Gazete Emek- Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan CHP'nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
T24 yazarı Murat Sabuncu’nun sorularına yanıt veren İmamoğlu, "Erdoğan benimle yarışmak istemediği için hapisteyim, Erdoğan benimle yarışmaktan korktuğu için sorularınızı yüz yüze değil Silivri zindanından yazılı olarak cevaplıyorum. Uzatmayayım: Erdoğan’la yarışmayı tabii ki isterim, hatta Erdoğan’ı bir daha aday olamadığı için değil seçimlerde yenerek emekli etmeyi isterim" ifadelerini kullandı.
"BU BİR ERDOĞAN ANAYASASIDIR"
Yeni Anayasa tartışmalarına da değinen İmamoğlu, "Yürürlükteki anayasa bir darbe anayasası ancak Erdoğan’ın pek çok yerini değiştirdiği bir anayasa bu. Yürürlükteki anayasamız aslında bir Evren-Erdoğan anayasasıdır. Hatta hükümet sistemi gibi Hakimler Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısı gibi kısımları açısından bu bir Erdoğan anayasasıdır" ifadelerini kullandı.
İmamoğlu şunları söyledi:
“Elbette bir darbe anayasasıyla devam etmek Türkiye’ye yakışmıyor. Elbette sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapmalıyız. Buna şüphe yok. Ama şunu da unutmayalım: Anayasamızı demokratik olmaktan alıkoyan hususların başında 2017’de Erdoğan’ın isteğiyle yapılan hükümet sistemi ve HSK’yla ilgili değişiklikler geliyor. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama ağzını açanı hapse tıkacaksınız. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını uygulamayacaksınız. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmeyeceksiniz. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama protesto hakkını kullandılar diye öğrencileri, muhalefet etme hakkını kullandılar diye siyasetçileri, seçimde sizi yendiler diye rakiplerinizi, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını hapse tıkacaksınız. Bunu yapanlarla nasıl, nerede, hangi zeminde sivil ve özgürlükçü bir anayasa konuşup yapacaksınız?”
“KENDİMİ BU MİLLETE EMANET ETTİM”
Tutukluluğunun uzamasıyla birlikte “unutulma” iddialarına da cevap veren İmamoğlu, “Milletin kalbine girmiş birini unutturmaya kimsenin gücü yetmemiştir, yetmeyecektir. Bunlar bizim insanımızı artık tanımıyorlar. Bu milleti tanımayan onunla gündelik hayatta bir selamlaşması, karşılaşması kalmayanların temennileri bunlar. Bütün amaçları bu. Ancak yanılıyorlar. Bu millet haksızlıklara, adaletsizliklere, siyasi operasyonlara karşı durmayı hep bilmiştir. Milletin duasının, da gönlünün de bizden yana olduğunu görüyorum ve çok müsterihim. Ramazan’da sofrasına oturduğum, pazarda karşılaştığım, bir açılışta yolumuzun kesiştiği yediden yetmişe herkesten mesajlar geliyor her gün. Mektuplar, dualar, çocukların çizdiği resimler. Her operasyonda daha çok artıyor mesajlar. O yüzden kendimi bu millete emanet ettim. Çünkü bizim bu milletle yürüyecek daha çok yolumuz var” ifadelerini kullandı.
KENT UZLAŞISI VE AHMET ÖZER AÇIKLAMASI
Kent Uzlaşısı tutuklamalarına ve Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in durumuna da değinen İmamoğlu, “Sayın Ahmet Özer partimizin Türkiye İttifakı siyasetinin parçası olarak geliştirdiğimiz İstanbul İttifakı’nın bir adımı olarak Esenyurt adayımız oldu ve seçimlerde Esenyurt’u tekrar kazandık. Hapiste olmasının tek sebebi CHP’nin Esenyurt’ta Kürt vatandaşlarımızın desteğini alarak seçimleri kazanması” dedi.
Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuna ilişkin bir soruya ise, “Sayın Demirtaş siyasi faaliyetlerinden dolayı, iktidarın hesaplarını bozduğu için cezaevinde. Dolayısıyla serbest kalması gerektiğini düşünüyorum. Sadece sayın Demirtaş’ın değil, sayın Özdağ’ın da serbest kalması gerekiyor. Siyasi parti liderlerinin yeri cezaevleri değil, seçmenlerinin yanıdır” yanıtını verdi.
“TÜRKİYE YENİ BİR DÖNEME GİRİYOR”
AKP ve MHP seçmenine seslenen İmamoğlu, “Türkiye yeni bir döneme giriyor. Sizin haklarınızın ve hayallerinizin mücadelesini bizler vereceğiz. Müsterih olun ve bu ülke için beslediğiniz halis niyetinizi, hayallerinizi koruyun ve dualarınızı esirgemeyin” mesajını iletti.
İmamoğlu şu ifadeleri kullandı:
"AKP’ye vaktinde oy vermiş vatandaşlarımıza tanıdık gelecek bir sözü hatırlatayım. ‘Gönüller bir, dualar bir, bir Allah’ın kuluyuz biz; has bahçemiz yurdumuzdur, aynı bağın gülüyüz biz.’ Biz, Türkiye Cumhuriyeti’yiz. Bütün iyi niyetinizle Erdoğan’ı sevmiş, kendisine inanmış ve hatadan dönmesi için dua etmiş olabilirsiniz. Sizin gibi ben de üzülerek görüyorum ki Erdoğan, artık ülkeye fayda değil zarar veriyor. Yeni de değil uzunca bir süredir ülkemizi siyasi, ekonomik ve sosyal krizlere sokuyor. Huzurun, bereketin ve milletçe birlik olmanın tadını unutalı çok oldu. Başka bir ihtimalin de olduğunu, mutlu bir Türkiye’nin imkânsız olmadığını bilin. Belki bazılarınızın eli bize oy vermeye gidemeyecektir. Hiç sorun değil, ancak lütfen artık koltuğunu kaybetmemek için 31 yıllık diplomamı iptal etmeyi, beni ve arkadaşlarımı hapse atmayı dahi göze alarak Türkiye’yi krizlerden krizlere sürükleyen bu kötü akla destek vermeyin. Türkiye yeni bir döneme giriyor. Sizin haklarınızın ve hayallerinizin mücadelesini bizler vereceğiz. Müsterih olun ve bu ülke için beslediğiniz halis niyetinizi, hayallerinizi koruyun ve dualarınızı esirgemeyin."
İmamoğlu'nun, T24 yazarı Murat Sabuncu’nun sorularına verdiği yanıtlar şu şekilde:
"İktidarın ‘Terörsüz Türkiye’ olarak adlandırdığı yeni sürece ilk günden beri destek verdiniz. 22 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan süreç öncesinde de siyasi kariyerinizde Kürt sorununun çözümü konusunda öneriler getirdiniz, bu konuda konuşmalar yaptınız. Gözaltına alınıp tutuklanmanızdan önceki hafta 16 Mart’ta Diyarbakır’da toplantınız vardı. Orada "Kürtler bizim sorunumuz var dediği müddetçe ortada bir Kürt sorunu vardır" diye konuştunuz. Şu an yürütülen sürecin Kürt sorununun çözümü için dönüştürücü adımlar olduğunu mu yoksa iktidarın başka bir siyasi ajandası olduğunu mu düşünüyorsunuz?
İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirip, diplomamı aldığımda, aile şirketimizin yönetimini babam bana devretmişti. O tarihten itibaren işimizi büyütmem için sadece Beylikdüzü ve İstanbul'da değil tüm Türkiye'de temaslarda bulundum, geliştirdiğimiz konut projelerini tanıtmak için çok sayıda şehrimizi gezdim. Güneydoğu Anadolu bölgesine ziyaretlerimde Kürt vatandaşlarımızla yakından ilişki kurma imkânım oldu. Aynı şekilde Trabzonspor Yönetim Kurulu Üyesi olduğum dönemde de bölgeyi defalarca ziyaret ettim. Kürtler de Türkler de aynı değerlere sahip, tasada bir, sevinçte bir, onurlu vatandaşlar. Ne zaman Kürtlerin yoğun olduğu şehirlere gittiysem hep kendimi evimde hissettim. Çünkü, oranın insanı sizi öyle görüyor, öyle hissettiriyor. Belki çok klişe gelecek ama Malazgirt'ten Çanakkale'ye aynı kaderi paylaşmış, aynı idealler için sırt sırta vermiş insanlar. Bu nedenle Kürt sorununa her zaman kulak verdim, bu sorunun aşılması için kendi üzerime düşenleri yapmak için inisiyatif aldım.
Hatta Beylikdüzü Belediye Başkanı iken şehir dışına yaptığım ilk resmi ziyaret Diyarbakır’a idi. Oradaki CHP örgütüyle birlikte sivil toplum örgütlerini ziyaret ettim, sorunun çözümü için ortak akıl toplantıları organize ettim.
İBB adaylığım başladığında, kampanyam için kullandığım önemli başlıklardan biri "İstanbul İttifakı" idi. İstanbul İttifakı şehirde yaşayan herkesi eşit ve onurlu vatandaşlar olarak gören, 16 milyonu vatansever kabul eden benim bakış açımın özetiydi.
Bunca detayı şunun için anlattım: Kürtlere ve Kürt meselesine başından beri yakın oldum. Kaldı ki, benim siyasi anlayışım, insanımızın huzuru, refahı ve mutluluğu üzerine kuruludur. Eğer Kürtler Türkiye’de kendini yeteri kadar huzurlu, mutlu ve eşit hissetmiyorsa, eğer Kürtler bizim sorunumuz var diyorsa, yapacağımız tek şey bu soruna çözüm bulmaktır. Sorunları, kimlikleri ve değerleri inkâr ederek, görmezden gelerek yapılan siyaset, ancak yalandan ve çıkarcılıktan ibarettir.
Şuna da kalben inanıyorum: Kürt meselesini sadece terör bağlamında konuşmak ve sadece güvenlik politikalarıyla ele almak bize çok şey kaybettirdi. Güvenlik meselesini, terör meselesini ihmal etmeden Kürt meselesini haklar ve özgürlükler meselesi, demokrasi meselesi, millet olarak zenginleşme, refah ve kalkınma meselesi olarak ele almak gerekirdi. Bu yapılmayıp mesele terör parantezine sıkıştırıldığından hem haklar ve özgürlükler kısıtlandı hem de demokrasimizden ve refahımızdan feda ettik.
Meseleye bu çerçeveyle baktığımız için “Terörsüz Türkiye” sürecine başından beri destek verdik. Öncesinde de hem teröre karşı olduk hem de Kürt meselesinin varlığını kabul edip çözümünden yana olduk. Ülkemizin gerçek manada birlik olması için daha fazla demokrasi talep eden ve birbirimizi anlayan bir bakışla gönül birliğimizi nasıl güçlendireceğimize odaklandık.
“Terörsüz Türkiye” sürecine destek olduğumuz gibi bu sürecin “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” şeklinde genişletilmesini önerdik. Çünkü, terör ve Kürt meselesi ülkemizin en önemli meseleleri arasında olduğu ve bir an önce en geniş mutabakatla çözülmesi gerektiği gibi ülkemizin hukukun üstünlüğüne ve kuvvetler ayrılığına geri dönüşten haksız tutuklamalara, tarafsızlığını yitirmiş yargıya uzanan önemli demokrasi meseleleri var. Bu sebeple, Terörsüz Türkiye için atılması gereken adımları konuşurken, ‘bunları da konuşalım ve bu sorunları ortadan kaldırmak için gerekli düzenlemeleri yapalım’ diyoruz. Özetle, “Terörsüz Türkiye” sürecini destekliyoruz ama iktidarın, özellikle de bu süreci kendi çıkarına olacak biçimde dar tutma eğilimini de görüyoruz ve bunu değiştirmeye çalışıyoruz.
İktidarın şu anda yaptığı örgütün feshini öne alıp, sıra Kürt meselesine ve Türkiye’nin demokrasiyle ilgili diğer sorunlarına gelince işi yokuşa sürmek. Siyasi iktidarını terör istismarına, terörle mücadele bahanesiyle kurduğu otoriter düzene borçlu olanlara güven duymak kolay değil.Niyetle ilgili kuşkularımız olmakla beraber “Terörsüz Türkiye” sürecine kayıtsız kalmayı, işin dışında kalmayı uygun bulmuyoruz. “Terörsüz Türkiye” süreci etrafındaki tartışmayı muhakkak gerçek bir siyasi tartışmaya çevirmeye, etraflı bir demokrasi tartışmasına dönüştürmeye çalışıyoruz. Bütün siyasi partilerle, sivil toplumla ve vatandaşlarla beraber hareket edip süreci demokrasiyi genişletecek bir süreç yapmanın peşindeyiz.
Türkiye uzun yıllar ‘Kürt sorunu merkezli-tarifli’ devletin güvenlikçi anlayışına, buradan hareketle gücü eline geçiren siyasetin, aklın kurguladığı otoriter bir yapıyla yönetimle karşı karşıya kaldı. Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışı sonrası yeni bir demokratik alanın açılacağını düşünenler oldu. 30 Ekim’de CHP Esenyurt Belediyesi’ne yapılan operasyonla başlayan ve 19 Mart’ta size uzanan operasyonlarla devam eden süreç, ‘çözümün ya da sadece çözüm niyetinin değil yeni bir siyaset mühendisliğinin varlığını düşündürdü’ kimilerine. Siz bu konuda nasıl bir okuma yapıyorsunuz?
Siyaseti, siyaset yapmayı iktidara ve iktidar ortaklarına bırakırsak işlerin tarif ettiğiniz biçimde yürüyeceğine şüphem yok. Onlara kalırsa CHP'lileri, gençleri, her kesimden muhalifi zindanlara atacaklar ama bir yandan da barış yaptıklarını söyleyecekler. Onlar bunu yapmak isteyebilir. Ancak unutmayalım ki karşımızda Türkiye’nin temel meselelerini çözmekte başarısız olmuş, ülkeyi tarihinde hiç görmediği ve bir türlü içinden çıkamadığı bir ekonomik krize sokmuş ve ülkemizi demokrasi liginden otoriterlik ligine düşürmüş bir iktidar var. Nitekim, bundan dolayı Cumhur İttifakı’nın siyasi desteği artık yüzde 40 bile değil. İktidar ortağı partilerden AKP artık ülkenin ikinci partisi.
Durum bu olduğundan iktidarın siyaset mühendisliği yapmak isteyeceği açık. Ancak CHP ve muhalefet olarak, daha doğrusu millet olarak bizim de bunun önüne geçecek güç ve kabiliyetimiz var. Dolayısıyla, iktidarın niyetinin halis olmadığını biliyor ve görüyoruz. Fakat halis niyete dayanmayan bu siyaseti milletimiz gibi biz de kabul etmiyoruz. Türkiye’nin en büyük partisi olmanın ve iktidara yürüyor olmanın sorumluluğuyla bu sürecin nasıl yürütülmesi gerektiğini söylüyor ve uyarılarımızı yapıyoruz. Siyasi aktörlerle diyalogu koparmadan, yeni siyasi imkanları yaratacak yollar arıyoruz. İktidarı eleştirip teşhir etmekten ibaret bir siyasete çekilmeden, millete çıkış yollarını, siyasi aktörlere de yeni siyasi imkanları gösteren bir siyasi hat kurmaya çalışıyoruz. “Terörsüz Türkiye’ye sonuna kadar varız; siz de demokratik ve müreffeh Türkiye’ye var mısınız” demeye, bu perspektifle siyaset yapmaya devam edeceğiz.
Türkiye Doğu ve Güneydoğu’da tutuklanan belediye başkanlarına, kayyumlara 2016 sonrası adeta alıştırıldı. Küçük bir kesim hariç duruma tepki gösteren de azdı. İlk kez Batı’da, Türkiye’nin en büyük şehrinde İstanbul’da bir büyükşehir belediye başkanı hem de cumhurbaşkanı adaylığı sürecinin oylaması yapılacağı gün tutuklandı. İkili bir durum mu ortaya çıkıyor?
Erdoğan kendisine bir düşman yaratmadan siyaset yapamıyor. 2016’dan sonra HDP ve DEM Parti’yi düşmanlaştırarak siyaset yaptı, şimdi ise ihtiyacı olduğundan artık DEM Parti’yi düşmanlaştıramadığı için CHP’yi düşmanlaştırarak siyaset yapıyor. CHP’yi düşmanlaştırırken belediyelerimizi terör diyerek, yolsuzluk diyerek çalıştırmamaya, CHP’ye kayyum atamaya çalışıyor.
Ancak bu hususta şunları herkese hatırlatmak isterim. İlk olarak, CHP bu ülkenin, bu Cumhuriyetin kurucu partisi ve bütün kamuoyu yoklamalarına göre de birinci partisi. Dolayısıyla CHP’yi düşmanlaştırmak, CHP’den yolsuzluk partisi, CHP’den terör partisi çıkarmak, CHP’yi bunlarla felç etmeye çalışmak kimsenin haddi değil. Denemek isteyen denesin ama her kim denerse boyunun ölçüsünü alır, onu bilsin. İkinci olarak da şuna dikkat çekmek isterim: Düşman göstererek siyaset yapmaya alışanların yarın kimi düşman ilan edeceği belli olmaz. Bugün CHP’yi düşman eden yarın yeniden DEM Parti’yi düşman edebilir. Hatta bu biçimde siyaset yapanlar gün gelir ortağını bile düşman ilan edebilir. Erdoğan’ın siyasi hayatı ittifak yapmak, ittifak bozmak ve düşmanlık kurmak üzerine kuruludur. Dolayısıyla, asıl mesele düşmansız siyaset yapacak iklimi oluşturmak. Bunun için de herkese, hepimize görev düşüyor. Biz siyasi aktörlerin düşman ilan edilmediği, muhalefetin düşman bellenmediği, herkesin milli, herkesin yerli görüldüğü bir Türkiye için çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz.
MHP Lideri Bahçeli’nin komisyon çağrısı üzerine şunu söylediniz: ‘TBMM bünyesinde bir komisyonun kurulması adına, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin de bir çağrıda bulunması kıymetlidir. İnanıyorum ki bu süreç, ancak Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasına vesile olursa başarıya ulaşacak, milletimize umut ve güven verecektir’… Komisyonun pozitif anlamda sonuç alabilmesi için ne gibi adımlar atılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Sayın Bahçeli’nin Terörsüz Türkiye sürecini Meclis’te ve geniş bir mutabakatla ele almayı öneren davetini çok önemli buluyorum, çok kıymet veriyorum. Böyle gördüğümüz için de üzerimize düşeni hemen yaptık. Sayın Bahçeli kendi çağrısını yapmadan benzer bir çağrıyı biz de yapmıştık. Sayın Bahçeli’nin çağrısından sonra çağrımızı genişleterek tekrar ettik. Bütün siyasi partilerin, sivil toplumun, uzmanların katkı verdiği, şeffaf biçimde yürütülen bir süreçten yana olduğumuzu, böyle bir süreç olursa katkı sunacağımızı açıkladık. Çünkü şuna inanıyorum: Hem terör meselesini bir daha canlanmayacak biçimde sonlandırmak hem Kürt meselesini çözmek hem de demokrasimizin esaslı meselelerini halletmek için esaslı bir mesaiye ihtiyacımız var. Herkesin katıldığı, şeffaf bir Meclis mesaisine ihtiyacımız var.
Meclisimizi yeniden siyasetin merkezine oturtmak, siyasetin gündeminin Beştepe ve danışmanları tarafından değil milletin temsilcileri tarafından tayin edildiği, milletin kaderine atanmış danışmanların değil, seçilmiş vekillerin yön verdiği bir Türkiye için elimizden geleni yapmaya hazırız.
Öte yandan, daha önce de söylediğim üzere Terörsüz Türkiye sürecinin kişisel hesap ve ihtiraslara kurban edilmesine alet olmaya da niyetimiz yok.
Sürecin toplumsallaşması -kitlelerin ikna edilmesi noktasında nasıl adımlar atılabilir?
Öncelikle süreçle ilgili endişeler dahil her türlü meselenin konuşabileceği bir müzakere ve güven ortamı oluşturmak gerekiyor. Hukuki güvence, şeffaflık ve kapsayıcılık ilk etapta oluşturulması gereken mekanizmalar. Toplumun farklı kesimlerinin katılımını sağlamak, STK’ların, uzmanların, kadınların katılımını arttırmamız gerekiyor. Ancak bunlar kadar önemlisi ortada bir süreç olabileceğine ikna edecek adımları atmak. Süreç deyip muhaliflerinizi, öğrencileri, gazetecileri cezaevlerine dolduramazsanız. Bunu yaparsanız kimseyi bir süreç olabileceğine ikna edemezsiniz.
"SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN YERİ CEZAEVLERİ DEĞİL SEÇMENLERİNİN YANIDIR"
Siz özgür günlerinizde Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması için çağrılar yapmıştınız. Şimdi o Edirne’de siz Silivri’de hapistesiniz. Hiç mesajlaştınız mı? Demirtaş’ın hem sürecin devamı hem toplumsallaşması açısından pozitif rol alacağını düşünüyor musunuz?
Sayın Demirtaş’la mesajlaşmadık. Ancak ben sayın Demirtaş’ın durumuyla ilgili ne düşündüğümü defalarca açıkladım. Sayın Demirtaş siyasi faaliyetlerinden dolayı, iktidarın hesaplarını bozduğu için cezaevinde. Dolayısıyla serbest kalması gerektiğini düşünüyorum. Demirtaş’ın Kürt vatandaşlarımız nazarındaki önemini herkes gibi ben de görüyorum. Serbest kalırsa siyasete önemli katkıları olacaktır elbette. Öte yandan onun yerine konuşmam da doğru olmaz. Cezaevinden çıktıktan sonra neyi nasıl yapacağına sayın Demirtaş kendisi karar verecektir.
Bir de şunu eklemek isterim: Sadece sayın Demirtaş’ın değil Sayın Özdağ’ın da serbest kalması gerekiyor. Siyasi parti liderlerinin yeri cezaevleri değil seçmenlerinin yanıdır.
KENT UZLAŞISI TUTUKLAMALARI
Kent Uzlaşısı tutuklamaları sürüyor. Ahmet Özer’in ilk duruşması yapıldı. Bunlar size siyasi anlamda ne mesaj veriyor?
Sayın Ahmet Özer partimizin Türkiye İttifakı siyasetinin parçası olarak geliştirdiğimiz İstanbul İttifakı’nın bir adımı olarak Esenyurt adayımız oldu ve seçimlerde Esenyurt’u tekrar kazandık. Ama biliyorsunuz bu ülkenin savcıları İstanbul İttifakı için, “Batı il ve ilçelerindeki Kürtlerin, belediyeleri kazanamasalar da uzlaşılacak ve desteklenecek aday karşılığında, belediye meclislerinde belli sayılarda kota elde edilmesi sonucu belediye meclis kararlarında söz sahibi olmalarının, yerel yönetimlerde yer almalarının ve siyasi bir denge olmalarının amaçlandığı” gibi inanılması güç ifadelerin yer aldığı ithamlarla Sayın Özer’i suçladılar ve içi boş suçlamaları ciddiye alan hakimler de hapis kararı verdi. Biliyorsunuz sayın Özer önceki çözüm sürecinde AKP’nin defalarca davet edip dinlediği, kıymetli bir akademisyen. Hapiste olmasının tek sebebi CHP’nin Esenyurt’ta Kürt vatandaşlarımızın desteğini alarak seçimleri kazanması. Buradan şunu söylemek isterim: CHP herkesin, bütün vatandaşların partisidir ve öyle olmaya devam edecek.
Ahmet Özer’in tutukluluğuna devam edilmesi ise tam bir garabet: Ülkeye dönecek terör örgütü üyelerini hapse atmamak, Abdullah Öcalan’a umut hakkı çıkarmak için yasal düzenleme yapmaya hazırlanan iktidar onlarca sene üniversitelerde hocalık yapmış, bütün hayatı boyunca yasal siyasi mücadeleden yana olmuş bir siyasetçiyi, bir belediye başkanını hapiste tutmaya devam ediyor. Bu da mevcut Terörsüz Türkiye sürecine olan inancı zayıflatıyor. Bunu iktidar partileri, Erdoğan da görüyor olsa gerek. Görmelerine rağmen bu pozisyonlarında ısrar etmeleri terörsüz Türkiye süreci hakkındaki samimiyet ve kararlılıkları hakkında da şüphe yaratıyor tabii ki.
MHP liderinin hem Kürt sorununun çözümü anlamında attığı adımlar hem sizin tutukluğunuz sırasında sarf ettiği ‘hızlı yargılama ve sarih-sahici delil’ merkezli açıklamasına baktığınızda siyasi adımlar-düşünce anlamında kendisinin Erdoğan’dan ayrışan bir yönü olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu bilebilecek durumda değilim. Ancak biz Sayın Bahçeli’nin sürecin Meclis zemininde ve geniş bir komisyonda ele alınması önerisini destekliyoruz. Önce de destekliyorduk, şimdi de destekliyoruz. Sayın Bahçeli önümüzdeki dönemde Meclisin daha fazla öne çıkması gerektiğini düşünüyorsa buna tabii ki biz de katılırız. Sayın Bahçeli’nin yargılama süreçlerindeki usulsüzlük ve hukuksuzluklara dair söylediklerini de yeterli görmemekle beraber önemli buluyorum. Türkiye gerçek suçluların ellerini kollarını sallayarak dolaştığı, iktidara muhalefet etmekten başka bir iş yapmayanlarınsa hapislere tıkıldığı bir yer olmamalı.
YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni Anayasa yapımı için CHP’ye el ele olma çağrısı yaptı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Elbette bir darbe anayasasıyla devam etmek Türkiye’ye yakışmıyor. Elbette sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapmalıyız. Buna şüphe yok. Ama şunu da unutmayalım: Yürürlükteki anayasa bir darbe anayasası ancak Erdoğan’ın pek çok yerini değiştirdiği bir anayasa bu. Yürürlükteki anayasamız aslında bir Evren-Erdoğan anayasasıdır. Hatta hükümet sistemi gibi Hakimler Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısı gibi kısımları açısından bu bir Erdoğan anayasasıdır.
Nitekim, Anayasamızın değiştirilmesi gereken kısımlarının başında da aslında bunlar var. 2017’de Erdoğan’ın isteğiyle yapılan hükümet sistemi ve HSK’yla ilgili değişiklikler yürürlükteki darbe anayasasını demokratikleştirmek bir tarafa daha da anti-demokratik kıldı, bunu görmek gerekiyor. Meclisimiz 150 senelik tarihindeki en güçsüz, en etkisiz dönemini yaşıyorsa, bu değişiklikler yüzünden. Siyasetin gündemine de işleyişine de seçilmişler değil de Beştepe danışmanları yön veriyorsa, bu değişiklikler yüzünden. Yargı Erdoğan’ın kontrolüne girmiş, hukukun üstünlüğü ilkesinden eser kalmamış, yerel mahkemeler Anayasa mahkemesini ve AİHM kararlarını dinlemez olmuşsa, hepsi bu değişiklikler yüzünden. Demek istediğim Anayasamızı demokratik olmaktan alıkoyan hususların başında bunlar geliyor. Buna karşın sivil bir anayasa yapalım diyen iktidar bu konularda ne düşünüyor, yürütmeyle yasama, yürütmeyle yargı arasındaki ilişkilere dair ne öngörüyor bunları bilmiyor, bu konuları duymuyoruz.
Biz sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapmaya tabii ki varız. Hükümet sistemi, HSK’nın yapısı, kuvvetler ayrılığı vb. konuların hepsini birden ele alacak özgürlükçü ve sivil bir yeni anayasaya elbette ihtiyaç var. İktidarın gücünü sınırlandıran, karar alma süreçlerini şeffaflaştıran bir anayasaya tabii ki ihtiyaç var. Ancak iktidardakilerin ne böyle bir anayasa yapmaya ne de böyle bir anayasaya uymaya niyetleri var. Özgürlükçü ve sivil bir anayasa isteyen önce yürürlükteki anayasaya uyar, önce yeni anayasa konuşacak bir siyasi iklime razı olur. Önce seçimde kendisini yeneceğini bildiği rakibini hapse atmaz.
Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama ağzını açanı hapse tıkacaksınız. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamayacaksınız. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmeyeceksiniz. Anayasayı değiştirelim diyeceksiniz ama protesto hakkını kullandılar diye öğrencileri, muhalefet etme hakkını kullandılar diye siyasetçileri, seçimde sizi yendiler diye rakiplerinizi, CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayını hapse tıkacaksınız.
Bunu yapanlarla nasıl, nerede, hangi zeminde sivil ve özgürlükçü bir anayasa konuşup yapacaksınız?

"Erdoğan benimle yarışmak istemediği için hapisteyim, onunla yarışmayı isterim"Erdoğan, "Yeni anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok" dedi. 31 Mart yerel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce, "Bu benim final seçimim; yasanın verdiği yetkiyle bu seçim benim son seçimim" açıklaması yapmıştı. Bu açıklamalara bakarak Erdoğan’ın önümüzdeki seçimlere katılmayacağını düşünüyor musunuz? Sizce 2018'de yürürlüğe giren cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine ilişkin anayasa hükümleri, bir kişinin en fazla iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceğini hükme bağlanmasına rağmen bir daha aday olma yolu bulunur mu? Kendisiyle cumhurbaşkanlığı sürecinde yarışmak ister misiniz?
Son sorunuzla başlıyayım. Erdoğan benimle yarışmak istemediği için hapisteyim, Erdoğan benimle yarışmaktan korktuğu için sorularınızı yüz yüze değil Silivri zindanından yazılı olarak cevaplıyorum. Uzatmayayım: Erdoğan’la yarışmayı tabii ki isterim, hatta Erdoğan’ı bir daha aday olamadığı için değil seçimlerde yenerek emekli etmeyi isterim.
Ancak Erdoğan’ın kendim için anayasa değişikliği istemiyorum açıklamasının şunlarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Evvela Erdoğan’ın çevresindekiler 2027’de yapılacak bir seçimde Erdoğan’ı aday yapmak istediklerini zaten belirttiler. Dolayısıyla Erdoğan zamanını kendisinin tayin edeceği, aslında erken olmayan bir erken seçimle aday olmaktan vazgeçmiş değil. Artık bırakıyorum demiyor, erken seçim yoluyla aday olacağım diyor.
İkincisi, bunu söyleyerek CHP’yi yeni anayasa tartışmasını yapacak bir iklim oluşturmadan yeni anayasa tartışmasına çekmeye çalışıyor.
Üçüncü olarak, Erdoğan sanırım yine kontrol edemediği gündemi değiştirmeye çalışıyor. Malum bir yandan kamuoyunda “Terörsüz Türkiye sürecinde işler yolunda gitmiyor, Erdoğan’la ortağı arasında ihtilaf var” algısı güçleniyor; bir yandan da kamuoyunun İBB davasına, bize yapılan hukuksuzluklara olan ilgisi azalmıyor. Milletimiz bizi hiçbir zaman yalnız bırakmaz, o yüzden iftiralarla dolu İBB davası üzerinden bize yaptığı darbeyi unutturma çabası beyhudedir. Ancak dikkatimi çeken husus, Erdoğan’ın TBMM’de kurulması gereken “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” komisyonu çağrısını geçiştirme çabasıdır. Biliyorsunuz ben bu konuda oldukça önemli bir çağrıda bulunmuştum, Sayın Genel Başkanımız Özgür Özel de İzmir mitingimizde yaptığı tarihi çağrıyla “Terörsüz ve Demokratik Türkiye Komisyonu” hedefimizi milletimizle paylaştı. Sayın Devlet Bahçeli’nin yine bu konuyla ilgili “Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” şeklinde benim de çok önem verdiğim kıymetli bir komisyon çağrısı oldu. Şimdi görüyoruz ki Erdoğan bizlerin milletimize karşı hassasiyetle ve sorumluluk bilinciyle önerdiğimiz bu komisyon önerilerini görmezden gelmeye ve geçiştirmeye çalışıyor. Böylesine kritik bir süreçte koltuğunu koruma hissiyatıyla değil, devleti yönetme bilinciyle hareket etmesini kendisine öneririm. Milletimiz hatayı affetmez.
⁠‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak makbul ve muteber olmak için yeterli olacak’ diye bir cümle kurmuştunuz. Buradan Anayasa’da Türk-Kürt ayrımı noktasının kaldırılması yeni bir tanım mı anlamak gerekiyor?
Anayasamızın da hukukumuzun da bütün vatandaşlara hitap etmesi gerektiğini, sadece vatandaşlığı hesaba katması gerektiğini düşünüyorum. Ay yıldızlı bayrağımızın bizi bütünleştirdiği yurdumuzda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak bizim için esastır. Biz, bir evin çatısı altında yaşayan koskoca bir aileyiz. 86 milyonun eşit hissedarlığını tescilleyen eşit vatandaşlık, Türklüğümüzden de Kürtlüğümüzden de hiçbir şey götürmez. Kimliklerimizi değersizleştirmez. Bizim derdimiz vatandaşlarımızın kendilerini özgür ve eşit görüp hissedecekleri işleri yapmak. Buna ilaveten, Anayasamızın ilk dört maddesinin değiştirilmesi zaten tartışmaya kapalıdır. Bunun dışında Anayasamızda yapılacak değişikliklerin önce milletimizin talebi, sonrasında da tarihimizle, geleceğimizle ve gerçeklikle uyuşması son derece önemlidir. Milletimizin eşitlik talebi, tarihimizle de geleceğimizle de gerçeklikle de uyuşmaktadır. Bize düşen görev milletimizin talebini yerine getirmek için çalışmaktır.
1921 Anayasası’nın daha özgürlükçü, 1924 Anayasası’nın Kürtleri dışlayıcı olduğu tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Geçmişe değil, geleceğe bakalım diyorum. Zamanın değişen koşullarında ortaya çıkmış metinleri o koşullardan bağımsız ele alarak değerlendirmek doğru olmaz. Gelin bugünün koşulları, bugünün ihtiyaçları nelerdir onlar hakkında konuşup tartışalım. Gelin bu tartışmayı yaparak bir büyük mutabakata varalım ve bu ihtiyaçları karşılayacak bir yeni anayasa yapalım derim. Ülkemiz geride kalan yirmi senede bütün bu meselelerini konuştu, tartıştı. Kürt vatandaşlarımızın, Alevi vatandaşlarımızın, gayrimüslim vatandaşlarımızın taleplerini biliyoruz. Buna mukabil başka vatandaşlarımızın da kaygılarını endişelerini biliyoruz. Talepleri ve kaygıları birlikte gözeten, Cumhuriyetimizin kazanımlarını koruyan, bugünün sorunlarını çözen ve geleceğin sorunlarına vizyoner bir perspektifle bakan, katılımcı, şeffaf ve güçlü bir anayasa çalışması doğru bir atmosferde ve zamanda elbette yapılacaktır. Bunun için geçmişe değil, bugüne, geleceğe odaklanmamız daha doğru olur.
Size bu soruları hazırlarken yeni bir gözaltı dalgası haberi veriyordu haber siteleri. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı ‘suç örgütü kurmak’, ‘irtikâp’, ‘rüşvet’, kişisel verilerin hukuka aykırı ele geçirilmesi de’ dahil pek çok ithamda bulunuyor. Kimi gazeteler ve kanallarda fotoğraflarınızla beraber ‘suç örgütü lideri’ diye tarif ediliyorsunuz. Bu ne hissettiriyor size?
Yalan, iftira, kumpas ve yargı baskısıyla yürüttükleri bu tezgahın borazanlığını yapan milletin helal vergilerini harama çeviren TRT başta olmak üzere, medya kuruluşları bize atılan iftiraları çoğaltmak için bütün gücüyle uğraşıyor. Hiç önemli değil milletimiz bu beyhude çabalarını gördükçe bizim masumiyetimize daha güçlü bir biçimde inanıyor. Bir başka kul hakkı yiyenler de milletin kıt kanaat geçindiği memlekette Merkez Bankası’ndan 60 milyar dolar döviz yakan ve bu rezervlerin bize yapılan darbe girişimi için biriktirildiğini itiraf eden ‘darbenin finansal ayaklarıdır’. Millete çile çektirerek Merkez Bankası’nda rezerv biriktireceksiniz, sonra bu rezervleri İmamoğlu’nu tutsak etmek için biriktirdiğinizi itiraf edeceksiniz. Bu akıl almaz bir suç itirafıdır.
Ben suçlu da değilim suç örgütü lideri de değilim, kumpasçıların kullandığı bu ifadeler beni incitemez. Ancak bu darbeyi planlayan ve haram parayı kendilerine hak gören bu zihniyetin iktidarda olması milletimizi ettiği gibi beni de rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığımızı ilk seçimde gidereceğimizden milletimizin şüphesi olmasın.
AKP ve MHP tabanına-seçmenine bu konular üzerinden nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
AKP’ye vaktinde oy vermiş vatandaşlarımıza tanıdık gelecek bir sözü hatırlatayım. ‘Gönüller bir, dualar bir, bir Allah’ın kuluyuz biz; has bahçemiz yurdumuzdur, aynı bağın gülüyüz biz.’ Biz, Türkiye Cumhuriyeti’yiz. Bütün iyi niyetinizle Erdoğan’ı sevmiş, kendisine inanmış ve hatadan dönmesi için dua etmiş olabilirsiniz. Sizin gibi ben de üzülerek görüyorum ki Erdoğan, artık ülkeye fayda değil zarar veriyor. Yeni de değil uzunca bir süredir ülkemizi siyasi, ekonomik ve sosyal krizlere sokuyor. Huzurun, bereketin ve milletçe birlik olmanın tadını unutalı çok oldu. Başka bir ihtimalin de olduğunu, mutlu bir Türkiye’nin imkânsız olmadığını bilin. Belki bazılarınızın eli bize oy vermeye gidemeyecektir. Hiç sorun değil, ancak lütfen artık koltuğunu kaybetmemek için 31 yıllık diplomamı iptal etmeyi, beni ve arkadaşlarımı hapse atmayı dahi göze alarak Türkiye’yi krizlerden krizlere sürükleyen bu kötü akla destek vermeyin. Türkiye yeni bir döneme giriyor. Sizin haklarınızın ve hayallerinizin mücadelesini bizler vereceğiz. Müsterih olun ve bu ülke için beslediğiniz halis niyetinizi, hayallerinizi koruyun ve dualarınızı esirgemeyin.
İddianame ve ilk duruşmayı ne zaman bekliyorsunuz? Özgürlüğünüze ne zaman kavuşacağınızı düşünüyorsunuz?
Şu anda mesele benim ne zaman özgürlüğe kavuşacağım değil, tarihimizde Yüce Türk yargısına verilmiş en büyük zarar ve bunun bedelidir. Uygulanan düşman hukuku yöntemleriyle bu ülkede ne Cumhurbaşkanı adayı ne belediye başkanı ne de çalışan özgür kalır. Bu bir yargılama değil, siyasi hasımlıktır.
İktidara yakın kimi gazeteciler ‘tutukluluk sürecinizin uzamasıyla sizin unutulma ihtimalinizden’ bahsediyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Milletin kalbine girmiş birini unutturmaya kimsenin gücü yetmemiştir, yetmeyecektir. Bunlar bizim insanımızı artık tanımıyorlar. Bu milleti tanımayan onunla gündelik hayatta bir selamlaşması, karşılaşması kalmayanların temennileri bunlar. Bütün amaçları bu. Ancak yanılıyorlar. Bu millet haksızlıklara, adaletsizliklere, siyasi operasyonlara karşı durmayı hep bilmiştir. Milletin duasının, da gönlünün de bizden yana olduğunu görüyorum ve çok müsterihim. Ramazan’da sofrasına oturduğum, pazarda karşılaştığım, bir açılışta yolumuzun kesiştiği yediden yetmişe herkesten mesajlar geliyor her gün. Mektuplar, dualar, çocukların çizdiği resimler. Her operasyonda daha çok artıyor mesajlar. O yüzden kendimi bu millete emanet ettim. Çünkü bizim bu milletle yürüyecek daha çok yolumuz var.

İBB soruşturmasında 3 kişi etkin pişmanlıktan tahliye oldu
İBB soruşturmasında 3 kişi etkin pişmanlıktan tahliye oldu
İçeriği Görüntüle


Kaynak: Birgün