayacak derecede hastalığı, engeli bulunan hasta ya da yaşlı mahpusların tahliye ve infaz erteleme taleplerinin değerlendirilmesinde ölçüt kabul edilen Adli Tıp Kurumu raporlarının yanı sıra, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı kararı ile her ilde belirlenmiş tam teşekküllü devlet hastaneleri tarafından alınan raporların da dikkate alınmasına yönelik yasal bir düzenleme yapacağız.” denilmektedir. Ancak konu hakkında AKP’nin de muhalefette iken benzer bir sözü verdiğini uygulamada sorunu ağırlaştırdığını hatırlatmak zorundayız. Sadece hasta, engelli ve sağlık koşulları nedeniyle tutuklu olanlar değil; fikir ve ifade özgürlüğünü kullandığı için tutuklu olan tüm siyasi tutsakların özgür kalacağı bir düzenleme önerilmelidir.

9. Kürtlere yönelik köy boşaltma, suikast, cinayet, katliam vb. uygulamalara son verme ve son 40 yılda yaşananlara dair bir hakikatler komisyonu kurma politikası uygulanmalıdır. CHP’nin Roboski ziyareti ve Doğu masası faaliyetleri kapsamında bu bağlamda bir söylem inşa edilmek istenmektedir. Ancak söylemi aşan, milyonlarca insanın yaşamını doğrudan ilgilendiren bir süreç işletilmesi gerektiği bilinmelidir. AKP’nin köye dönüş politikası kapsamında köyüne giden Servet Turgut’un köyünde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirmesi, aynı vakada işkencecilerin değil, işkence gören Osman Şiban’ın yargılanması ibretlik bir vakadır. AKP döneminde işlenen, Şemdinli Kitapevi, Uğur Kaymaz Cinayeti, Roboski Katliamı, Şenyaşar ailesi katliamı gibi onlarca olay yeniden yargılanmayı, cumhuriyet tarihi bir bütün olarak yüzleşilmeyi bekliyor.

10. Türkiye’de ve bölgede ciddi bir sorun ve suç kaynağı olan koruculuk sisteminin lağvedilmesi, suça bulaşanların yargılanması, geriye kalanların rehabilite edilip toplumsal işlerde istihdam edilmesi yönünde bir politika geliştirilmelidir.

Burada ifade edilen liste elbette birçok ayrıntıyı atlayan ancak olmazsa olmazlara ilişkin bir listedir. Bu başlıklarda kapsamlı bir politika işletilmeden Kürt meselesine dair söz kurulmuş olmayacaktır. 100. yılına giren Türkiye Cumhuriyet’inin 2. Yüzyıla Resmi İdeolojinin yüküyle yoluna devam etmemesi, Türkiye yurttaşlarının demokratik bir hukuk devletinde yaşabilmesi yukarıda özetlenen politikaların uygulanmasına bağlıdır. Aksi takdirde 20 yıl önce sistem dışı addedilen 2008 yılında kapatmanın eşiğinden dönen, “Çöktürme Planı kapsamında teslim olan” AKP gibi, kim iktidar olursa olsun iktidarda olan “devlet ak(ılsız)lığı” egemen olacaktır.

Editör: TE Bilişim